New York Avrasya Film Festivali’nde ‘Sinemada En İyi Avrasyalı Kadın Sanatçı’ ödülünü alan ‘Yün Bebek’ filminin yazarı, yönetmeni ve Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu'nun kurucusu Ümmiye Koçak, Troia Festivali kapsamında söyleşi yapmak ve Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu olarak ‘Baba Ben Geldim’ oyununu sergilemek üzere Çanakkale’ye geldi. Gazetemize özel açıklamalarda bulunan Koçak, köyde tiyatro topluluğu kurma aşamasını, kadınların toplumda var olabilme mücadelesini ve Cristiano Ronaldo ile reklam çekimi gibi pek çok konudan bahsetti.
Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğunu kurma aşamanızdan bahseder misiniz? Bu süreçte ne gibi engellerle karşılaştınız?
Ü.K: Öyle hemen birden olmadı. Tiyatroya gelene kadar bunun bir sürü aşaması var. O insanların güvenini kazanmak gerekiyor. Sen bir şey yapmak istiyorsun ama ilk önce onları gidip balıklama onlara anlatırsan nasıl olacak? Nasıl ikna edeceksin? Ben yaptıklarımla o insanların güvenini kazandım. İlk önce eşimin, kaynanamın, görümcemin güvenini kazandım. Sonra da köyümün. Ben tiyatroyu kuruncaya kadar çok şeyler yaptım köyde. Kimse temizliğe gitmiyordu. Ben temizliğe gitmeye başladım. Kimse çocuk bakmaya gitmiyordu ben memurların çocuklarına baktım. Başkaları da benim gibi yapmaya başlayınca ben bıraktım. Kadınlar çok çalışıyordu ama baş bahçede çok çalışıyordu. Okuyan okuyup gidiyor. Arslanköy’de okuma oranı çok yüksek ama okuyan okuyor. Okumayan da köyde kalıyor. Maddi durumu iyi olmayıp okuyamayanda o köyde kalıyor. Ben Adana’nın Çelemli köyü ile Arslanköyü arasında şöyle bir gözlem yaptım. Kendi doğduğum köyle Arslanköyü karşılaştırdım. Orada uçurumlar kadar fark vardı. Benim köyümde kadınlar bağ bahçeye hiç gitmiyordu ama orada kadınlar hep çalışmak için bağa bahçeye gidiyordu. Kadınlar 24 saat çalışıyordu. Eve geliyor evin işi. Erkekler de kahvede akşama kadar, sabaha kadar da içki içip sabaha kadar oturuyordu. Hiçbir şey yapmıyorlardı. Kadınlar bahçenin meyvesini yetiştiriyordu. Eşi gidip satıyor. Ondan sonra da parasını harcayıp bitiriyordu.
Kadınların sesini duyurabilmek için böyle bir işe başladığınızı söylemiştiniz. ‘Duyurabildim’ diyor musunuz?
