Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı Gelibolu Yarımadası’ndan ismini alan Gelibolu ilçesi, ismi dünyada tanınan nadir ilçelerden biri.  İlçe konumu, tarihi ve mevlevihanesi ile dikkat çekiyor. Boğaz köprüsünün de yakınında yapılması, ilçeye ayrı bir katkı sağlamış oldu.
 
Gelibolu, Çanakkale Boğazı'nın Marmara Denizi'ne açıldığı noktada yer alıyor. Gelibolu bulunduğu konum nedeniyle birçok ırka ev sahipliği yapmıştır. Şehir konu itibariyle birçok savaşa ev sahipliği yapmıştır.  Ayrıca zamanda önemli bir liman ve ticaret merkezidir. İsmi İyi ve güzel şehir anlamına geliyor. Gelibolu, Persler Spartalı’lar Makedonyalıların, Bergamalıların, Romalıların, Bizanslıların ve en son da Türklerin hakimiyetine girmiştir.  1915 yılında Gelibolu, Gelibolu Yarımadası Çanakkale muharebelerinde bombalanmış ve yer yer tahribata uğramıştır. Bunun ardından şehir, 4 Ağustos 1920’de Yunanlılar tarafından işgal edildiyse de 3 Ekim 1922’de terk edilmiştir. Gelibolu, Cumhuriyet döneminin başlarında vilayet merkezi olmuş, (1923) bu durum 1926’ya kadar devam etmiş ve bu tarihte ilçe merkezine dönüştürülmüştür. Tarihin en kanlı savaşlarına ev sahipliği yapan bu şehir Çanakkale’nin en güzel ilçelerinden biridir. Gelibolu hem kültür turizmiyle, hem de deniz turizmiyle her yıl binlerce turiste ev sahipliği yapıyor.       
GELİBOLU MEVLEVİHANESİ
Gelibolu dünyanın en büyük mevlevihanesi ev sahipliği yapıyor. Bu yapı 1621 yılında ilk postnişi Azade Mehmet Dede ve dervişleri tarafından inşa edilmiştir.
O tarihten sonra çok geniş bir alana yayılarak köfeki taşından minaresi, kiremit çatısı iki katlı semahanesi, semahanenin yanında kadınlar mahfili, divanhanesi, ocaklı köşkü, abdest alma yerleri, derviş hücreleri, şeyhin haremi, kütüphanesi ile zamanın en gelişmiş eğitim merkezleri arasında yer almaktaydı. Son onarımı 1889-1900 yılları arasında Sultan 2. Abdülhamit tarafından yapılan Mevlevihane bu yüzyılın başlarında derin bir uykuya dalmıştır. Askeri bölge içinde kalıp önce hastane daha sonradan depo olarak kaderine terk edilen Mevlevihane 1994 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satın alınarak 2005 yılında ziyarete açılmıştır.
 
Yıllardır derin uykuda olan bu büyük kültür mirası, bugünlerde derin uykusundan uyanmaya başlamıştır. Gelibolu Mevlevihanesi’ni Koruma ve Mevlevi Kültürünü Tanıtma Derneği ile Bursa Mevlana Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği ele ele vererek bu büyük kültür mirasına can vermektedirler. İki seneye yakın süredir her ay düzenli olarak Bursa dan gelen ekip aslına uygun olarak mesnevi sohbetleri ve sema yapmaktadırlar. Gerek Bursa da gerek Gelibolu da yaptıkları hiçbir faaliyetten ücret talep etmeyen bu son dönem “aşk yolcuları” unutulmuş bir kültürü tekrar ayağa kaldırabilmek için tüm gayretleriyle çalışmalara devam etmektedirler.
Onbeş Mevlevi asitanesi içinde hem en geniş araziye, hem de en büyük ve haşmetli semahaneye sahip olanıdır. Binalarından bugüne kalanlar, Hamzakoy’daki askeri bölge içinde ve deniz kenarına yakın alanda bulunan semahane-türbe binası ile taçkapıdan ibarettir.
 
