FETÖ'nün Türkiye'nin hem iç hem de dış güvenliği anlamında PKK'dan daha tehlikeli bir örgüt olduğunu vurgulayan Rektör Acer, 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte tüm Türkiye'nin, bu örgütün tehlikeli boyutunu net bir şekilde gördüğünü söyledi.
15 Temmuz darbe girişiminin başarıya ulaşması halinde Türkiye'nin başka devletlerin kontrol edebildiği bir devlet haline geleceğini anımsatan Rektör Acer Eğer 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı batılılar nezdinde bu sorunlar çözülmüş olacaktı. Nasıl çözülmüş olacaktı Artık Türkiye, kolay yönetilebilen, kolay yönlendirilebilen bir ülke olacaktı. En basit ifadesiyle bu… Ama Türkiye'nin bütünlüğü açısından, güvenliği açısından bakıldığı zaman ülkemiz, dibi görünmez bir uçuruma düşmüş olacaktı. Neden Eskiden darbe zaten ülkenin ekonomik ve sosyal durumunun güçlü olmaması nedeniyle ülkeyi belki 1 metre yüksekten düşürüyordu. Ama şimdi Türkiye metrelerce yükselmiş bir ülke. Böyle bir girişim başarılı olmuş olsaydı hem siyasi açıdan hem ekonomik hem de sosyal açıdan Türkiye sonu olmayan bir uçuruma doğru yuvarlanmış olacaktı” dedi.
Fetullahçı Terör Örgütü Ülkemizin Son Yıllarda Karşı Karşıya Kaldığı En Büyük Tehdittir
Rektör Prof. Dr. Yücel Acer, “Bu mesele Türkiye için uzun süredir oldukça önemli bir meseleydi. Zira Türkiye'nin hem iç güvenliği hem de dış güvenliği anlamında önündeki en büyük tehditlerden biriydi. Belki de en büyük tehditti. Hatta ben şöyle düşünüyorum; kimliği belli bir terör örgütü mesela PKK, Türkiye'ye, devletimize, milletimize karşı çok uzun süredir bir terör eylemi içerisinde. PKK yapılanmasından bile daha tehlikeli bir terör yapılanmasından veya gizli bir yapılanmadan bahsedebiliriz. O anlamda ülkemizin son yıllarda karşı karşıya kaldığı en büyük tehdittir diye düşünüyorum. Bir kere bunun altını kesinlikle çizmemiz lazım. Hafife alınmaması gerektiğini gösteren birçok emare en azından son dört yıldır mevcuttu. Tabi 15 Temmuz'da yaşanan darbe girişimine kadar belki Türkiye'de birçok kesim bunun ciddiyetini kavrayamamış olabilir. Öte yandan böyle bir yapı nasıl oluşabildi, bununla ilgili de benim bazı gözlemlerim var. Ben burada iki unsur görüyorum. Bu milletin, ülkemizde yaşayan insanların, halkımızın, milletimizin belli duygularını veya belli değerlerini istismar ederek yola çıkmış bir yapıdan bahsediyoruz. Bu değerleri kullanarak çocuklarımızı yanlarına çekebilmiş bir yapı. Belli unsurları kullanarak da kendine minnettar bıraktırmış ya da bu yapı içerisine hapsetmiş bir yaklaşımı var. Bunu nasıl yapmış Yurtlarında barınma imkânı sağlamış, okullarında okutmuş, iş temin etmiş, kariyer temin etmiş, birçok kesimden para temin etmiş ve bu şekilde gençlerimizi, insanlarımızı bu yapı içerisine hapsetmiş, minnettar bıraktırmış bir örgütlenmeden bahsediyoruz. Bu da altını çizmemiz gereken bir unsur ve bununla birlikte daha birçok ön plana çıkan temel özelliği var. Bunlardan belki en önemlisi bu ülkemiz içerisinde başlatılıp yürütülmüş bir yapılanma değil. Kesinlikle dış bağlantılı bir yapılanma. Ben Uluslararası