Bakan Nebati burada yaptığı konuşmada, dünya üretim ve ticaret haritasında çeşitli kaymalara yol açabilecek değişimlerin yaşanabileceği bir döneme girildiğini belirterek, “Bu dönemde Türkiye, stratejik lokasyonu ve sahip olduğu birçok rekabetçi avantajıyla kuşkusuz önemli alternatif tedarikçi ülkelerden biri olarak öne çıkmıştır. Yani esasında mevcut krizin ülkemiz özelinde ortaya çıkardığı fırsatlar, tehditlerden daha ağır basmaktadır.” dedi.
Nebati, 3 imparatorluğa başkentlik etmiş, Asya ile Avrupa’yı birleştiren, dünyanın eşsiz şehirlerinden biri olan İstanbul’da, Boğaz’ın hemen yanı başında, 4 farklı kıta ve 12 ülkeden dünyanın önde gelen iktisatçılarını ağırlamaktan memnuniyet duyduklarını ifade etti.
Açılışta gösterilen videoyu anımsatan Nebati, videonun Türkiye’yi iyi özetlediğini, Türkiye’nin gerçeğinin videoda görüldüğünü, Türkiye’nin bir şeyleri başardığını ve gerçekleştirdiğini aktararak, zirveye katılan teorisyenlerin sözleriyle bunları desteklemesi ve okumasını diledi.
“Bugün burada etraflıca konuşulacağını düşündüğüm ekonomi politikaları ve deneyimlerinin, siz değerli akademisyenlerin katkılarıyla uluslararası ekonomi tartışmalarına da fayda sağlayacağına inanıyorum.” diyen Nebati, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ekonomik ve sosyal politikaların veçhe ve kapsamının, hem konjonktürel gelişmelerden etkilendiği hem de beşeri bilimlerdeki doktrin ve paradigma değişimleriyle şekillendiği görüşüne sanırım buradaki herkes katılacaktır. Gerek ulusal gerek küresel iktisat tarihi incelendiğinde, iktisat politikalarının dizaynı ile dönemsel ekonomik gelişmeler arasında sıkı bir korelasyon olduğu görülür. Binlerce yıla yayılan iktisadi tarih incelendiğinde farklı dönemlerde farklı ekonomik yaklaşımların öne çıktığı görülmektedir. Örneğin, 15. yüzyılda devletin gücünün ana kaynağının ülkenin sahip olduğu değerli maden miktarı olduğu ve bu değerli maden miktarının ancak dış ticaret ile artırılacağını savunan merkantilist düşünce hakimken, 18. yüzyılda ülkenin zenginliğinin, ticaretin aksine doğa ve tarımsal faaliyetten geldiği tezini savunan fizyokrasi düşüncesi hakim olmuştur. 18. yüzyılın sonlarında ise yaşanan sanayi devrimi, devletin müdahalesinin olmadığı bir serbest piyasa ekonomisini benimseyen ve kurucusu Adam Smith olarak kabul edilen klasik iktisadi düşüncenin ortaya çıkmasına neden olmuştur.”
“İktisat tarihi incelendiğinde göze çarpan husus, ekonomi politikalarının her ülkede aynı neticeler doğurmadığı gerçeğidir”
Nureddin Nebati, farklı dönemlerde farklı iktisadi düşüncelerin hakim olmasında, toplumsal ve teknolojik dönüşümlerin sosyoekonomik şartların değişmesine neden olmasının ve bu değişimin yeni politika setlerinin oluşturulmasını zorunlu kılmasının etkili olduğunu söyledi.
Toplumları ileriye götüren itici gücün, Schumpeter’in de “yaratıcı yıkım” şeklinde ifade ettiği üzere, böylesine bir döngü olduğunu belirten Nebati, şunları kaydetti:
“Bilindiği üzere, bu dinamik süreç, teknolojik ilerleme sebebiyle bugün Paul Virilio’nun Hız ve Politika’da çarpıcı bir biçimde ortaya koyduğu gibi, önceki dönemlere nazaran çok daha hızlı işliyor. Eskiden belki de 100 yılda ulaştığımız bir sosyoekonomik eşiğe, 20. yüzyılın sonları itibarıyla çok daha kısa sürede ulaşıyoruz. Nitekim bu durum, politika altyapısının ve bununla birlikte ekonomi politikasının da kısa aralıklarla güncellenmesini zorunlu kılmaktadır. İktisat tarihi incelendiğinde göze çarpan diğer bir husus, aynı ekonomi politikalarının her ülkede aynı neticeler doğurmadığı gerçeğidir. Bir ülke ekonomisinin büyüme performansına olumlu etki eden bir politika, başka bir ülkede enflasyonist baskılara neden olabilmektedir. Bu farklılık son derece doğaldır. Zira her ülkenin geçmişten tevarüs eden kültürü, kurumsal altyapısı, coğrafi konumu, doğal kaynakları ve sektörel yapısı gibi birçok hususta birbirinden çok farklı, özgün yönleri vardır.”
