Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Küçükkuyu beldesi, hem Çanakkale’nin hem de İzmir bölgesinin kültürünü taşıyor. Tarih boyunca çeşitli medeniyetlere evsahipliği yapan belde, şimdilerde de çok rağbet görüyor. İlçeye büyükşehirlerde her geçen gün daha fazla göç alıyor. Doğa güzellikleri ile de aynı zamanda yereli ve yabancı turistler de ağırlıyor. Gelen göç nedeniyle burada ev ve arsa fiyatları da çok artmış durumda.
Ege Deniziyle birlikte muhteşem dokusu ve tarihi alanlarıyla Küçükkuyu göze çarpmaktadır. Ayvacık ilçesine bağlı olan kasaba halkı balıkçılık ve zeytincilik ile geçimini sağlamaktadır. Küçükkuyu halkı misafir perverliğiyle ön plana çıkmaktadır. Dünyanın en çok oksijen barındıran 2’inci yerlerindendir. Solunum rahatsızlığı olan birçok kişi buraya yerleşerek doğal olarak tedavi görmektedir. En kaliteli zeytin yağların yetiştiği kasaba muhteşem kıyıları, Kaz Dağları’nın etkisiyle oluşan mağaralara ve doğal güzellikleri, kaplıcalarla ünlüdür. Aynı zamanda Assos’a yakın olduğu için turistlerin ilgisini çekmektedir. Bölgede bir çok turistik yer bulunmaktadır. Bunlardan biri Küçükkuyu’nun üst tarafındaki ufak bir tepede bulunan Zeus Altarı’dır. Efsaneye göre Tanrı Zeus’un yaşadığı yer olarak bilinir. Kaz Dağları’nın uzantısında bulunan bir mağaradır. Altar’a günde yüzlerce ziyaretçi gelir. Ayrıca Değirmenbaşı Şelalesi de turistik olarak önemlidir. Bölgenin su ihtiyacını karşılar. Küçükçetmi köyünde bulunan Afrodit kaplıcalarında şifalı su kaynağı olup bir çok hastalığa faydalı olduğu bilinir. Afrodit Kaplıcaları adını mitolojideki güzellik tanrıçası olarak bilinen Afroditten almıştır. İlyada Destanı’na göre Zeus hastalanan güzellik tanrıçasını yanından uzaklaştırır. Afrodit İda Dağı’nda bir mağaraya konur. Bu mağarada 42 derece sıcak suda yıkanan Afrodit, eski güzelliğine kavuşur. Ancak Zeus’un yanına bir daha dönmez. O gün bu gündür Afrodit Kaplıcası, güzelleşmek ve şifalı yeraltı sularından yararlanmak isteyenlerin hizmetine sunulmuştur.
KÜÇÜKKUYU TARİHİ
Eski adı Gargaron olan Küçükkuyu İda yani günümüzdeki adıyla Kaz dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Sonraları Bizans hakimiyetine giren Gargaron, önceleri bir süre Lidya, Pers ve Bergama Krallıkları sınırlarında bulunmuştur. Uzun bir süre Bizans hakimiyetinde kalan Gargaron doğa güzellikleri, denizi ve stratejik konumu ile birçok kez istilaya uğramıştır. Rumların kültüründen izler taşıyan gargaron Cumhuriyet kurulduktan sonra 1924 yılında Girit ve Midilli de yaşayan Türklerin mübadeleyle buraya verilmesi, ayrıca Yörük ve Türkmen boylarının buranın çevresinde köyler kurmasıyla bugünkü halini almıştır. Ayrıca Karadeniz’den gelen balıkçılarında bu süreçte etkileri olduğu bilinmektedir.