İlişkiler, Uluslararası Hukuk çalışmış bir akademisyen olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim; geçmiş yıllardan farklı olarak devletler birbirlerini kontrol etmek için bu tür yapıları kullanırlar. Yani eskiden devletler belki doğrudan silahlı müdahale, doğrudan ekonomik, askeri yaptırım gibi unsurları kullanırlardı ama günümüzde devletler birbirleriyle o kadar bağımlı hale geldiler ki askeri ya da ekonomik yaptırım aynı zamanda uygulayan devlete de zarar veriyor. Şöyle diyelim mesela Amerika Birleşik Devletleri Rusya'ya bazı yaptırımlar uyguluyor. Bu sadece Rusya'nın zarar gördüğü bir şey değil, Amerika Birleşik Devletleri'nin de zarar gördüğü bir şey oluyor. Artık bunun yerine devletler daha çok o ülkeyi içeriden kontrol etmeye yönelik yapılar oluşturuyorlar. Bu yapı böyle bir yapı... Yani en başında belki çok masumane başlamış bir şey olabilir. Ama zaten bu tür ülkeler, bu tür yapıları izler, oluşumunun önünü açar, sonra da kullanmaya başlar. Herkesin bunu bilmesi lazım ve bunun altının çizilmesi lazım”
“15 Temmuz Darbe Girişimi Başarılı Olmuş Olsaydı Türkiye Sonu Olmayan Bir Uçuruma Doğru Yuvarlanmış Olacaktı”
Rektör Prof. Dr. Yücel Acer, “Bir kere şunu söylemek lazım bu yapı dış bağlantılı bir yapılanma olduğu için Türkiye'de değişecek olan devlet yönetimi bir kere en hafif ifadesiyle bazı devletlerin kontrol edebildiği bir yapı haline gelecekti. Ben hep şunu söylerim özellikle büyük devletler geriye kalan devletleri kontrol edip, yönetebildikleri sürece o devletler iyidirler ama ne zaman ki kontrol edememeye başlarsa o zaman bir sorun görürler. Aslında Türkiye'nin son zamanlarda gerçekleştirdiği ilerleme batılı devletlerde şöyle bir rahatsızlık yarattı; Türkiye, kontrol edilebilen, yönetilebilen ve yönlendirilebilen bir ülke olmaktan yavaş yavaş çıkmaya başladı. Bu ciddi bir rahatsızlıktır. Büyük devletler için en temel rahatsızlıktır. Bölgedeki politikalar, dünyanın geneline ilişkin politikalar konusunda siz Türkiye'yi yönetemezseniz, Türkiye sizin için sorundur. Eğer 15 Temmuz Darbe Girişimi başarılı olsaydı batılılar nezlinde bu sorunlar çözülmüş olacaktı. Nasıl çözülmüş olacaktı Artık Türkiye, kolay yönetilebilen, kolay yönlendirilebilen bir ülke olacaktı. En basit ifadesiyle bu… Ama Türkiye'nin bütünlüğü açısından, güvenliği açısından bakıldığı zaman ülkemiz, dibi görünmez bir uçuruma düşmüş olacaktı. Neden Eskiden darbe zaten ülkenin ekonomik ve sosyal durumunun güçlü olmaması nedeniyle ülkeyi belki 1 metre yüksekten düşürüyordu. Ama şimdi Türkiye metrelerce yükselmiş bir ülke. Böyle bir girişim başarılı olmuş olsaydı hem siyasi açıdan hem ekonomik hem de sosyal açıdan Türkiye sonu olmayan bir uçuruma doğru yuvarlanmış olacaktı. Bir kere böyle bir ekonomik seviyenin birden ne kadar düşebileceğini tahmin edelim. Bunun yaratabileceği ekonomik sıkıntıların yanı sıra sosyal sıkıntıları düşünelim ve güvenlik sıkıntılarını düşünelim. Türkiye'nin karşısında bulunan tehdit sadece bu yapıyla sınırlı değil, PKK Terör Örgütü artı benzeri yapılanmalar çeşitli uç yapılanmalar...