1929 yılındaki Büyük Buhran’ın yıkıcı etkisiyle bir yandan “bırakınız yapsınlarcı” liberal sistemin büyük bir hızla terk edilirken, en başta Avrupa’da, sonra dünyada ekonomik dirijizmin (devletin ekonomik hayata müdahalesi) bütün azameti ile yükseldiğini ifade eden Nebati, “Bu dönemde kurulan dünya iktisadi nizamı; bir yandan Keynesçi refah devleti anlayışı ve kamu politikalarıyla, diğer yandan da Fordist üretim sistemi ve güçlü işçi sendikalarıyla kapitalist sisteme ve özellikle Batı ekonomilerine altın çağını yaşatmıştır. Ancak söz konusu dönemin dünyanın geri kalanı için pek de altın bir çağ olmak şöyle dursun, toplumsal ve ekonomik bakımdan ket vuran bir konjonktür ortaya çıkardığını söylemek, öyle sanıyorum ki, pek yanlış olmaz.” diye konuştu.
Nebati, çoğu ülkenin yoğun sanayileşme ve kalkınma çabalarına rağmen bu dönemde kalkınma hamlesi gerçekleştirebilen ülke sayısının azlığının, 1944 yılında Bretton Woods’ta kurulan ve ülkelerin para birimlerini ABD dolarına sabitlemelerini gerektiren sistemin etkinliğinin ve adaletinin sorgulanmasına neden olduğunu, bu dönemde, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasındaki farkın açılmasının literatürde bazı tartışmaları da beraberinde getirdiğini anlattı.
Gelişmekte olan ülkelere kalkınmanın tek reçetesi olarak sunulan Ortodoks ekonomi politikalarının, gelişmekte olan birçok ülkede büyük cari işlemler açığı ve beraberinde borç krizleriyle neticelendiğini aktaran Nebati, uluslararası ödemelerde çeşitli sorunlar yaşandığını ve nihayetinde Bretton Woods sisteminin 1970’li yıllarda çöktüğünü söyledi.
Nebati, Keynes’ci politikaların sınırına gelinmesi, 1973’te yaşanan petrol krizi ve arz şokları, kısacası egemen nizamın ekopolitik krizinin 1980’lerin başından itibaren uygulamaya alınan yeni liberal politikalarla aşılmaya çalışıldığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Önce İngiltere’de Thatcher, daha sonra da ABD’de Reagan uluslararası iktisat politikalarında Keynes’ci müdahale yönteminin terk edilmesini ve serbest piyasa mekanizmalarına daha fazla ağırlık veren politikalara geçilmesinin zorunluluğunu vurgulamıştır. ‘Piyasanın kendi haline bırakılırsa toplumsal faydayı maksimize edeceğine’ inanan Hayek’çi yaklaşımın beden bulduğu bu politika ile kamu harcamalarının kısılması, refah devleti politikalarının terk edilmesi, kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesi, çeşitli sektörler üzerindeki kamu denetiminin hafifletilmesi hedeflenmiştir. Böylece hem makro ekonomik politikalarda devlet müdahaleciliği hem de tekil piyasalarda devlet denetimi azaltılmaya başlanmıştır.
1990’larla beraber küreselleşmenin tahkim edilmesi, yani global ölçekte etkileşimlerin artarak uluslararası ticaretin, sermaye akımlarının ve kültürel alışverişin tarihte eşi benzeri görülmemiş bir oranda artması ve bunun sonucunda sosyokültürel alanda postmodernizmin başat toplumsal doktrin haline gelmesi gelişmekte olan ülkeler için bir yandan yeni fırsatlar sunarken, diğer yandan bu ülkeleri yeni kriz riskleriyle karşı karşıya getirmiştir. Gelişmekte olan pek çok ülke, 1990’lı yıllarda neredeyse peş peşe kriz yaşamıştır. Meksika, Brezilya, Arjantin, Uzak Doğu Asya ülkeleri, Rusya ve Türkiye, 1990’larda finansal kriz veya döviz krizi yaşayan ülkelere örnek gösterilebilir.”
