Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamada sığınmacılarla ilgili son gelişmeler üzerine, "Kamu düzeni, devletimizin kırmızı çizgisidir. Hangi bahaneyle olursa olsun bu çizginin aşılmasına, çiğnenmesine eyvallah demeyeceğiz” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından basın açıklaması yaptı.
Toplantıda ele alınan konulara ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: “Buradan ülkemizin ve dünyanın dört bir tarafında bizleri takip eden vatan vatandaşlarımıza, gönül coğrafyamızın farklı köşelerindeki kardeşlerime selamlarımı gönderiyorum.
Sözlerimin hemen başında bugün görevlerini tevdi ettiğimiz yeni Kabine üyelerimizi kutluyorum.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı görevini yürütecek Murat Kurum kardeşimiz ile Sağlık Bakanlığı görevini yürütecek Profesör Doktor Kemal Memişoğlu Hocamıza Rabbimden üstün muvaffakiyetler niyaz ediyor, yeni vazifelerinin hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.
Her iki bakanımızın da seleflerinden devraldıkları hizmet bayrağını çok daha ileriye taşıyacaklarına yürekten inanıyorum.
Görevden affını isteyen ve bu talepleri şahsımızca kabul edilen Mehmet Özhaseki kardeşimiz ile Fahrettin Koca kardeşimize de emekleri, fedakârlıkları ve milletimize yaptıkları hizmetler için teşekkür ediyorum.
Uzun yıllardır beraber yol yürüdüğümüz, teşviki mesai yaptığımız her iki arkadaşımızla inşallah yakın temas hâlinde olmaya devam edeceğiz.
Aziz milletim; bu salonda bulunan siz basın mensuplarımızla birlikte aziz milletimizin kısa süre önce idrak ettiğimiz Kurban Bayramı’nı tekrar tebrik ediyorum. Rabbimden bizleri ve tüm ümmeti Muhammed-i çatışmaların, zulümlerin ve katliamların olmadığı bayramlara kavuşturmasını niyaz ediyorum.
Bayram tatilinin dokuz gün olması ve okulların da kapanmasıyla vatandaşlarımız memleketlerine, tatil bölgelerine gönül huzuruyla seyahat etti. Yollarımızda gerçekten çok büyük bir trafik yoğunluğu yaşandı. Emniyet güçlerimiz, Karayollarımız, sağlık birimlerimiz bayram tatilinde en fazla mesai yapan görevlilerimizdi. Vatandaşlarımızın yolculuklarını güven ve huzur içinde gerçekleştirmesini temin etmek için çalışan tüm personelimize milletim adına teşekkür ediyorum.
Yine bu vesileyle, vatanımızın bekası, insanlarımızın güvenliği için yurt içinde ve yurt dışında kahramanca görev yapan askerlerimizin tek tek gözlerinden öpüyor, rabbim onları muhafaza ve muzaffer eylesin diyorum.
Bayram süresince çeşitli nedenlerden kaynaklanan anız ve orman yangını haberleriyle sarsıldık. Diyarbakır Çınar ve Mardin Mazıdağı’ndaki yangında hayatını kaybeden insanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.
“DÜNYADA ORMAN YANGINLARIYLA MÜCADELEDE İHA KULLANAN İKİ ÜLKEDEN BİRİYİZ”
Hafta sonu yine İzmir, Bursa, Balıkesir, Muğla ve Çanakkale’de orman yangınları yaşandı, yaz mevsiminin her geçen yıl daha sıcak ve kurak geçmesiyle yangın riski de aynı oranda artıyor. Sadece ormanlarımızı değil, ülkemizin akciğerlerini yakan bu felaketlere baktığımızda ihmalin, tedbirsizliğini ve kastın öne çıktığını görüyoruz. Bölücü örgütün de orman yangınlarını bir terör yöntemi olarak kullandığını geçmişteki tecrübelerimizden biliyoruz. Yüzde 90’ı insan kaynaklı yangınların önüne geçmek ve tek bir ağacın bile zarar görmemesi engellemek için var gücümüzle çalışıyoruz. Orman yangınlarıyla etkin mücadele konusunda önemli adımlar attık. Dünyada örnek alınan orman yangınlarıyla mücadele filosunu kurduk. Bugün bu mücadeleyi 26 uçak, 105 helikopter ve 5 binden fazla kara aracıyla sürdürüyoruz. Tabi sadece filomuzdaki araç sayılarını artırmadık, üzerindeki ekipmanları da en ileri teknolojiyle yeniledik.