“ÇOMÜ Yönetimi Olarak 15 Temmuz’dan Önce ÇOMÜ’de FETO PDY İle İlgili Çalışmalara Başlamıştık”
Bu süreçte Emniyet Müdürlüğümüze teşekkür etmek istiyorum. Çünkü biz önceki dönem yapılan bazı gayrimeşru işleri, mevzuata aykırı, yasal olmayan işleri tespit etmek için ciddi çaba sarf ettik. Bunlarla ilgili dosyalar oluşturduk. Bu dosyaların tabi rektörle ilgili olanlarını şüphesiz ki YÖK sonuçlandırmak durumunda ve mevzuat gereği YÖK’e gönderdik. Bu yapının Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesin’de hâkim olduğu dönemde bir işadamları derneğinin (malum bunların oluşturduğu bir dernek) burs verilmesiyle ilgili. Biz yapılan protokol neticesinde aslında bu yapı için bir para transfer sistemi olarak kullanıldığını fark ettik. Bununla ilgili üniversitemiz içinde inceleme yaptık. O esnada Emniyet Müdürlüğü de aslında bununla ilgili bir soruşturma yürütüyordu. Bu soruşturma sonucunda savcılığa intikal eden bir dosya oldu. Dediğim gibi biz de yaptığımız incelemenin sonuçlarını emniyetle ve savcılıkla paylaştık. Daha sonra bu kişiler ki bunlar arasında eski rektör, yöneticilik yapmış, rektör yardımcılığı yapmış kişiler ve üniversitenin, üniversiteyi desteklemek için kurduğu vakfın yönetiminde bulunan hocalar hakkında dava açıldı. Hatta gözaltına alındılar, sorgulandılar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar ve yargılama devam etti. Bu yargılamanın esas unsuru terör örgütüne üye olmak, yardım etmek veya finansman sağlamak gibi suçlamalardı. İşte bu suçlamalardan hareket ederek biz bu suçlamalarla yargılanan kişilerin üniversitemizde bulunmasını öğrencilerimizle bir arada olmasının yaratacağı sakıncayı düşünerek daha 15 Temmuz yaşanmadan önce bunları açığa alma süreci başlatmıştık. Başta önceki rektör olmak üzere. Rektör yardımcılığı yapmış, vakıf başkanlığı yapmış kişiyi açığa almıştık ve sanıyorum 5 kişinin daha açığa alınması için yazıları yazılmıştı. Tam o esnada bu darbe girişimi gerçekleşti. Keza darbe girişiminden sonra yargılanan bu kişilerin tamamı tutuklu yargılanır hale geldiler. Şu an tutuklu yargılanıyorlar. Sonrasında üniversitemizde öğretim üyesi, öğretim elemanı olarak çalışan başka kişilerden de tutuklananlar oldu. Dediğim gibi biz 15 Temmuz’dan önce bu süreçleri zaten işletmek için elimizden geleni yaptık. YÖK denetleme kurulunun yürüttüğü süreçler vardı. Onlara ilişkin oluşturduğumuz dosyalar onlardaydı. Hatta biz öğretim üyesi dışında öğretim elemanı olarak alınmış olan kişilerin her birinin dosyalarını komisyon oluşturarak inceledik. Tespit ettiğimiz aksaklıkları gerekli yerlere bildirdik. Hatta yapılan bazı ihalelerle ilgili incelemelerde savcılığa intikal ettirilmiştir. Bunların hepsi 15 Temmuz’dan önce bizim gündemimizi oluşturmuştur.
“ÇOMÜ, FETÖ PDY'nin En Çok Kadrolaştığı Üniversiteler Arasındaydı”
Rektör Prof. Dr. Yücel Acer, “Şunu itiraf etmemiz lazım; ÇOMÜ maalesef, benim göreve geldiğim Mart 2015'den önceki 4 yıl boyunca bu yapının örgütlendiği, kadrolaştığı bir üniversite olmuştur. Bunu ilk defa söylüyor değilim. Rektör adayı olduğum zaman da söyledim, sonrasında da söyledim. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, devlet üniversiteleri içerisinde bu yapının en çok kadrolaştığı üniversitedir ya da birkaç üniversiteden birisidir dedim. Zaten bunu bilecek bir konumdaydım. Çünkü ben ÇOMÜ’de fiilen çalışmış 14 yıl boyunca idarecilik yapmış birisiyim. Bu yapının, bu üniversitenin yönetimini ele geçirdiği zaman rektör yardımcısıydım. Bunu şahsen görebilme şansına sahip bir kaç kişiden birisi oldum.
“Yetkimiz Dâhilinde Yapmamız Gereken Her Şeyi Yaptık, Yapmaya Devam Edeceğiz”
Peki, 15 Temmuz’a kadar bir yılın üzerinde süren rektörlük dönemimde neler yaptım ona baktığımız zaman, yapabileceğimiz şeylerin tamamını yaptık. Bizim yapabileceğimiz şeyler yönetici konumundaki herkesi, yani bu yapıyla alakalı olduğunu bildiğimiz herkesi temizlemekti, göndermekti. İdarecilik sıfatını almaktı. Bunları yaptık. Yani fakültelerimizin dekanları, yüksekokullarımızın müdürleri değişti. Peki, istediğimiz kadar mücadele edebildik mi Edemedik. Bakın hiç bir kurumu suçlamak için söylemiyorum. Zaten içerilerinde bunların yapılandığı kurumlarla beraber hareket etmek zorundasınız. Örneğin, mahkemelerin bu durumu biliyor ve bu duruma göre hareket ediyor olması gerekirdi. Ama tam tersi muameleler gördük. Yani bazen bir bölüm başkanını değiştiriyorsunuz mahkeme kararıyla geri geliyor. Aslında gerekçemiz malum, hani belki o kişinin orada kalması mevzuat gereği gibi gözüküyor ama kalması sakıncalı. Biz bunu biliyoruz. Ama karşınızda da bunu anlayacak bir kurumun olması lazım. Bunun olmadığı bir ortamda sizin mücadeleniz kurumunuzun kendi içerisinde rektörlüğün sahip olduğu yetki içiresinde sınırlı kalıyor. Örneğin bu yapı, bu çete benim rektörlüğüm döneminde benim şahsıma yönelik ve rektörlüğe yönelik müthiş bir karalama kampanyası ve yıpratma mücadelesi yürüttü. Ben bir kaç basın toplantısında söyledim. Bu üniversite içerisinde hala bu yapının etkin olmasını sağlamak için çalışan bir çete var dedim. Bu, basın organlarıyla da çalışıyordu, başka şekillerde de çalışıyordu. Bakın benim hakkımda bazı şeyleri yazıyorlardı, kendileri yazıyordu. Sonra bunları kullanarak suç duyurusunda bulunuyorlardı mahkemeye. Yazanlar da bunlar, suç duyurusunda bulunanlar da bunlar. Artı şahsımla ilgili, ailemle ilgili olur olmadık yazılar yazıyorlardı. Ama bunları takma isimlerle yapıyorlardı. Yani baktığımız zaman gerçekte olmayan isimler. Ama arka planda kimler olduğunu biz tahmin edebiliyorduk. Fakat bunların kimler olduğunu tespit etmek bizim yetkimizi aşan şeyler. Bir kısmı yurtdışı IP'lerden yazılan şeylerdi. Bunlar üniversite dışından yazılan şeyler. Üniversite içerisinde bizim bilgi işlem daire başkanlığımız vasıtasıyla çözebileceğimiz bazı şeyler var. Kaldı ki biz bazı daire başkanlıklarından tabiri caizse kurtulamadık. Neden kurtulamadık, gönderiyorsun geri geliyorlar. Bunu söylemek zorundayım. Bu mücadelenin bizi zorlayan tarafı buydu. Bunun dışında bizim yetkimiz dâhilinde ne varsa yaptık. Şimdi bölüm başkanlıklarına müdahale ettik, normalde bölüm başkanı idari bir makam değildir. Akademik bir görevdir. Ama buna rağmen müdahale ettik. Bir kısmını değiştirebildik, bir kısmını değiştiremedik. Neden, mevzuat diyor ki oradaki akademik olarak en yukarıdaki kişi kimse onu koyacaksınız oraya. Alıyorsunuz, mahkeme kararıyla geri geldiği zaman bir daha dokunamıyorsunuz. Bu takdirde ne oluyor, mahkeme kararı uygulamayan yönetici pozisyonuna düşürülüyorsunuz. Ondan sonra hiç dokunamıyorsunuz. Bir şey daha yaptığınız zaman bu sefer mobbing kapsamına alınıyor, ondan sonra rektör mobbingden yargılanıyor hale geliyor ya da başka bir yöneticimiz mobbingden yargılanır hale geliyor. En azından bu duruma düşmemek için dikkatli davranmak zorunda kalıyorsunuz. Bakın açıkça söylüyorum önceki dönemde en üst düzey yöneticileri ben başka yerlere görevlendirdim. Ulusal basında bile çıktı, sürgün etti rektör diye. Yani önceki rektörü ve şu kişileri sürgüne gönderdi dediler yani bunu bir ulusal gazetenin köşe yazarları da yazdı, buradakiler de yazdı. Oysa bu mücadele topyekûn bir mücadele. Biz ÇOMÜ’de olanları anlatmaya çalıştık. Benim şahsım ve rektörlük olarak çok hedef haline geldik ama şunu söyleyebilirim; bu yapının içerisinde olmayan hocaların rahat çalışabileceği bir ortam oluşturduk. Yani onlar da biliyorlardı ki artık bunların bir eziyeti, haksızlığı bulaşmayacak onlara. Gördüğümüz her şeye müdahale ettik ve ÇOMÜ'de daha huzurlu bir çalışma ortamı oluşturduk. Bizi rahatsız eden tek şey, bu kişilerin hala bu üniversitede çalışıyor olmasıydı. Bu devlet üniversitesinde esas amacı bilimsel çalışma ve öğrencilere eğitim öğretim vermek olan bu kurumun içerisinde hala amacı başka olan kişilerin çalışıyor olmasıydı, bu bir rahatsızlıktı bizim için. Onun dışında bunların hocalarımıza, çalışma ortamımıza verebileceği bir zarar kalmamıştı. Sadece benim şahsıma ve yönetime verebildikleri zararlar vardı. Hani bir anda rektörün bilinen kişiliği dışında bir algı oluşturma çabasıydı. Tahmin ediyorum bazı kişiler ve belirli kişilerin gözünde bu başarılı da olmuş olabilir çünkü biz bu yapıyı muhatap almadık. Her söylenene cevap vermedik. Üniversitenin resmi web sitesini asla bunlarla meşgul etmedik. Üniversitenin gündemini asla bunlarla meşgul etmedik. Cevap vermedik, vermeyince de belki de farklı bir imaj oluşturmaya çalışıyorlardı, belirli oranda da başarılı da olmuş olabilir ama bu benim çok umurumda değil, çünkü biz iyi niyetle çalıştık ve iyi niyetle çalışmaya devam ediyoruz.
Rektör Prof. Dr. Yücel Acer, “15 Temmuz’da tehlikenin boyutu ortaya net bir şekilde çıkınca, biz bir senato toplantısı yaptık ki senato biliyorsunuz üniversitenin en üst karar organıdır. Senato toplantısında ben açıkça şunu ifade ettim ülkemizin karşı karşıya kaldığı büyük tehlikenin 15 Temmuz akşamı ilk aşaması bertaraf edilmiştir ama mücadelenin kesinlikle orda kalmaması gerekir ve bunun kararlılıkla devam ettirilmesi gerekir. Devam ettirilebilmesi için de ben hukuk çalışmış bir akademisyen olarak kişisel görüşüm olarak bir olağanüstü hal gerektiğini ve olağanüstü tedbirler alınması gerektiğini beyan etmiştim. Bu işi yaşamış görmüş birisi olarak böyle bir yapıyla ancak bu şekilde mücadele edilebileceğini aksi takdirde mücadelenin gene sonuçsuz kalabileceğini söylemiştim. Gerçekten hükümetimiz, Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bu gerekliliği derinden hissettiler ve bir olağanüstü hal ilan edildi. Olağanüstü hal ilan edilmesi sıradan bir şey değil. Kendi içinizde yuvalanmış bir tehditle ancak böyle baş edebilirsiniz. Temel insan hakları prensiplerinin kendisi de zaten böyle tehditler oluştuğu zaman olağanüstü tedbirler alma yetkisini o ülkenin hükümetine