Bursa nutkunun 6 Şubat 1933 yılında ilk defa okunmasının yıl dönümünde bir açıklama yapan Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkan Yardımcısı Necmi Akyalçın; ‘’Bursa Nutku, Kemalistlerin yol haritasıdır. Büyük Atatürk’ün sözleri bugün de bizler için düsturdur. Onun sözlerinin yıllar önce söylendiği gerçekler hala ortadadır. Bu gerçeklere göz kapamak seyirci kalmak Kemalistlerin, Atatürkçülerin atlayacağı üstünü çizecekleri bir durum değildir. Kıymetli gençler özellikle sizler emanetin bekçisi vatanın ve cumhuriyetin yenilmez askerlerisiniz, siz Atatürk’ün övgü ile bahsettiği kahraman Türk milletinin bir ferdisiniz, Unutmayın ilhamımız gençliğe hitabede söylendiği gibi muhtaç olduğunuz kudret damarlanızda ki asil kanda mevcuttur.’’ dedi. 
 
 
Bursa Nutku Tarihi Süreci 
 
Bursa Nutku, Bursa’da Türkçe ezan okunmasına karşı bir protesto gerçekleşmesi üzerine şehre giden Mustafa Kemal Atatürk'ün, kendisi ve heyeti için 6 Şubat 1933 akşamı verilen yemek sırasında yaptığı iddia edilen konuşmadır. Mustafa Kemal'in olay karşısında yeterince duyarlı davranmadığını düşündüğü yetkililere ve gençlere kızgınlıkla akşam yemeğinde böyle bir konuşma yaptığı, ilk defa olaydan 14 yıl sonra Rıza Ruşen (Yücer) adlı genç bir gazetecinin yazdığı "Atatürk'e Ait Birkaç Fıkra ve Hatıra" kitabında anlatılmıştır. Metin, 20 Haziran 1949'da İzmir’de yapılan Demokrat Parti (DP) İkinci İl Kongresi'nde Celal Bayar tarafından Şeref Balkanlı'ya verilip onun tarafından okunmuş ve bu kongrede okunduktan sonra kamuoyunun ilgisini çekerek daha sonraki yıllarda da sık sık gündeme gelmiştir. Söz konusu konuşmanın gerçekten yapılıp yapılmadığı konusunda şüpheler vardır. Metnin Mustafa Kemal tarafından söylenip söylenmediği de çeşitli dönemlerde kamuoyunca tartışılmış; bu sözlerin anarşiyi teşvik ettiği öne sürülmüş; hatta Bursa Nutku adlı metni okuyan, bastıran ve dağıtanlar hakkında, halkı kanunlara karşı gelmeye teşvik iddiası ile dava açılmıştı.
 
BURSA NUTKU; “Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” şeklinde olduğu ifade edilir. 
 
 
İbrahim Akın Kazancı