Terörle mücadelede destan yazan insansız hava araçlarını yeşil vatanın savunmasında da etkin olarak kullanıyoruz. Hâlihazırda 14 Bayraktar TB2 İHA’mızla yeşil vatanı yedi gün 24 saat izliyoruz. Dünyada orman yangınlarıyla mücadelede İHA kullanan iki ülkeden biriyiz.
İHA’larımızın yanında 184’ü akıllı olmak üzere 776 kulemizle ormanlarımızı sürekli takip ediyoruz. İlk defa bizim dönemimizde yapılan 4 bin 744 havuz ve göletle araçlarımızın su ihtiyacını hızla karşılıyoruz. Bunların dışında, yapay zekâ tabanlı sistemler başta olmak üzere pek çok teknolojik imkân da gücümüze güç katmaktadır.
“ORMANLARIMIZA SAHİP ÇIKMA NOKTASINDA TÜM VATANDAŞLARIMIZDAN DAHA FAZLA İTİNA BEKLİYORUZ”
Bugün itibarıyla 25 bin personelimiz ve 122 bini aşkın gönüllümüz ormanlarımızı korumak için fedakârca çalışmaktadır. Gece-gündüz demeden yangınlara karşı cansiperane mücadele eden bütün kahramanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.
Ormanlarımıza sahip çıkma ve koruma noktasında tüm vatandaşlarımızdan daha fazla itina bekliyoruz. Yaz sıcaklarının artık çok yoğun şekilde yaşandığı günlere girdik, en ufak bir ihmalin bile büyük zararlara sebep olacağını unutmayalım.
Tarım ve ormancılık konusunda bir hususu hemen ifade etmek isterim. Önceki ay çiftçilerimizle buluşmamızda Türkiye’nin tarım alanında son 21 yılda nereden nereye geldiğini rakamlarla tek tek ortaya koyduk. Hükûmetlerimizin tarım politikalarını eleştirenlerin çoğu bilgiden ziyade ön yargılarla hareket etmektedir, açıkçası bunlar ne ülkemizi tanıyor, ne de dünyayı takip ediyor. Her mesele gibi maalesef tarım konusuna da istismar malzemesi olarak bakıyorlar.
Seçim meydanlarında bedava traktör vaat edip, sonrasında biz onu dikkat çekmek için söyledik diyerek işi pişkinliğe vurdukları gibi yalan yanlış bilgilerle milletimizin zihnini bulandırmaya çalışıyorlar.
“TARIM, ÜLKEMİZ AÇISINDAN ÇOK STRATEJİK BİR SEKTÖRDÜR”
Bir defa şunu kabul etmek lazım: Bunlar öyle seçim meydanlarında dalga konusu yapılacak işler değildir. Tarım, ciddi bir uğraştır, ülkemiz açısından çok stratejik bir sektördür. Hükûmet olarak biz de tarıma sektörün ciddiyetine ve önemine uygun bir anlayışla yaklaştık, çiftçi kardeşlerimizin alın terlerinin hakkını daima vermeye çalıştık. Son 21 yılda reel rakamlarla 1 trilyon 364 milyar lira tarım desteği verdik, 2024 yılında şu ana kadar 56 milyar lira destek ödemesi yaptık, yılsonuna kadar bu rakam 91,5 milyar liraya çıkacak.
ÇAYKUR’un çay alım fiyatı ve Toprak Mahsulleri Ofisi’nin buğday ve arpa alım fiyatı üzerinden yapılan haksız eleştirileri de izliyoruz. Burada birkaç hususun altını çizmekte fayda görüyorum.
Yaş çay alım fiyatının yanında üreticilerimize destekleme primi verilmesi uygulamasını ilk kez biz başlattık.
Hasat döneminde üreticimizi korumak için yeni çay fabrikaları yaparak ÇAYKUR’un kapasitesini yine biz artırdık. Ayrıca, günlük alımlarda kısıtlamayı kaldırarak üreticilerin ÇAYKUR’un alım fiyatının üzerinde ürününü satmasına biz imkân sağladık.