Mevlevihanenin banisi ve ilk postnişini, yeniçeri ağalarından Kara Hasan Ağa’nın oğlu Ağazade Mehmed Hakiki Dede’dir. Sakıb Dede’nin Sefine’sinden öğrenildiğine göre (II, 26-37) Ağazade gençliğinde malını mülkünü kardeşi Asaf Ağa’ya bağışlayıp dünya ile ilişkisini kesmiş ve Konya Mevlana Dergahı’nda I. Bostan Çelebi’nin müridi olup çile çıkarmıştır. Uzun yıllar matbah-ı şerifte hizmet ettikten sonra hilafet alıp maceralı bir seyahatin arkasından Gelibolu’ya dönmüş ve şehrin ortasında bulunan Ahi Devle Zaviyesi’ne yerleşip sohbet toplantıları tertip ederek Mesnevi dersleri vermeye başlamıştır. Ancak talep fazlalaşınca zaviye yetersiz kalmış, Ağazade de kardeşi Asaf Ağa’nın iade ettiği malları ve tanıdıklarının yardımıyla bu zaviyenin yanına, sonradan kendisinin de defnedildiği yerde (bugünkü mevlevihanenin bulunduğu mevki) bir “ayin-i Mevlevi hankahı” inşa edip ölümüne kadar (1063/1653) bu dergahın postnişinliğini ifa etmiştir. Mevlevihanenin son şeyhi Mehmed Burhaneddin Dede-Efendi’nin anlattığına göre ise (Konya Mevlana Müzesi Arşivi, nr. 65/6) Ağazade’nin Gelibolu’ya dönüşünde Solakzade Mehmed Ağa kendi mescidine bitişik iki odayı ona vermiş, bundan sonra ders ve sohbetler burada, ayinler de mescidde icra edilmiştir.
 
Zamanın kaptan-ı deryası Ohrili Hüseyin Paşa Akdeniz seferinden dönerken Gelibolu Mevlevihanesi’ne uğrayıp kerametleriyle meşhur olan şeyh Ağazade Mehmed Dede’ye intisap etmiş ve ondan yakında sadaret mührünün kendisine verileceği haberini almıştır. Hüseyin Paşa veziriazam olduktan sonra (Mart 1621) Beşiktaş Mevlevihanesi’ni yaptırıp Mehmed Dede’den ilk postnişin olmasını istemiş, böylece her iki mevlevihanenin meşihatini birlikte yürütmeye başlayan Mehmed Dede, ikisinde de çarşambaya rastlayan mukabelelere münavebeli olarak iştirak edebilmek için küçük bir yelkenliyle Gelibolu – İstanbul arasında gidip gelerek bir haftasını Beşiktaş’ta, bir haftasını Gelibolu’da geçirmiştir. Ancak Hüseyin Paşa’nın II. Osman’la birlikte öldürülmesinin (Mayıs 1622) arkasından Beşiktaş Mevlevihanesi postnişinliğini bırakıp Gelibolu’da kalmıştır. Sakıb Dede’ye göre daha sonra, babası Kasa Hasan Ağa’nın yanında yetişen IV. Murad’ın veziriazamı Kemankeş Kara Mustafa Paşa Mehmed Dede’nin maddi ve manevi koruyucusu olmuş, kardeşi şair Sineçak Osman Dede bir müddet Mehmed Dede ile birlikte Gelibolu mevlevihanesi’nde kalmıştır. Evliya Çelebi de Ağazade’nin ders ve sohbetlerinde bulunup mübarek ellerini öptüğünü yazmaktadır (Seyahatname, V, 317).
 
Vakfiyesi ele geçmediğinden Mevlevihanelin kuruluş tarihi kesin olarak belli değildir. Bununla birlikte Ohrili Hüseyin Paşa’nın veziriazam olmasından (1621) önceki bir tarihte kurulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bazı yazarların verdiği 1667 tarihi yanlıştır. Arşiv kayıtlarına göre Ağazade’den sonra sırasıyla Asaf Ağa’nın oğlu ve divan sahibi Sabir Paşa (ö. 1713), Mehmed, Abdülkerim, Bosnevi Mehmed (ö. 1750), Mustafa b. Bosnevi Mehmed, Lutfullah, Hüseyin b. Mustafa (ö. 1796), bunun oğlu Ali İzzet, bunun oğlu ve Galata MEvlevihanesi’nin şeyhi Ahmed Celaleddin Dede’nin babası Hüseyin Azmi (1868 de Kahire Mevlevihanesi postnişinliğine tayin edildi), onun kardeşi Mehmed Hüsameddin (ö. 1885), oğlu Mustafa Daniş (ö. 1896) ve bunun oğlu son şeyh Mehmed Burhaneddin Dede (ö. 1954) meşihat makamında bulunmuşlardır.
 