ADATEPE KÖYÜ
Metropoller bunalan vatandaşların kentlerin gürültü ve stresinden uzaklaşıp doğa ve tarihle iç içe sakin, sıcak ve dostça bir ortam bulunan Adatepe Köyü, gelen ziyaretçileri kendisine hayran bırakıyor. Küçükkuyu‘ya 3,5 km uzaklıkta olan Adatepe Köyü, yüksek duvarlardan oluşan taş evleri ve serin gölgeli sokaklarıyla Kazdağları‘nın eteklerinde, geçmişten kalma bir fotoğraf gibidir. İda Dağı‘nın batı yamaçlarında, uzun süre gözlerinizin önünden gitmeyecek görüntüler sunan Adatepe, Edremit Körfezi ‘nin kuzey ucunda, deniz seviyesinden 280 metre yükseklikte ve tatil merkezlerine oldukça yakın bir bölgededir. Doğal ve tarihi SİT alanı olarak koruma altındaki Adatepe Köyü, oksijen oranının yüksekliğiyle bilinen Kazdağlarının en batı ucunda ve Ege denizine tepeden bakan bir konumda, zeytinlik ve çam ormanlarıyla çevrilidir.
Eski bir Rum köyü olan Adatepe Köyü, sit alanı olduğu için yıllar önceki görüntüsünü bugün de korumaktadır. İşgal yıllarında çok sayıda Rum ailenin gelip yerleşmesiyle Adatepe Köyü, Rum ve Türk kültürünün beraber yaşadığı ve kaynaştığı en eski köylerimizden biridir. Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınan köy, orijinal taş yapısıyla yerli ve yabancıların dikkatini çeken taş evler, gerçekten görülmeye değerdir. İki yaşlı çınarın hükmettiği köy meydanı ile ayrıca kahvehaneleri, tarihi evleri ile modern bir köy havasında olan Adatepe’nin ruhunu yansıtır.
Adatepe‘nin dikkat çeken özelliklerinden birisi de, sağlık için yararlı olan zeytin sütünün üretim merkezi olmasıdır. Hüseyin & Meral Zeytin Evi’ni ziyaret ederek zeytin sütü ve zeytinyağları hakkında daha geniş bilgi edinebilirsiniz. Ayrıca Adatepe Köyü’nün girişinde bulunan Zeus Altarı’nı da mutlaka ziyaret etmelisiniz.
YEŞİLYURT KÖYÜ
Kazdağları’nın eteklerinde sık bitki örtüsü ile hem deniz hem dağ turizminin birlikte yaşandığı Yeşilyurt Köyü, denize kıyısına uzaklığı sadece 3 km olan bir oksijen çadırıdır. Köydeki evler, taş mimarinin en güzel örnekleridir. Yüzyılların birikiminin oluşturduğu bu taş evler, son yıllarda İstanbul ve İzmir‘den gelen ve doğal yaşamı seçen ailelerin, hatta yabancıların gözdesi olmuş. Ayrıca rengarenk açan sardunyalar evlerin ön yüzlerini süslüyor. Yeşilyurt Köyü’nün patika yolları yürüyüşü sevenler için, ideal bir parkur oluşturuyor. Badem ağaçları ile bezenmiş yamaçları, şifalı bitkileri, baş döndürücü kokular saçan çiçek ve otları ile bezenmiş köy, özellikle astım ve kalp hastaları için gerçek bir şifa kaynağıdır. Bir zamanlar Rumların da yaşadığı köyün meydanında bulunan tarihi cami, minaresi ile dikkati çekiyor. Bu caminin yapımında Yunanlı ustalar çalıştığı için bu ilginç yapı, camiden ziyade kilise görünümünü andırıyor.
ğer Yeşilyurt‘ta konaklamaya karar verirseniz, otantik taş mimari üslupta inşa edilmiş oteller ve mimari özelliğini yitirmeden dekore edilmiş butik oteller ve pansiyonlar sizi beklemektedir. Yeşilyurt Köyü’nün otelleri, pansiyonları, butik otelleri size inanılmaz bir tatil yaşatacaklardır. Vadinin ortasında yeşillikler içinde huzur bulacağınız bu mekanlarda tüm yiyecekler Yeşilyurt ve çevre köylerden elde edilen doğal ürünlerle hazırlanıyor. Köy ekmeği, süt, peynir, yumurta, bal, zeytin, reçel, çeşitli otlar ve yöre yemekleri Ege’den ve Kazdağları’ndan gelen rüzgarın etkisiyle konuklar tarafından büyük keyifle tüketiliyor.
