Hızla değişen toplum yapısında giderek derinleşen şiddet ve sevgisizlik birçok bireyi de uçuruma sürüklüyor. Özellikle ekonomik gelirin düşük olduğu ülke ve şehitlerde yaşayan vatandaşların en çok karşılaştığı sorunların başında aile içi şiddet geliyor. Bireyi yalnızlığa ve ölüme sürüklediği gibi toplumda da bu sorunu derinleştiriyor. Aynı zamanda gazeteci olan Demet Cengiz, yazdığı ilk romanı ile adeta bu sorunlara ışık tutuyor. Daha önce de 5 kitap yazan Demet Cengiz, bu kez ilk romanı ile okuyucuların karşısına çıktı. Aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı gibi, günümüzün toplumsal sorunlarına dönüşen ve bireyleri yalnızlaştıran sorunlara dikkat çekti.
1999 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesin mezunu olduktan sonra,  Hürriyet, Yeni Günaydın, Sözcü, BusinessWeek, Global gibi pek çok gazetede ve dergide mesleğini icra ederek toplumun her kesimine dokunan Yazar Demet Cengiz, karşılaştığı sorunları daha önce farklı kitaplarda okuyucuya aktarmıştı. Demet Cengiz ‘Adımı Deniz Koydular’ kitabı ile okurların karşısına ilk kez roman yazarı olarak çıktı.  Toplumun sorunlarına yer verdiği ilk romanında Demet Cengiz, okurlarını hem duygulandırıyor hem de toplumun, uçuruma dönüşen yönünü gösteriyor. Sadece Türkiye’den değil, dünyada da toplumsal yıkımların olduğunu gösterdiği romanında yazar demet Cengiz, sahadaki deneyimlerine de yer verdi. Okuyucuları Toplumsal sorunlara bakış açısının gelişmesini sağlayacak, aile içi şiddetin nasıl kaynaklandığını vurgulayacak ve gelişen çağda toplumların, çevrenin nasıl değiştiği ile ilgili önemli bilgiler aktaracak. Okuyucuları farklı bir dünyaya çeken ‘Adımı Deniz Koydular’ kitabının tanıtımı Çanakkale’de gerçekleştirdi.
Cengiz, yeni kitabı hakkında değerlendirmeler yaparak, “Cengiz, kitabı ile ilgili yaptığı açıklamada “Adımı Deniz Koydular benim 6. Kitabım  fakat ilk romanım.  Bu romanda Aile içi sevgisizlik temasını konu edindiğim bir roman.  Romanda iki ana karakter var bunlardan biri Deniz. Deniz, İstanbul’da yoksul bir semtte dünyaya gelmiş  mücadeleler vermiş bir karakter.  Diğer karakter ise Londra’da ve Londra’da nispeten daha yoksul bir semtte  dünyaya gelmiş ve  o da bir takım zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmış bir karakter.  Bu iki ana karakter ve onların yanındaki diğer karakterler  aslında hırpalanmış çocukları anlatıyor ve  bu çocukların yetişkinlik çağlarında  ne tür zorluklar çekiyor  biraz da onlara projeksiyon tutan bir eser.  Kitap konusu itibari ile oldukça sert konuları işliyor.  O konuda biraz hırpalayan, yoran bir roman.  Aile içi sevgisizlik olarak işlediğim bu romanda şiddet, istismar, özellikle çocuğa ve kadına yönelen şiddeti görüyoruz.  Bir nevi bu konuda farkındalık yaratmak isteyen, kadın ve çocukların konusuna kafa yoran, bununla birlikte  kentlerin korkunç bir şekilde değişimini, sosyal yapıyı, göçü  ele alan bir roman.  Geri planda da Türkiye’den ve Dünya’dan  önemli ekonomi ve siyasi gelişmeleri   hafıza etkisi ile  aktarmaya gayret eden bir Roman.
“Küçükken çok hayal kurarız. Kimi pilot olmak istiyor, doktor olmak bile bazen hayal olabiliyor. Dolayısı ile çocuklar çok ekzansi şeyler istiyorlar. Fakat ben küçükken yazar olmak istiyordum. Bir de  o dönemde cinsiyetçi vurguların çok gündemde olmadığı  dönemde bilim adamı deniliyordu ben de adam olmak istiyordum.  Yazar olmanın yolunun Gazetecilikten geçtiğini kendi kendime düşündüm. Ancak öyle değilmiş.  Çünkü Gazetecilik hep belli kalıplarla, klişelerle yapılan bir meslek. Çünkü sürekli haberle uğraşıyorsunuz ve bubub arasına yaratıcı bir cümle  koymayı düşünürseniz bu çok uzun sürer.  Bu da sürekli baskıya yetişme baskısı var üzerinizde.  Ama Gazetecilik yaparken diğer kitaplarım çıktı. Bir tanesi iş dünyası söyleşileri,  denemeler, bir tanesi de anı ve ben yapmak istediğim hep buydu ama yazının içerisinde olmama rağmen buna cesaret edememiştim.  En Nihayetinde bunu yazdım.
“Bu romanda bir de sesini Çıkarmayanların sesi olmak istedim. Çünkü bunlar insanların çok rahat konuşabileceği konular değil.  Bir kadın evde dayak yiyiyorsa bunu çok rahat anlatamıyor.  O şiddeti yapan değil, ne yazık ki şiddete maruz kalan kişi bundan utanıyor.    Bu konu çok hassas ama bir evde bir çocuk hırpalanıyorsa,  orada mutlaka önce çiğnenmiş bir kadın olduğunu gördüm.   Bu da kadın konusunda çok önemli bir eşik. Güçlü kadın derken bir süper kahramandan bahsetmiyorum ama  kadının  kendi sınırlarının, bedensel bütünlüğünün kabul edildiği ve saygı gösterildiği, kadının da insan olduğu bir evde  onu aşıp da bir çocuğu hırpalayamıyorsunuz.  Eğer çocukları korumak istiyorsanız kadınları güçlü kılmak zorundayız.  Acı çeken bir çocuk varsa mutlaka ondan önce acı çeken bir  kadın oluyor.  Bazen kadınlar da bu acının nedeni olabiliyor.  Dolayısı ile bu kadın konusu halledilmeden çocuk konusu halledilmiyor. Bir çocuğu dışarıya karşı korumak daha kolay.  Biz hep tersini düşünüyoruz ama bir çocuğu  en zoru kendi ailesinden korumak” dedi.
 
Mine Yel
Foto: BHA