Buğday fiyatlarında ise dünya piyasasının bir hayli üzerindeyiz. Yurt dışı ekmeklik buğday fiyatı yerinde ton başına 248 dolardır, navlunla birlikte bu rakam 270 dolara çıkıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi alım fiyatı desteklerle birlikte ton başına 359 dolar olup dünya fiyatlarından 89 dolar yüksektir.
Hasat döneminde üreticimizi koruma amacıyla dâhilde işleme rejimiyle hububat ihracatını 15 Ekim’e kadar durdurduk. Ayrıca, ham madde ve un ihracatını ise serbest bırakarak ilave dış ticaret tedbirleri aldık.
Üretici maliyetlerinin düşürülmesine katkı sağlamak amacıyla vereceğimiz fark ödemesinin toplam miktarı 29 milyar liradır.
Yani toplam tarımsal destek bütçemizin yaklaşık dörtte birini, buğday ve arpa üreticilerimizin maliyetlerine katkı amacıyla kullanıyoruz.
Toprak Mahsulleri Ofisimiz, alımla ilgili süreçleri titizlikle yürütüyor. Çiftçimizin ürününü en hızlı şekilde almak, gerekli depolamayı yapmak ve zamanında ödemesini gerçekleştirmek için gayret gösteriyor. Ofis, hububat teslim eden üreticilerimizin ödemelerine başladı. İlk etapta 6 Haziran’a kadar ürün verenlerin ödemeleri hesaplarına yatırıldı. Elbette aldığımız bütün tedbirlere rağmen çiftçimizin, üreticimizin memnuniyetsizliği veya şikâyeti olabilir. Bunları da Cumhurbaşkanı olarak şahsen takip ediyorum. Çiftçi kardeşlerimizin sıkıntılarının giderilmesi için bakanlarımıza gerekli talimatı veriyorum. Milletin efendisi olan çiftçimizin mağdur edilmesine müsaade etmeyiz. Kimse kusura bakmasın, sicili bozuk olanların eli öpülesi çiftçilerimizi istismar ederek buradan bir siyasi rant devşirmesine de izin vermeyiz.
“İSRAİL SALDIRGANLIĞI DURDURULMADIKÇA, HİÇBİR DEVLET KENDİNİ EMNİYETTE HİSSEDEMEZ”
Son 21 yıldır iyi ve kötü gününde nasıl çiftçimizin yanında olduysak, bundan sonra da tüm imkânlarımızla yanlarında olacağız. Bir kez daha çiftçilerimize hayırlı, bereketli bir hasat sezonu diliyorum.
Türkiye, stratejik önemi fevkalade yüksek, üç kıtanın kavşak noktası olan bir coğrafyada bulunuyor. Tarih boyunca medeniyetlerin beşiği olmuş, ama aynı zamanda paylaşım kavgasının tam merkezinde yer almış bir bölgedeyiz. Böyle bir coğrafi konuma sahip olmak ülkemizin siyasi, ekonomik ve askerî avantajlar sağlama yanında tehditleri de beraberinde getirmektedir. Birinci Dünya Savaşı’na giden yolun taşları bizim bölgemizde döşendi. İkinci Cihan Harbi’nin odağında aynı şekilde yine bizim bölgemiz vardı. Soğuk Savaş döneminde bloklar arası rekabetin yoğunlaştığı bölgelerden biri yine Türkiye’nin merkezinde olduğu coğrafyaydı. 13. yılını tamamlayan Suriye krizi en fazla bizim bölgemizi etkiledi. Rusya-Ukrayna arasındaki savaşın olumsuz yansımalarına maruz kalan bölgelerin başında yine biz yer alıyoruz. 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma varan katliamlar yine bizlerin yüreğini yakıyor. İsrail’in Gazze’ye saldırmasıyla birlikte Doğu Akdeniz’de ısınan sular aynı şekilde en fazla bizi ve bölgemizdeki kardeş ülkeleri tedirgin ediyor. Batılı güçlerin askerî, diplomatik, siyasi desteğini arkasına alan İsrail’in gözünü komşularına diktiğini görüyoruz. Lübnan’a yönelik saldırıların ve tehdit dilinin artması bölgemizin geleceği adına bizi ciddi manada endişelendirmektedir.