Ü.K. Evet. ‘Kendi kendime kadınların sesini duyurabilmek için bir şeyler yapmalıyı’m diyordum. Köyde erkekler çınarın altına geliyorlardı seçimden seçime. Vaatlerde bulunuyorlardı, gidiyorlardı. Kendimle mücadele ediyordum ben. Benim mücadelem kendimleydi. ‘ Ben neden bir şeyler yapamıyorum’ diyordum. Kendimi suçlu hissediyordum. Ama o sözü verip gelenler gidiyordu ben kalıyordum. Ama ben burada yaşıyorum. Ben bir şeyler yapmalıyım. Bu arayış içindeyken köye bir tiyatro geldi. Çıktım onu izledim. Orada sadece orada oynayan çocuğun ismi kendi ismiydi. Çünkü köydeki Ayşe Teyze, Fatma Teyze, gelin-kaynana, görümce kavga ediyordu. Ben de iyi bir dinleyiciyimdir. Garip geliyordu. Kimseyle de dedikodu yapmıyorum. Onun dışında herkes gelip bana anlatıyordu. Dinlerken utanıyordum. Başkasıymış gibi anlatıyorlardı. Ayşe Teyze Fatma Teyze ile kavga etmiş diyorlardı ama kavga eden halbuki kendisiydi. O tiyatro da ben şunu düşündüm. ‘Acaba o çocuğun ismi kendi ismi mi?’Gittim sordum. ‘Senin adın ne diye’ ‘Ali’ dedi. ‘Ama az önce
Veli’ydi’ dedim. Güldü. ‘ Teyze o benim rol adım’ dedi. O gece sabaha kadar düşündüm. Kendi kendime, ‘Bu çocukların ismi farklı. Ben de Ayşe Teyze ile Fatma Teyze’nin ismini değiştireyim dedim. Onlara bir oyun yazayım. Kocası görsün, kaynanası görsün. Görümcesi görsün, kendilerini düzeltsinler. İlk önce bu fikirle yola çıktım. Hala da aynı fikirdeyim. İnsanı insana anlatmanın en güzel yolu. Herkes yanlış yapabiliyor. Bunu göstermenin yolu da kavga dövüş değil. Söylem de değil. Ben de onların yaşadıklarını yazdım. İsimlerini değiştirdim. Onları oynatacaktım. Hala da aynıyım. Çevremde şu anda canımı acıtan konuları yazıyorum. İsimleri değiştiriyorum, sahneliyoruz.
Okuduğunuz ilk kitap olan Maksim Gorki’nin Ana’sı olduğunu biliyoruz. Orada sizi etkileyen unsurlar nelerdi?
Ü.K. Kitap elime tesadüfen geçti. Köyde kız çocukları hiç okula gitmezdi. Camiden anons edildi. Benden küçüğü olunca onu gönderdiler. O da gitmedi. Gitmeyince babam düşünmeye başladı. ‘Onun yerine ben giderim’ dedim. İlkokulu öyle bitirdim. Okulda öğretmenim bana ‘Yıldız’ derdi. Bir gün, ‘ Yıldız bana masamın üstünden kitaplarımı getir’ dedi. Kitabı aldım. Dikkatimi çekti. Kalın bir kitap değildi. Bir kadın resmi vardı kapağında. Kırışık yüzlü kadın resmi. Üstünde de ‘Ana’ yazıyor. ‘Ay dedim anama benziyor’ Bir karıştırdım onu ama yabancı yazıyor. Gözümü kapattım o an bir hayal kurdum. Kitaptan aklımda kalan ise orada da hayal kuruyordu kişi. Bir şeylerle mücadele ediyordu. Babası aynı bizim köydekiler gibi içki içiyordu. Bir şeylere tepki veriyordu. Evini anlatıyordu, sobasını, küçük bir belde olmasını anlatıyordu. Sonra ‘Bu aynı bizim köyü anlatıyor. Bunu babası da içkiciymiş, fakirmiş, durumları çok kötüymüş ama bak kitap yazmış. Buralara kadar gelmiş. Ben orada yazılan karakteri kendisi sandım. Beni de dedim okutmasınlar. Kendim yazarım. Benim yazdıklarıma da kimse karışmaz’ dedim. Öğretmenimin yanına gidip, ‘ Bu kitabı okuyabilir miyim?’ dedim O da, ‘Yıldız bu kitap sana çok ağır’ dedi. Ben de aldım kitabı havaya kaldırdım, ‘Ama hafif öğretmenim’ dedim. Saçımı okşadı. ‘Tamam, bunu oku arkadaşlarına anlat’ dedi.
Kadınların toplumda geri planda kalmalarının nedenleri neler? Siz böyle bir durumu kabul etmiyorsunuz. Bununla nasıl mücadele ettiniz?
