Onlardan biriside gazeteci yazar Haluk Şahin’in yaptığı oldu, Şahin arasında geçen anıları ve kitaplarındaki hatırlatmaları yaparak; ‘’ Sevin sevmeyin. Hıncal’sız Babıali daha da az ilginç bir yer olacak!’’dedi. 
 
Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Gazeteçi Yazar Hınça Uluç’un ardından çok syıda taziye ve paylaşım yapıldı. O paylaşımlardan birisi de Çanakkale’den Bozcaada’dan geldi gazeteci yazar Prof.Dr. Haluk Şahin yaptığı paylaşım şu şekilde oldu; ‘’Kadim meslek arkadaşım Hıncal Uluç’un ölümü üzerine yazılanlar da tartışma yarattı. Bu durum Hıncal’ın hoşuna giderdi diye düşünüyorum: Tartışma çıkartmayı severdi. Kimi hayatlar iyi kötü, çelişkili sahneler albümü gibidir. Hayatları bir kalemde toptan yargılamayacak kadar çok insan tanıdım. Nokta’dan sonra onca yıldır Hıncal’ı görmedim, onun “hiperbolik” hırçın üslubuna kızdığım zamanlar oldu, ama bunu kişisel, hatta çocukluğuyla ilgili bir özellik olarak algıladım. Bu şekilde dikkat çekmeyi seviyordu. Arada kimsenin söyleyemediği doğruları söylediği de oluyordu. Bir yerde karşılaşsaydık o bana “Doktor adaya kaçmışsın, iyisin gene!” der, ben de ona “Şu yaşta hala esip gürlüyorsun!” diye takılırdım.Sevin sevmeyin. Hıncal’sız Babıali daha da az ilginç bir yer olacak!Yıl 1983-84  Genel Yayın Yönetmeni olarak Nokta Dergisi’ndeyiz. Bir gün yayınlanacak “Ve Tren Gidiyordu” adlı anılar kitabımdan:
 
“YAYIN TOPLANTILARI
 
‘’Salı öğleden sonraları Nokta, kanlı bir cenk alanına dönüyordu. O gün derginin yayın kurulu toplantısı yapılıyordu. Dergiden bölüm şefleri ve onlara ek olarak Erkekçe’den Hıncal Uluç, Kadınca’dan Duygu Asena, hukukçu Adil Özkol, zaman zaman Genel Koordinatör Mustafa Özyürek ve Ercan da katılıyordu. Önce geçen sayının eleştirisi ile başlıyorduk, sonra da gelecek sayıda ele alacağımız konuları tartışıyorduk.Elimizdeki olanaklarla çalışıp didinip gittikçe daha iyi bir dergi çıkardığımız kanısındaydık. En azından ben öyle düşünüyordum. Evet tiraj bir türlü 20 binin üzerine çıkmıyordu ama, o günün koşulları içinde bu fena bir rakam değildi; Nokta’nın her hafta biraz daha etkili bir marka haline gelmesinden memnunduk.Toplantının başında, futbol eleştirmeni olarak ün yapmış olan Hıncal Uluç bir önceki sayımızı yerden yere vuruyordu. Hıncal’ı Ankara’dan TRT yıllarından tanıyordum. Televizyon Dairesi’nin Program Danışmanı olduğum dönemde bazı günler odamdan çıkmazdı. Bu toplantılarda her şeyi bilen bir allame-i cihan kesiliyor, derginin bütünü ve içinde çıkmış yazılar hakkında çok ağır şeyler söylüyordu. Arada geçen yıllarda, Türkiye’de hiperbol sanatçılığının iyi iş yaptığını keşfetmişti. “Hiperbol” yani kasten abartma ve çarpıtma, böyle yaparak dikkat çekme! Haksız, haddini aşan yergiler yaparak olsa da!’’
 
 
“Bu yazı iyi yazılmamış!” değil, ”Bu kadar berbat yazılmış bir yazı daha okumadım!”
 
 
‘’Ben söylediklerine yer yer öfkeleniyor, ama fazla bir şey söylemiyordum. Salı toplantıları Hıncal’ın hiperbol gösterileri nedeniyle kaygıyla beklediğim bir sınava dönüşmüştü. Arkadaşlar, saatlerce sürebilen toplantıdan yüzüm bembeyaz çıktığımı söylüyorlardı. Bir gün düşündüm, Hıncal’ın söylediklerinin asıl yaralayıcı olan yanı, içerikle değil üslupla ilgiliydi. Aslında, zaman zaman haklı olduğunu, eleştirdiği yazının daha iyi yazılabileceğini ben de kabul ediyordum.O zaman şöyle bir karar verdim. Hiperbol sanatçısı Hıncal’ı değil, deneyimli gazeteci Hıncal’ı dinleyecektim. Yaptığı eleştirilerden sadece üçüne katılsam bile, onların düzeltilmesi fena mı olurdu dergi için? Onları bir daha yapmamayı öğrenmiş olurduk. Bu başarının ödülü kime giderdi? Hıncal Uluç’a değil tabii ki, dergiye ve onu yönetenlere!Bu karardan sonra toplantı alerjim geçti. Eleştirileri farklı bir biçimde dinlemeye başladım.”diye tamamladı.
 
İbrahim Akın Kazancı