ZEUS ALTARI
Homeros, İlyada Destanında Tanrıların İda Dağında yaşadıklarından ve Troia (Truva) Savaşını buradan izleyip yönettiklerinden söz eder. Tanrılar Tanrısı Zeus’un da burada yaşadığı ve savaşı izleyip yönettiği yine bu destanda yer alır. Bölgede çalışma yapan araştırmacılar da bu yüksek, denize ve Edremit körfezine hakim bir tepe üzerine inşa edilen mekanın baş tanrı Zeus’a ait olduğunu düşünmektedirler.
Dede Tepe üzerinde bulunan Zeus Altarı olarak tanımlanan alan, kaya kütlesinin işlenmesiyle oluşturulmuştur. Bu kaya kütlesine kayaya oyuk basamaklardan oluşan merdiven ile çıkılmaktadır. Sunak nişleri, oturma platformları ve içi oyularak oluşturulan sarnıç mekanı bulunmaktadır. Sunağın altında bulunan oda büyüklüğündeki, içinde su bulunan bu sarnıça Zeus Mağarası denmektedir. Antik sunağın hemen yanında Çanakkale Savaşları’na katılan Erdem Dede’nin yatırı bulunmaktadır.
Bu haliyle Zeus Altarı ve çevresi günümüzde de kutsal alan olma özelliğini devam ettirmektedir.
BAŞDEĞİRMEN – MIHLI ŞELALESİ
Küçükkuyu’ya hayat veren Mıhlı Çayı cömertçe sergilediği doğal güzellikleriyle mutlaka görülmesi gereken yerlerdendir. Bölgeye giden yolun 5 km sonrasında karşınıza çıkan Başdeğirmen mıntıkası ünlü bir mesire yeridir. Mıhlı Çayı’nın bereketi toprağa öyle yaramış ki, ağaçlardan gökyüzü görünmüyor. Burada Rumlardan kalma bir değirmen var. Su yolları ve taşları aynen muhafaza edilen değirmen restore edilmiş. Roma döneminden kalma kemerli bir köprü de bu değirmene eşlik ediyor. Değirmenin bir kaç km sonrasında yüzülebilecek ölçülerde harika bir gölet ve bu gölete akan harika şelale bulunmaktadır.
AFRODİT KAPLICASI
Şifalı sularında derman aramaya gelenlerle dolup taşan kaplıcalar rivayete göre Afrodit tarafından bulunmuş. Tanrıça Afrodit tarihte bilinen ilk güzellik kraliçesidir. Cüzzam hastalığına yakalanarak güzelliği kaybolan Afrodit, Tanrı Zeus tarafından yanından uzaklaştırılır. İda Dağı’nda gezerken bir kurdun suyun çıktığı mağaraya girdiğini görür. Buradan çıkan 42°lik şifalı sularda hergün yıkanan Afrodit cüzzamdan kurtularak eski güzelliğine yeniden kavuşur. Afrodit Kaplıcaları’nda 5 kişilik bir havuz ile 5 tane küvetli banyo odası var. Su sıcaklığı 43°, Ph değeri 7’dir. Konaklama imkanı olan kaplıcalar çam, zeytin ve meyve ağaçları arasında sakin, sessiz ortamıyla huzur veriyor.
KADIRGA KOYU
Kadırga, Assos'un hemen güneyinde, kara yoluyla 2 km. uzaklıkta bir koy. Assos civarında konaklamak ve denize girmek için tercih edilen başlıca yerlerden biri. Zeytin ağaçlarıyla dolu bir yoldan inerek ulaşıyorsunuz koya. Koy temiz, her bütçeye uygun otel ve kamping alanlarıyla dolu.
Geniş, uzun ve taşlık bir plajı var Kadırga'nın. Denizi tertemiz ve berrak, zaten mavi bayrak ödülü almış. Denizin içindeyken yemyeşil dağ manzarasına karşı yüzmesi çok keyifli. Akşamüstü başlayan imbat rüzgarları sıcaktan bunalmanızı da engelliyor. Her tesisin önünde şemsiye ve şezlongları bulunuyor. Ayrıca kıyı boyunca yemek yenilebilecek birçok restoran bulunuyor.