Ü.K: Çocukluk insanın hayatında çok önemli bir evre. Kafanın içi bomboşken almaya hep aç. Biz ona o zaman neden iyileri vermeyelim? İyilerle dolduralım. Mutlu bir dünya olmanın, mutlu bir toplum olmanın yolu bence bu. Çocuklara güzel şeyler verelim. Güzel bir toplum olalım. Mesela hastaneye gittiğimde kadınlar ‘Herif ben sağlık ocağına gideceğim’ diyor. Orda doktor, ‘Neresi ağrıyor’ diye soruyor. Oradan kocası da ‘Ya doktor bey veya doktor hanım Boş ver neresini ağrıdığını. Sen oradan bir ağrı kesici yaz’ diyor eşi. Çünkü kadına fırsat verilmiyor. Ben de diyorum ki, ‘Senin ağzın dilin yok mu da sen kendini ifade edemiyorsun. Sen kendi yerine konuş. Kendini geliştir. Hastaneye gittiğinde sağlık ocağına gittiğinde, nereye gidersen git. Kendini ifade etmesini bil. Sonra ne oluyor? Çocuk annesine, ‘Anne toplantı var ama sen başını aç. Anne ne olursun beni utandırma’ diyor. Çocuk soru sorduğu zaman ise ‘ Ben bilmem oğlum banana sor’ diyor. Anne kolayca sıyrılıyor işin içinden. Kendini geliştirmektense ‘Babana sor’ diyor. Sonra çocuk babasını çok yüksek ulaşılmaz bir kalıbın içerisine sığdırıyor. Babam her şeyi bilir. Babam yapar diyor anneyi küçümsüyor. Sonucunda da iletişim kopukluğu oluyor. Tek istediğim kadınlar kendini geliştirip, kendine güvenmeleri. Bunun tek bir çözümü var. İçimizde sakladığımız güzel duyguları ortaya çıkarmak. Her kadınının içinde yapmak istediği ancak yapamadığı duyguları mutlaka var. O yapmak istediğini gitsin yapsın. O zaman o kadar mutlu olur ki. Kendi de çocuğu da eşi de mutlu olur. Eğer o içindekini bastırırsa o dolum anına geliyor. Dolu bardağa
su koy bakalım alır mı? Onun için biz kadınlar kolayı seçiyoruz. Oysa biraz kendimizi geliştirsek, biraz kendimize özgüvenimiz gelse, hayalindeki gerçekleştirmek için üstüne gitse o zaman o kadar mutlu olacak ki.
İnsanlar genellikle kıyafetlerine karşı yorumlanıyor. Siz de konferanslara, söyleşilere giderken her daim yöresel kıyafetlerinizlesiniz. Bu yüzden eleştirilip ön yargı ile karşılaştınız mı?
Ü.K: Ben toplum baskısı diye bir şeyi kabul etmiyorum. Ben köyde doğdum, köyde büyüdüm, köyde yaşıyorum. Herkes öyle diyor. Herkes kolayı seçiyor. Toplum baskısı bahane. Ona sığınıyorlar. Lüks bir otele gittiğimizde ‘ Temizliğe mi geldiniz. Aşağı kapıdan gidin’ denilip aşağılandığımızı biliyorum. Köylü bir kadını gördükleri zaman ‘Aman bu bir şey mi bilir’ deyip onların arka plana itildiğini gördüm. Ben o insanlara kızmıyorum. Sadece kendini bu duruma düşüren kadınlarımıza kızıyorum. Her şeyin kursları var. Dikiş nakış kursları var. Git öğren kendini geliştir. Çocuklarının sorduğu soruları cevaplandırabilmek için kendini geliştir. Üzerimi değiştirmede ne var. Gider 10 dakikada bunu değiştiririm. Görsellik ne ki? Hiçbir şey olmaz bundan. Önemli olan kafanın içini geliştirmek. Çocuğun sana o soruyu sorduğu zaman şakır şakır cevaplandıracaksın. Ayağımda terlik olmuş, ayakkabı olmuş önemli değil. İlk önce sen kendi zekanı gösterirsen onu görür herkes. Ama maalesef biz toplum olarak biz hep ön yargılıyız. Toplum ne der? Ben onları hiç sallamadım, sallamam da. Başkası için hiç yaşamadım yaşamam da. Bu demek değil ki başkasının mutsuzluğu benim umrumda değil. Ben aslında hep başkalarını mutlu edebilmek için yaşadım. Bir sürü haksızlıkları görüyorum onları oyunuma yazıyorum. Onların sesi olup onlara gösteriyorum. Tiyatromda onları yazıyorum. Bir gün birisi gelip ‘Kız Ümmiye Abla aynı beni yazmışsın. Güzel olmuş’ dedi. Sonucunda kendilerini geliştirdiler. Kadınlar kendilerini ifade eder oldular, geliştirdiler. Çoğu zaman kolayı seçip tabuların arkasına saklanıyoruz.