II. Mustafa döneminde Lapseki’deki Bayramdere mezraasının hasılatı mevlevihaneye tahsis edilmiş, III. Mustafa zamanında 1766’daki depremden büyük hasar gören yapılar 5833.5 kuruş harcanarak onarılmıştır (1767). Bu tamirata ait keşif raporundan (BA, MAD, nr. 3160, s. 618-619) külliyenin o zamanlar küfeki taşından minareli, kiremit örtülü ve bakır alemli, iki katlı bir semahanesinin bulunduğu; sema meydanı döşemesiyle mahfel, merdiven ve kürsünün ahşaptan yapıldığı; üst katın giriş kapısının saçaklı ve duvarların nakışlı olduğu; semahanenin bir yanında kadın mahfeli, divanhane, ocaklı köşk, diğer yanında cephesi abdest musluklu, altı derviş hücresiyle şeyhe mahsus sofalı iki oda, kütüphane ve divanhanenin yer aldığı öğrenilmektedir.
 
Mevlevihane, III. Selim dönemine rastlayan 1805 yılında 8974 kuruş harcanarak Kalyoncuzade Mustafa Efendi tarafından tekrar tamir ettirilmiş ve buraya II. Mahmud Lapseki’ye bağlı Güreci karyesi, Abdülmecid de Çamhas ve Çeltikçi tımarlarını vermişlerdir. Daha sonra Abdülmecid, 47.430 kuruş harcama ile harap binaları genişleterek yeniden inşa ettirmiş ve avlunun doğu taçkapısı üzerine 1256 (1840) tarihini taşıyan güneş ışınlı-tuğralı kitabeyi koydurmuştur. 1850 – 1851 de 95.390 kuruş sarfıyla yeniden tamir-tadil edilmiş ve bu faaliyetin kitabesi de batıdaki taçkapının ön cephesine yerleştirilmiştir. II. Abdülhamid tarafından 1899 – 1900 yıllarında semahane – türbe binasının yenilendiği, türbenin ve semahanenin kapılarındaki kitabelerden anlaşılmaktadır. Batıdaki avlu taçkapısının arka cephesinde bulunan kitabeden de mevlevihane’yi “ka’betü’i-uşşak-ı sani” (İkinci Mevlana Dergahı) haline getiren son büyük onarımın 1908’de tamamlandığı öğrenilmektedir.
Mevlevihane 1949’dan itibaren, derviş ve fakirlerin yemek masraflarına harcanmak kaydıyla mukataa ve tımar bedelinden tahsis edilen 13.620 kuruşla haftada iki akşam bütün Gelibolu fakirlerine yemek verildiği bilinmektedir. 1911’de burada on altı hücrenişin dervişle beş matbahnişin (çilekeş can) ikamet ediyor, görevli kadrosu sertabbah, mesnevihan, türbedar, neyzenbaşı ile muavini, kudümzenbaşı, duahan, na’than, kazancı dede ve serhücrenişinden oluşuyordu (Konya Mevlana Müzesi Arşivi, nr. 65/6). I. Dünya Savaşı sırasında buranın son şeyhi Burhaneddin Dede, yedi dervişiyle birlikte Dördüncü Ordu emrindeki Mevlevi alayına katılıp üç yıl Şam’da kalmıştır. Bundan sonra Gelibolu düşman işgali altına girdiği için mevlevihanenin tarihçesi karanlıktır. Bu dönemde cephanelik olarak kullanılan semahane – türbe binasındaki sütunlar üzerinde izleri görülen kalın kelepçelerden ahşap kirişlere taşıtıldığı anlaşılan asma kat halindeki mahfiller ve merdiveniyle zeminin döşeme tahtaları sökülmüş, sandukalar kaldırılıp türbe tabanı toprak haliyle bırakılarak semahane tabanı betonla kaplanmış, kuzeydeki semahane giriş kapısına beton briket örülmüş ve senahanenin asma kat mahfillerine çıkan çifte kanatlı iki merdivenin arasındaki boşluklar gözetleme kulesi haline getirilmiştir. Eski resimlerde görülen ana binanın türbe girişi önündeki hamuşanla (kabristan) avlu taçkapılarının tuğralı üçgen alınlıkları ve çatıdaki Mevlevi sikkeli alem tahrip edildiğinden günümüze ulaşmamıştır.
 
Geniş bir araziye ve kagir bir semahaneye sahip olan mevlevihane, bulunduğu stratejik ve müstahkem mevkiinden dolayı halen askeri garnizon olarak kullanılmaktadır. Yıkılan mescitle müştemilatının yerine bir askeri hastane ve ek hizmet binaları inşa edilmiş, askeri malzeme deposu olarak kullanılan semahane-türbe binasının 1980’den önce geçirdiği çatı ve cephe onarımı sırasında güney cephesi kesme taşla yeniden kaplanmış, batıdaki semahane alt ve üst mahfel kapıları pencereye dönüştürülmüş, pencerelere de petek revzen ve korkuluklar takılmıştır. 1994 yılında bina Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satın alınarak çatısının onarımına başlanmıştır.
 
Nazif Cemhan Şen