Osmanlı zamanında donanmanın merkez üssü Midilli Adası idi. Savaş zamanı kadırgalar Midilli'den savaşa gider, dönüşte hasarlı olan kadırgalar bu koya getirilip burada bulunan meşe ve kayın ağaçları ile tamir edilirdi. Kadırgalar bu koya çekildiğinden bu adı almıştır.
APOLLON SMİNTHEİON
Anadolu, Batı kültürünün oluşmasında, uzay çağının yakalanmasında, eski çağlardan bu yana bilge bir toprak olmuştur. Batı ile Anadolu’nun ilk çatışması salt Yunan bir kadının kaçırılması değil, Karadeniz’e açılma ve Anadolu’nun zengin kaynaklarına sahip olma isteğinde yatar. İzmirli büyük ozan Homeros, İlyada destanında, İÖ 1240 dolaylarında yaşanan bu savaşın, on yılının son elli bir gününü anlatır. Troya hiçbir biçimde Batı’dan gelenlerle yıkılmamıştır. Troya’yı yıkan depremler ve yangınlar olmuştur. Anadolu kültürleri böyle bir savaşı, ancak yüzyıllar sonra anımsamış ve atalarına olan borçlarını, kendi özünden çıkan bir destan aracılığıyla ilk kez bir kutsal alanın bütünlüğü içinde betimleyerek ödemiştir. Burası Çanakkale ili Ayvacık İlçesi, Gülpınar beldesi sınırlarında, Bahçeleriçi mevkiinde yer alan Apollon Smintheus Tapınağı’dır. Bu alandaki çalışmalarımızın nedeni, ünik yapının ve onun mimari bütünlüğü içinde can bulan İlyada destanını araştırmaktır. Karanlık Çağ sonrası (İÖ 8. yüzyıl ortası) güçlenen Ege’nin batı kıyıları ve adalarında, daha sonra, Büyük İskender ile başlayan (İÖ 336-323) zamanlarda, adına “Hellenistik Çağ ve Sanatı” dediğimiz, halkın özünden çıkan yeni oluşum; bu toprakların yontucularını, mimarlarını ve nice düşünürlerini hayatımıza katmıştır. Yeni oluşumun güzel örneklerinden biri de Hellenistik Çağ’da Anadolu’nun kuzey köşesinde yer alan Apollon Smintheus Tapınağı’dır.
Troas bölgesinde, Tanrı Apollon’un Smintheus epithetonu ile onurlandırıldığı kutsal alan, Anadolu mimarlık sanatıda, mimarisi ve plastik yapıtlarıyla özgün yapılar içinde yer alır. İÖ 2. yüzyılda oluşan kutsal alanlarda, dinselliğin öne çıkmasının ikinci plana atıldığı, kutsal alanların daha özgür bir biçimde halkın kullanımına açıldığı görülür. Anadolulu mimar Hermogenes’in getirdiği yeni tasarım, bu felsefenin en güzel yansımasını Gülpınar’daki Apollon Smintheus Tapınağı’nda ortaya koyar. Yapı, sütun başlığı altındaki son tambur olarak tanımladığımız, columnae caelata’ları (figürlü sütun tamburları) ve friz bloklarıyla tanınır. Bu mimari elemanlarda betimlenen İlyada anlatıları, yapının diğer bir özgünlüğüdür. Olasılıkla İÖ 2. yüzyılın ortasında yapılan tapınağın kimler tarafından finanse edildiği bugüne kadar sağlam verilerle saptanamamıştır . Tapınak 1866’da mimari yönüyle tanıtılmış, aradan geçen yüzyıl sonunda, 1980 yılında başlanan kazılar, tapınağı tekrar gündeme taşımıştır. Eski çağlarda Aleksandria Troas’a hizmet veren Apollon Smintheus Tapınağı, Roma Dönemi’nde Tuzla Çayı üzerine inşa edilen bir köprüyle işlevini sürdürmüştür. 1980 yılından bu yana süregelen kazılarda, onarım ve sergileme önceliklerdir.
Bünyamin Nami Tonka