veriyor. Mesela Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bizim taraf olduğumuz en üst insan hakları sözleşmesidir, manzumesidir diyelim. Orada bile bu sözleşmeye taraf olmuş devletlere olağanüstü dönemlerde olağanüstü tedbirler alma yetkisi verir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bunu böyle uygular zaten. Sözleşmeyi de böyle yorumlar. Bu olağanüstü tedbirler alma durumu bizim 15 Temmuz’dan önce de bu üniversitede yürüttüğümüz mücadelenin önünü açmış oldu. Dolayısıyla bizim, hakkında bu tür şüpheler olduğunu zaten bildiğimiz kişilerle ilgili gerekli tedbirleri alma imkânı sağlamış oldu. Artık mahkemeler de, diğer kurumlar da aynı amaçla çalıyor hale gelmiş oldu. Bu bizim işimizi üniversite bağlamında çok kolaylaştırmış oldu”
“227’si Öğretim Elemanı Açığa Alınarak Soruşturuluyor, 69 Öğretim Elemanı da Açığa Alınmadan Soruşturulmaya Devam Ediyor”
Üniversitemiz içerisinde bu yapıda olmayan birçok çalışanımız ve hocamızın gördüğü, bildiği o kadar çok şey var ki… Buradan hareket ettik. Birimlerden kendi atadığımız yöneticilerden aldığımız bilgiler vardı. Zaten bilinen kişilerdi bunlar üstelik hükümetin oluşturduğu bazı veriler de vardı. Çeşitli şifreleme programları kullananlar vs. Bunlarla ilgili bilgiler de gelmiş oldu bize. Şu an itibariyle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde yürüttüğümüz bu temizleme sürecinde öğretim elemanları düzeyinde 227 öğretim elemanını açığa almış ve bu şekilde soruşturuyor durumdayız.
Rektör Prof. Dr. Yücel Acer, “Evet. 227 öğretim elemanı. Bunlar içerisinde profesörler, doçentler, yardımcı doçentler, araştırma görevlileri, okutmanlar, öğretim görevlileri hepsi var. 227 öğretim elemanı açığa alınarak soruşturuluyor. Şu an bu 227 kişi görevlerinden uzaklaştırıldı. Öbür taraftan 69 öğretim elemanı da açığa alınmadan soruşturuluyor. Şüphe durumu biraz daha hafif olanları açığa alma gereği hissetmeden - bunlar 69 kişi - şu an aynı şekilde soruşturuyoruz. Yani açığa alınanlarla birlikte aynı şekilde soruşturuluyor. Üniversitemizde idari personel anlamında da ciddi bir kadrolaşma vardı bunu biliyoruz. Şu an itibariyle 64 idari personeli ki bunlar arasında 3 daire başkanı da var. Şube müdürü ve üzerinde görev yapan kişiler de var. 64 idari personeli açığa alarak soruşturuyoruz. 48 kişi de açığa alınmadan soruşturuluyor.
“Açığa Alınmadan Soruşturulanlarla İlgili Tespitler Ağırlaştıkça Açığa Almalar Devam Edecek”
Şunu özellikle vurgulamak isterim; bu açığa alınmadan soruşturulanlarla ilgili tespitler ağırlaştıkça bunların da açığa alınanları olacaktır. Bu süreç kesinlikle devam ediyor. Beşer komisyon üyesinden oluşan iki komisyon oluşturduk. Bir komisyon akademik personeli, açığa alınan ve açığa alınmadan soruşturulanların soruşturmalarını yürütüyor. Beş kişilik bu komisyonumuz profesörlerden oluşuyor.
İkinci komisyonumuz idari personeli soruşturuyor. Bunların soruşturmaları esnasında ciddi durumlar tespit edilenler açığa alınıyor. Dolayısıyla bu açığa alınanların rakamı artabilir ki nitekim arıtıyor. Mesela 227 öğretim elemanı dedik bu ilk etapta 159’du. Şuan 227’ye ulaştı.
“YÖK Onaylarsa İlk Etapta 50’nin Üzerinde Kişinin Üniversitemizden Tamamen İlişiği Kesilmiş Olacak”
Amacımız bu yapıyla ilişkide olan herkesin üniversiteden gitmesini sağlamak ki bu üniversite ileriye doğru gidebilsin, öğrencilerimizin karşısında hoca olarak duran kişiler gerçekten hoca olsunlar. Ayrıca bizim hizmet aldığımız şirketlerin personelleri var. Onları da ayrıca inceledik, tahmin ediyorum önemli oranda bir personeli de tamamen üniversitemizden ilişiğini keseceğiz. Bu süreç ile ilgili şunu söyleyeyim; akademik personelle ilgili tamamladığımız soruşturmalar sonucunda üniversitemizde tamamen ilişkisinin kesilmesinin gerektiği tespit ettiklerimizi kararname gereği biz YÖK'e bildireceğiz. Üniversitelerden atılma kararını nihai olarak YÖK verecek ama soruşturmayı biz yürütüyoruz, tespitlerimizi yapıyoruz. Bu süreçte YÖK'e üniversitemizden tamamen ilişiği kesilmesini gerektiğini tespit ettiğimiz 50’nin üzerinde öğretim elemanının bildirdik. Şu an eğer YÖK onaylarsa 50’nin üzerinde kişinin üniversitemizden ilk etapta tamamen ilişiği kesilmiş olacak. Bu görevden uzaklaşmalardan farklı olarak gerçekleştirilmiş olacak.
“Üniversite Yönetimi Olarak Bu Süreci Kararlı Bir Şekilde Devam Ettireceğiz”
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin önünün açılacağı konusunda inancımız tam. Dediğim gibi üniversite yönetimi olarak ve şahsen benim tek amacım bu süreci kararlı bir şekilde devam ettirmek ve bu yapının unsurlarını temizlemek. Hatta şunu söyleyeyim; bu yapıyla mücadele konusunda zafiyet gösteren idarecilerimizle de yollarımızı ayırıyoruz. Çünkü bu çok önemli bir şey.
“Adalet Kararlılık Gerektirir”
Adaletle hareket etmek bazen kararlı olmayı gerektirir hatta belki de her zaman kararlı olmayı gerektirir. Şunu hep söylüyorum; bizim ülke insanımızın feraseti, iyi yanı, iyiliği bazen şuna yol açıyor; biz bir suç işleyeni suç işlerken ayıplarız tam cezalandırma aşamasına gelindiği zaman acımaya başlarız. Bunun iyi tarafları da var kötü tarafları da var. Acımasız bir millet değiliz, bizim insanımızda böyle bir yumuşak kalp unsuru var, onu inkar edemeyiz ama bazen adaletin önüne geçebilir, kötü yanı da budur. Adalet kararlılık gerektirir, dolayısıyla adalet burada gözetmemiz gerektiren temel unsurdur. Birileri suç işlediyse adalet bunların cezasının uygulanmasını gerektirir. Hukuk sistemi ile inanç sistemimiz üstüne inşa edilmiştir. O yüzden diyorum ki DHKPC gibi veya Türkiye'nin bulunduğu bölgedeki yapılanmalardan IŞİD gibi yapılanmalar zaten böyle ortamlar beklerler. Artı, böyle bir girişim başarılı olmuş olsaydı Türkiye'nin kendi içinde sosyal olarak bölünmesi kaçınılmazdı. Karşı olanlar olacaktı, taraftar olanlar olacaktı. Bunların birbirleriyle olan belki de silahlı mücadelesi bu ülkeyi şüphesiz ki bir parçalanmanın eşiğine getirecekti. Doğrusu tehdit o kadar büyük ki, hayal etmek bile zor. Yani sonu, dibi gözükmeyen bir uçurumun kenarından döndük desek tam anlamıyla bunu ifade etmiş olabiliriz ancak.
Rektör Prof. Dr. Yücel Acer, “Halkın sokakta gösterdiği mücadelenin arka planına baktığımız zaman, milletin bu coğrafyadaki bin yıllık tarihiyle kazandığı o erdemlere ve onun üstüne Türkiye'nin bulunduğu noktaya, geldiği noktaya baktığımızda halkımızın Türkiye’nin kazanımlarının ne kadar farkında olduğunu görmüş olduk. Halkımız böyle bir durumda neyi kaybedebileceğimizi de çok iyi bildiğini yani aslında bilinçli bir millet olduğunu da bize göstermiş oldu”