Tiyatro topluluğunuz hakkında neler söyleyeceksiniz?
Ü.K. Tiyatro topluluğumuz şu anda 7 kişiden oluşuyor. Ama yeri geldiği zaman 50 kişiye kadar çıkabiliyor. Az kişi ile çok şey anlatmak istiyorum. Tiyatro topluluğundaki arkadaşlarımız da kendilerini gittikçe geliştirdiler. Birden fazla karaktere girebilir durumdalar. O yüzden az ve öz olsun istiyorum artık. Çok olup insanın kafasını karıştırmaktansa az olsun, öz olsun, kalıcı olsun istedim.
Futbolcu Cristiano Ronaldo ile reklam çekiminizden bahseder misiniz? Proje nasıl gelişti?
Bir gün bir telefon geldi bana. Bir reklam projemiz var çalışır mısınız? dediler. Türk Telekom’dan olduğunu söylediler. İstanbul’a gittim. Ben sandım ki hemen çekecekler, gösterecekler. Oysa hiç öyle değilmiş. İlk başta 50 kişiydik. Ben şaşırdım. Bu kadar çok kişinin reklamda çalışmasına. Madrid’e gittiğimizde 100 kişi olacağız’ dediler. Öyle de oldu. Kocaman bir aileydik. Çok güzeldi. Orada da şunu fark ettim ki, sevginin, dili, dini, ırkı yok. Ronaldo beni anlamıyordu. Ben onu anlamıyordum ama elimi tutuyor, gözümün içine bakıyordu. O sevgiyi yüreğimde hissediyordum evladım gibi. Yürekten olan sevgi belli oluyor.
Çanakkale’ye hep gitmek istediğinizi belirtmiştiniz. Şu anda Çanakkale’desiniz. Çanakkale sizin için ne anlam ifade ediyor?
Ü.K: Her zaman her yerde diyorum ki gitmediğim yerler arasında bir tek Çanakkale var. Biri de Konya ve Edirne idi. Bunların içinde en çok Çanakkale’yi görmek istiyordum. Hayalimdi. Rüyamda görüyordum. Kayınbabam bana çok anlatırdı. Kızım ben gidemedim yokluktan. Benim babamın cenazesi orada. Babam yanında arkadaşı Kur’an okurken öldürülmüş’ derdi. Kayınbabamın babası ile kaynanamın babası burada gömülü. Burada şehit olmuş. 40 senedir hayalimdi. Sosyal medyadan da ben çağrı yaptım. Bütün belediyelerin bizi davet etmesini istedim. İlk önce Beşiktaş Belediyesi bizi çağırdı. Şimdi de Çanakkale’den aradılar. Bir de o kadar enteresan oldu ki. Keşke Çanakkale’den bizi çağırsalar diye konuşurken arandık. Biz mutluluktan çığlık attık. ‘Aa kızlar Çanakkale’den bizi aradılar’ dedim. Bir rüyamız gerçekleşti. Çanakkale çok çok sahip çıkılması gereken bir yer. Belediye Başkanımıza, kültür şubede çalışan arkadaşlarımıza. Bize şehitlikleri gezdirecekler. Hayallerim gerçek oldu. Çok heyecanlıyım. Sadece ben değil bütün oyuncularımda öyle. Bambaşka bir duygu.
Simge Özden- Damla Şener