“Dünya üretim ve ticaret haritasında çeşitli kaymalara yol açabilecek değişimlerin yaşanabileceği bir döneme girdik”
Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, bir teknoloji devrimi olarak internetin 1990’lı yılların sonlarında yaygınlaşmaya başlamasının, 2000’li yıllarda küreselleşmenin yeni bir evreye girmesini tetiklediğini belirterek, “2000’li yıllar, uluslararası sermaye hareketlerinin ve uluslararası doğrudan yatırımların arttığı, küresel likiditede göreli bir artışın yaşandığı ve gelişmekte olan ülkelerin küresel sermayeye daha kolay ulaşabildikleri bir dönem oldu. Ancak bu dönem de uzun sürmemiş, 2008 yılındaki küresel finans kriziyle kesintiye uğramıştır.” diye konuştu.
Küreselleşmeyi temel alan neoliberal kapitalist sistemin yaşadığı en ağır finansal olan 2008 krizinin, AB ülkelerinde bir borç krizine dönüşerek daha uzun süre etkisini sürdürdüğünü, diğer yandan da iktisadi paradigmada önemli dönüşümlerin yolunu açtığını vurgulayan Nebati, bu krize küresel düzeyde çözüm bulma arayışı çerçevesinde G20 aktif hale getirilse de bu dönemde özellikle bazı gelişmiş ülkelerin, örtülü bir şekilde de olsa liberal politikalardan uzaklaşma veya korumacı bir yaklaşıma yönelme eğilimleri sergilediğini anlattı.
Nebati, küreselleşmeye dayalı neoliberal ekonomi doktrinine ters düşen bu örtülü tedbirler ve korumacı eğilimlerin, örneğin ABD’de Trump döneminde daha belirgin hale geldiğini belirterek, “ABD-Çin ticaret savaşı, Amerika’nın gelişmekte olan ülkelerden ithal ettiği bazı ürünlere uyguladığı gümrük vergilerini artırması ve benzeri diğer adımlar, küreselleşmenin temel dinamiklerine ket vuran bu yeni muhafazakar yaklaşımın açık yansıması olarak gösterilebilir.” dedi.
Dünya ekonomisinin gündeminde ABD-Çin gerilimi ve ticaret savaşları varken başlayan Kovid-19 pandemisinin hem paradigmada hem de uygulamada köklü değişimlerin kapısını aralayan tarihi bir dönüm noktası olarak ortaya çıktığını vurgulayan Nebati, şunları kaydetti:
“Pandeminin, son 20 yıldır üretim ve ticaret bakımından küresel ekonomide giderek öne çıkan ve özellikle Batı dünyasının en önemli tedarik merkezi haline gelen Çin’de ortaya çıkması küresel tedarik ve lojistikte ciddi sorunlara yol açmıştır. Batı ekonomileri, tedarik anlamında giderek tek merkeze bağımlı olmanın yol açtığı problemlerle yüzleşmek durumunda kalmıştır. Kısaca özetlemeye çalıştığım ve sizlerin de çok iyi bildiğiniz bu süreç, son yüzyılda ekonomi politikalarının temelini teşkil eden paradigmanın konjonktürel gelişmelerle nasıl paralel bir şekilde değiştiğini göstermektedir.
Pandemi sürecinde, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere neredeyse tüm ülkeler genişletici para politikaları, faiz indirimleri ve çeşitli kamusal teşviklerle pandeminin ekonomilerde sebep olduğu hasarı azaltmaya çalışmışlardır. Ekonomi politikalarının yeniden müdahaleci bir görünüm almasına şahitlik ettiğimiz bu yeni dönemde, uluslararası kuruluşların da çeşitli finansal destek programlarıyla küresel ekonominin canlandırılması çabalarına destek verdiği görülmüştür. Bu süreçte Batılı ülkeler için alternatif tedarik merkezleri bulma arayışı da kaçınılmaz bir şekilde gündeme gelmiştir.”
Tedarik sıkıntısı nedeniyle birçok sektörde yatırım kararlarının seyrinde küreselden ziyade yerele ve bölgesele dönüşün gerçekleştiğine işaret eden Nebati, “Hatta öyle ki dünya üretim ve ticaret haritasında çeşitli kaymalara yol açabilecek değişimlerin yaşanabileceği bir döneme girdiğimiz söylenebilir. Bu dönemde Türkiye, stratejik lokasyonu ve sahip olduğu birçok rekabetçi avantajıyla kuşkusuz önemli alternatif tedarikçi ülkelerden biri olarak öne çıkmıştır. Yani esasında mevcut krizin ülkemiz özelinde ortaya çıkardığı fırsatlar, tehditlerden daha ağır basmaktadır. Bir kere bunu görebilmek gerekiyor.”

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı