Bozcaada'nın sevilen ismi Gazeteci Yazar Prof. Dr. Haluk Şahin Türkiye’nin coğrafi anlamda arada kalmışlığı ile ilgili bir blog yazısı yayınlayarak;“Batı’ya gittik almadı, Doğu’ya döndük olmadı!” diyerek Türkiye hakkında, ‘’ Türkiye bir dere yatağıdır diyebiliriz. Derenin suları bu derenin iki yakası –Doğu ile Batı– arasından akmaktadır” dedi.
Bozcaada'nın sevilen ismi Gazeteci Yazar Prof. Dr. Haluk Şahin bir blog yayınlayarak; ‘’Türkiye’nin bu ortada kalmışlığını 2020’de şöyle bir aforizma ile ifade etmiştim: Türkiye’nin gerçek adresi, Ne tam Doğu’da ne de tam Batı’da, ikisinin arasında! Aslında bu bir yer saptamasıdır. Türkiye’nin gerçek adresidir. En azından 2500 yıldır değişmeyen, uzun dönemli, yapısal bir durumdan söz ediyorum. Türkiye bir dere yatağıdır diyebiliriz. Derenin suları bu derenin iki yakası –Doğu ile Batı– arasından akmaktadır’’ dedi.
“TÜRKİYE NEREDE DOĞUDA MI, BATIDA MI?”
Bloğunda ayrıntılı bir şekilde Türkiye’nin Doğu Batı meselesini ele alan Şahin; En genel sorudan başlayalım: Türkiye nerede? Doğu’da mı, yoksa Batı’da mı? Rudyard Kipling 1889’da yazdığı şiirde “Doğu doğudur, Batı ise batı, ikisi asla buluşmayacak” demiş. Doğu Doğu’dur, Batı ise Batı. Peki, Türkiye hangisindedir? Bu ilk bakışta kolay görünen sorunun yanıtı kişiden kişiye değişecek, kesin ve net bir yanıt vermenin zorluğu ortaya çıkacaktır. Ukrayna’daki trajik savaştan sonra ‘Türkiye nerede?’ sorusu yine sık sık sorulmaya başlandı. Türkiye’nin AKP’den beri geri gittiği Doğu’dan yine NATO’ya ve Batı’ya döndüğü yorumları yapılıyor. Acaba? Bu türden yorumları iyi değerlendirebilmek için Türkiye’yi doğru çerçeveye koymak gerekiyor. Bu benim uzun yıllardır düşündüklerimi özetleyen bir çerçeve yazısı” ifadelerini kullandı.
“TÜRKİYE ANLAŞILMASI ZOR BİR ÜLKEDİR”
İşte blog yazısının detayları:
‘’Türkiye anlaşılması zor bir ülkedir. Sıra dışı, kendine özgü bir ülkedir de diyebiliriz. Toplumsal, siyasal ve kültürel konularda onu anlamaya başlayabilmek için ilkin doğru çerçeveyi seçmek zorundayız. En genel sorudan başlayalım: Türkiye nerede? Doğu’da mı, yoksa Batı’da mı? Rudyard Kipling 1889’da yazdığı şiirde “Doğu doğudur, Batı ise batı, ikisi asla buluşmayacak” demiş. Doğu Doğu’dur, Batı ise Batı. Peki, Türkiye hangisindedir? Bu ilk bakışta kolay görünen sorunun yanıtı kişiden kişiye değişecek, kesin ve net bir yanıt vermenin zorluğu ortaya çıkacaktır. Kipling’in iddiasına Türkiye kadar ters düşen başka bir ülke olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada ne Doğu tam Doğu’dur, ne de Batı tam Batı. Türkiye’nin adresi karışıktır. Türkiye hem Balkan hem de Kafkas ülkesidir, hem Akdenizlidir hem Karadenizli, hem Ortadoğu’lu hem Yakın Doğu’lu, hem Asyalıdır, hem Avrupalı Ve demek ki, Avrasyalı. Konum levhaları anlamsız değildir. İçleri coğrafya ve tarih ile doludur. Coğrafya ve tarih, kader ve sicildir. Bir maske gibi sıyırıp atamazsınız. Tarih, çocukluğumuz gibidir, ömrümüzün sonuna kadar bizimle gelir. Coğrafya, büyüdüğümüz mahalledir. Bırakıp gittiğimizi sansak bile, o kendisini düş ve karabasanlarımızda hatırlatmaya devam eder. Bazen geceleyin uyandığımızda hala orada olduğumuz sanrısına kapılırız.’’
‘’BU KARMAŞA BU TOPRAKTA YAŞAYANLARIN LANETİ VE NİMETİDİR”
‘’Bu karmaşa bu toprakta yaşayanların laneti ve nimetidir. Troya’dan beri Batı için Doğu, Antik çağlardan beri, Anadolu kıyılarından başlamıştır. “Anatolia” eski Yunanca’da “güneşin doğduğu yer” ya da doğu anlamına gelmiştir. Anadolu kıyılarında başlayan Doğu, karşı kıyıdan bakınca “barbarların yaşadığı yer” olarak da görülmüştür. Ege’den Troya’ya saldıran kavimler, “yüksek surlu kenti” savunanların dillerini anlamamış, duydukları garip sesleri kendilerince taklit ederek bar-barlar demişlerdir. Bunu Homeros’tan biliyoruz. İşte bu kadim bakış, özünde, çağları aşmış günümüze değin gelmiştir. Dinler, devletler, teknolojiler, kavimler değişse de aynı kalmıştır. Akhalıların ve daha sonra onların yerini alan istilacıların sınırın ötesindekiler için çağlar boyunca kullandıkları nitelemelerin değişmeye karşı direnci şaşırtıcıdır. Mikenlerden Haçlı seferlerine, oradan sömürge imparatorluklarının oluşturulmasına, Troya’nın kuşatılmasından Çanakkale savaşlarına ve günümüzün Avrupalı ırkçılarının “Sen bizden değilsin” diye özetlenebilecek olan reddiyelerine ana temalar hep aynıdır. “Barbar Doğuluya karşı çıkış, Batılının ortak kimlik öğelerinden biridir. Aktörler değişse de, tanımlama aynı kalmıştır: Batıdan Ege’yi geçerek gelen Akhalıların karşısındaki barbarlar Troyalılardır, Yunanlıların karşısında Persler, Hristiyanların karşısında Müslümanlar, Aydınlanmanın karşısında dinci diktatörlükler. O “barbarlık” çizgisi, onlara göre, “uygarlık” sınırıdır. Ara bölge Oryantalizmin kökündeki bu müzmin Doğu-Batı çatallanması (dikotomi) uygarlık haritasını basitleştirse de, bazı olguları da bulanıklaştırıp algılanmasını zorlaştırmıştır. Çünkü hayat o kadar basit değildir. Ara bölgeler, köprüler vardır. Oralarda, Doğu’nun içinde Batı vardır, Batı’nın içinde de Doğu. Şaşırıp sorarsınız: Burası neresi?’’
“OSMANLI İMPARATORLUĞU AVRUPA İÇİN DOĞU’YU VE SINIR ÖTESİNİ TEMSİL EDİYORDU”
‘’Osmanlı İmparatorluğu Avrupa için Doğu’yu ve sınır ötesini temsil ediyordu. Oysa 15. Yüzyıl’dan batışa kadar Osmanlı’nın yönetim ve toprak olarak ağırlığı Avrupa kıtasındaydı, yani Batı’daydı. Samuel Huntington gibileri, 1923 sonrasında yeni Türkiye’nin yaptığı reformlarla uygarlık sınırını tam olarak geçip Batılı olma çabasını yapay ve sürdürülmez buldular, onu Doğu’daki “doğal yerine, İslam dünyasının liderliğine davet ettiler. Gelin görün ki, bu daveti kabul eden siyasal İslamcılar Doğu’da kendilerini kollarını açmış bekleyen bir ümmet bulamayıp açıkta kaldılar. Avrupa Birliğinden sonra İslam Konferansı’nın Türkiye’ye ilişkin kararlarının tutanaklarına ve satır aralarına bakacak olursanız aynı dışlayıcı üslubu görürsünüz. Türkiye’nin bu ortada kalmışlığını 2020’de şöyle bir aforizma ile ifade etmiştim: “Batı’ya gittik almadı, Doğu’ya döndük olmadı!”
‘’TÜRKİYE’NİN GERÇEK ADRESİ’’
‘’Ne tam Doğu’da ne de tam Batı’da, ikisinin arasında! Aslında bu bir yer saptamasıdır. Türkiye’nin gerçek adresidir. En azından 2500 yıldır değişmeyen, uzun dönemli, yapısal bir durumdan söz ediyorum. Türkiye bir dere yatağıdır diyebiliriz. Derenin suları bu derenin iki yakası –Doğu ile Batı– arasından akmaktadır. Arada bir dağlardan kar suları iner, ovaları sel basar. O kadar basar ki, etraf göle döner, dere yatağı kaybolur. Derken, sular çekilir ve dere eski yatağına döner. Bazen kısa bazen uzun bir süre sonra olur bu. Öyle olagelmiştir. Tarihsel gelgittir diyebiliriz. Her sel kumunu bırakır, o kum daha öncekilere karışır, ama dere eninde sonunda iki yaka arasındaki yatağına geri gelir. Değişmiş ve aynı kalmıştır. Büyük tarihçi Halil İnalcık’ın dediği gibi “Anadolu, tarihi boyunca, Bronz Çağı’ndan günümüze değin, Doğu ve Batı kültürleri arasında iletim ve kaynaşma sağlayan bir köprü olmuştur. Üstadın kullandığı “kaynaşma” ya da “füzyon” sözcüğünün altını çiziyorum. Edilgen bir değişme değil, etken, gönüllü bir birleşme. Ve yeni sentezler Anadolu sevdalısı denemeci Sabahattin Eyüboğlu’nun deyişiyle, nice kavimlerin gelip geçtiği bu topraklarda hep fetheden fethedilmiştir. Bu durum Yunanlılardan Perslere, oradan Büyük İskender’e, Roma’dan Osmanlı’ya ve günümüze, tüm dönemlerde, süregitmiştir. Bugün de devam etmektedir. Ben bunu sinemacıların dissolve dedikleri “tedrici” geçişe benzetirim. Kurguda bir sahneden ötekine geçerken eski görüntü ile yeni görüntü iç içe geçerse, bir ara ikisinden de farklı bir resim belirir ekranda. Ne tam odur ne de tam bu. Türkiye işte o görüntüdür. Bir pentimento olduğu kadar bir taslaktır.
“İKİ ARADA BİR DEREDE BURASI TÜRKİYE”
“Karşınıza çıkan görüntü harika bir sentez örneği olabileceği gibi, ne idüğü belirsiz bir ucube de olabilir. Koca Sinan’ın Süleymaniye’si olabileceği gibi, ondan 500 yıl sonra yapılmış şişirme camilerden biri de olabilir. En büyük tehlike yarım yamalaklıktır. Yarım yamalak binalar, yarım yamalak kurumlar, yarım yamalak çözümler, yarım yamalak hayatlar. Buralarda insanlar birbirlerini anlamakta zorluk çeker, ama bir ıslıkta anlaşırlar. Sınırda olmanın iki kutupluluğu (bipolaritesi) bir gerginlik ve bir zenginlik olarak sürekli hissedilir buralarda. Müthiş sentezler yaratabilme potansiyeli de, şizofren sayıklamaları özgün sayma olasılığı da oracıktadır. Sınır ötesinden girenlerin ucuz taklitleri ve kaba benzerleri yaygındır, çünkü kopya kolaydır. Ama daha fazlasını yapmak isteyenler de hiç eksik olmaz. İki arada bir derede. Burası Türkiye’dir.’’
Bünyamin Nami Tonka