Şunu bir defa çok net ifade etmek isterim: Batı dünyası destek verdikçe, İslam âlemi de sessiz kaldıkça Netanyahu denilen caninin tüm bölgemizi ateşe sürükleme pahasına işgal politikasına devam edeceği anlaşılıyor. Türkiye olarak biliyorsunuz ilk günden beri buna dikkat çekmekteyiz. Gazze krizinin sadece Gazze ile sınırlı kalmayacağını, İsrail zulmünün çok vahim sonuçları olabileceğini sık sık dile getirdik. İsrail’in yayılmacı hedefleri peşinde koştuğunu her zeminde vurguladık. Gerek İran’da yaşanan füze gerilimi, gerekse İsrail’in Lübnan’a yönelik artan saldırıları maalesef kaygılarımızda bizi haklı çıkardı. Buradan bir kez daha şu uyarıyı yapmak durumundayım: Karşımızda devlet adamı vasfının asgari şartlarını dahi taşımayan, gözü dönmüş, ihtiraslarının esiri olmuş, aklını, vicdanını kaybetmiş bir katil vardır. Masumların kanından beslenen bu zalim, siyasi ömrünü uzatmak adına kendi vatandaşlarının güvenliğini dahi hiçe saymaktadır. Netanyahu yönetimi altındaki İsrail saldırganlığı durdurulmadıkça, Türkiye dâhil, bölgemizdeki hiçbir devlet kendini emniyette hissedemez. Bakınız bu durum İsrail’in komşusu olan Lübnan ve Suriye başta olmak üzere tüm ülkeler için de geçerlidir. Daha önce de ifade ettim, Ankara’nın güvenliğini, Gazze’nin, Kudüs’ün, Ramallah’ın, Beyrut’un, Amman’ın, Bağdat’ın huzur ve güvenliğinden ayrı göremeyiz. Türkiye olarak güvenlik önceliklerimizi buna göre tayin ve tespit ediyoruz. Dış politikada atacağımız adımları da bu gerçekler ekseninde planlıyoruz. Hedefimiz, doğru, akıllı ve uzun vadeli hamlelerle bu mücadeleden ülkemizi kayıpsız, hatta kazançlı olarak çıkarmaktır. Ne yapıyorsak bunun için yapıyoruz. Ne söylüyorsak bunun için söylüyoruz.
Barışı, diyalogu ve diplomasiyi en üst seviyede devreye almamız gereken günlerden geçiyoruz. Özellikle aynı coğrafyayı ve aynı kaderi paylaştığımız devletlerle karşılıklı diyalog zeminini güçlendirmemiz önem arz ediyor. Mevcut bölgesel ve uluslararası konjonktürde İslam ülkeleri arasında dayanışmayı arttırmamız, fikir ayrılıklarını gidermemiz son derece mühimdir. Geçmişin geleceğimizi de ipotek altına almasına müsaade edemeyiz. Bu anlayışla komşularımızdan başlayarak bölgemizdeki tüm aktörlerle münasebetlerimizi ilerletmeye gayret ediyoruz. Şimdiye kadar bu çabalarımızın somut çıktıklarını birçok yerde gördük. Komşumuz Suriye’de de 13 yıldan fazla süredir devam eden ve 1 milyon insanın hayatına mal olan ihtilafa siyasi çözüm bulmak için çok uğraştık. Astana süreciyle rejim ve muhalefetin aynı zeminde buluşmasını sağladık. Bunun dışında farklı kanallarla daha fazla kan dökülmesinin, daha fazla çatışma yaşanmasının önüne geçmeye çalıştık. Sahada bazı konularda müspet neticeler de aldık. Sulha ve sükûnete hizmet edecek ilave adımların atılması mümkündür. Bizim kimsenin toprağında ve egemenliğinde gözümüz yoktur. Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve millî birliğinin korunması Türkiye’nin de önceliğidir. DEAŞ’la birlikte güney sınırlarımız boyunca PKK’ya kurdurulmak istenen terör devletine en ağır darbeyi sınır ötesi harekâtlarla Türkiye indirmiştir. Çünkü biz komşu olarak istikrarsızlıkla boğuşan ve terör örgütlerinin cirit attığı değil, demokratik, müreffeh, güçlü bir Suriye görmek istiyoruz. Suriye’nin evlerini terk etmek zorunda kalmış milyonlar için güvenli, emin bir yer hâline gelmesini herkesten daha çok biz arzu ediyoruz. Böyle bir iklime ne kadar kısa sürede kavuşulursa herkes için, özellikle Suriye halkı için o kadar iyi olacaktır. Biz ayrılıkları derinleştirme yerine ortak paydayı büyütmenin derdindeyiz. İç siyaset gibi dış politikada da sıkılı yumrukların açılmasında büyük fayda olduğuna inanıyoruz. Bunun için kiminle görüşülmesi gerekiyorsa geçmişte olduğu gibi yine görüşmekten imtina etmeyiz. Elbette bunu yaparken öncelikle Türkiye’nin menfaatlerini referans alacak, ama bu süreçte bize güvenen, bize sığınan, bizimle ortak hareket eden hiç kimsenin mağdur olmasına da izin vermeyeceğiz. Türkiye dostlarını yarı yolda bırakan bir devlet değildir ve olmayacaktır.
“NEFRET SÖYLEMLERİNE, FAŞİZME, IRKÇI VANDALLIĞA VE PROVOKASYONLARA BOYUN EĞMEYECEĞİZ”
Burada şu noktanın da çok net bilinmesini isterim: Tek parti zihniyeti Azerbaycanlı kardeşlerimizi Sovyetlere teslim ederek ülkemize Boraltan Köprüsü faciasını yaşatmıştı. Milletçe bu facianın mahcubiyetini tam 76 yıl yüreğimizde hissettik. 44 gün süren vatan muharebesinde Azerbaycan’a sağladığımız güçlü destekle sadece Karabağ’ın 30 yıllık işgaline son vermedik, aynı zamanda tek parti yönetiminin tarihimize bulaştırdığı utanç lekesini de biz temizledik. Böyle bir siyasi musibetin tekerrürüne tahammülümüz olamaz. Hele hele Solingen’de evlatlarını ırkçı teröre şehit vermiş bir millet olarak bize yakışmayan, inancımızla, kültürümüzle, medeniyet değerlerimizle asla bağdaşmayan sahnelerin yaşanmasına da göz yummayız. Kamu düzeni devletimizin kırmızı çizgisidir. Hangi bahaneyle olursa olsun bu çizginin aşılmasına, bu hassas çizginin yok sayılmasına, çiğnenmesine eyvallah demeyeceğiz.
Biz sokaklar üzerinden kotarılan kaos planlarına bağışıklık kazanmış bir ülkeyiz. Geçmişte etki ajanları ve provokatörler eliyle ülkemize hangi bedellerin ödetildiğini gayet net hatırlıyoruz. Kayseri’de son derece iğrenç, rezil bir taciz vakası üzerinden aynı kaos planı tezgâhlandı. Bu oyunun ikinci perdesi ise Suriye’nin kuzeyinde bulunan Türk çıkarlarına ve varlığına yönelik sahnelendi. Bölücü terör örgütü artıkları ve iş birlikçileri eliyle kotarılan bu oyunu kimin yazdığını, bunlara kimlerin figüranlık yaptığını çok çok iyi biliyoruz. Allah’ın izniyle ne biz, ne milletimiz, ne de Suriyeli kardeşlerimiz bu sinsi tuzağa düşmeyeceğiz. Nefret söylemlerine, faşizme, ırkçı vandallığa ve provokasyonlara boyun eğmeyeceğimizi burada tekrar altını çizerek söylemek istiyorum.
Bayrağımıza uzanan mülevves elleri kırmasını bildiğimiz gibi, ülkemize sığınan mazlumlara uzanan elleri de kırmasını biliriz. Kimse kendini polisin, hâkimin, devletin yerine koyamaz. Kayseri’deki olaylar sonrasında ortalığı yakıp yıkan, polisimize saldıran, iş yerlerine ve evlere zarar veren 474 provokatör gözaltına alındı.
“TÜRKİYE’NİN SURİYE’DEKİ MEVCUDİYETİ, TERÖRİSTAN KURMA PLANLARININ ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK BARİYERDİR”
Dün de Suriye Millî Ordusu Güçleri ve güvenlik kuvvetlerimiz Suriye’nin kuzeyindeki kışkırtmalara gerekli müdahalelerde bulundu. Suriye Geçici Hükûmeti ise şanlı bayrağımıza yönelik saldırıları lanetlediğini en sert biçimde kamuoyuna ilan etmiştir. Fitne teşebbüsleri bir kez daha boşa çıkmıştır. İstihbarat birimlerimiz sınırın öte tarafındaki ortaklarıyla birlikte çok titiz bir çalışma yürütmektedir. Hangi kirli ellerin bu işlerin arkasında olduğunu mutlaka ortaya çıkaracağız.
Şunun bir defa idrak edilmesi şarttır: Türkiye’nin Suriye’deki mevcudiyeti, teröristan kurma planlarının önündeki en büyük bariyerdir. Çok iyi biliyoruz ki, böl-parçala-yönet anlayışıyla coğrafyamızı lime lime eden emperyalistler bundan rahatsızdır, onları rahatsız etmeyi sürdüreceğiz. Silahlarının namlusu ülkemize çevrili eli kanlı caniler orada var oldukça biz de ülkemizin ve milletimizin güvenliğini sağlamaya devam edeceğiz.
Bölücü terör tehdidi tamamen ortadan kalkınca elbette biz de üzerimize düşeni yaparız. Ama bırakın tehdidin boyutunun azalmasını, terör örgütü her gün yeni bir provokasyona girişirken kimse bizden gelişmeleri tribünden seyretmemizi beklemesin.
Tekrar söylüyorum; bizim kimsenin toprağında gözümüz yok, bizim kimsenin egemenliğinde de gözümüz yok, biz yalnızca bölücü niyetlere karşı vatanımızı koruyoruz ve koruyacağız.
“MUHACİRLERE ENSAR OLMANIN ONURUNU GÖĞSÜMÜZDE BİR ŞEREF MADALYASI OLARAK İFTİHARLA TAŞIYACAĞIZ”
Türkiye, bugün Gazze krizinde verdiği başarılı imtihanı son 13 yıldır Suriye meselesinde de vermiştir. En zor günlerinde Suriyeli muhacirlere ensar olmanın onurunu göğsümüzde bir şeref madalyası olarak iftiharla taşıyacağız. Buna gölge düşürecek, 13 yıldır ülkemizin şefkat şemsiyesi altında olan mazlumları sıkıntıya sokacak hiçbir eyleme girişmeyiz.
Suriyeli kardeşlerimizin gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüşlerini bugüne kadar hep teşvik ettik. Suriye’nin kuzeyinde bölücü terörden arındırdığımız yerleşim yerlerine 670 bin kişi geri döndü. Katar’ın da desteğiyle hayata geçirdiğimiz konut projeleri tamamlandığında bu sayıya inşallah 1 milyon kişi daha eklenecek. Suriye’de huzur ortamı güçlendikçe geri dönüşler de artacak. Arzu eden herkesin gönüllü huzurlu bir şekilde vatandaşlarına dönebileceği bir yapıyı ve iklimi tesis edebilirsek ne mutlu bize.
Sığınmacılar konusu önyargılar ve korkular temelinde değil, ülkemizin ve ekonomimizin gerçekleri temelinde akıllı, insani, vicdani bir çerçevede çözüme kavuşturacağız.
Türkiye, özellikle ekonomisi üzerinde ilave yük oluşturan seçim maratonunu 31 Mart akşamı sandıkların kapanmasıyla birlikte tamamlamıştır. 14-28 Mayıs’ta yasama ve yürütmede son sözünü söyleyen milletimiz, 31 Mart’ta da yerel yönetimlerde kimleri başında görmek istediğini göstermiştir. Seçimler elbette demokrasinin bayramıdır, şölen günüdür. Millî iradenin en özgür biçimde tecelli vasıtası seçimdir, sandıktır. Bunun tartışılmasını dahi yersiz buluyor, Türk demokrasisine hakaret olarak değerlendiriyoruz. Ancak, tarihimizde sandıkta tezahür eden iradeyi yok sayanların olduğu da ülkemizin bir gerçeğidir. Bunu kimi zaman sandığın itibarına gölge düşürerek yaptılar, kimi zaman seçmene hürmetsizlik ederek yaptılar. Kimi zaman milletin kararını tanımayarak yaptılar, kimi zaman da seçmenin tercihini tamamen yanlış okuyarak sapla samanı karıştırmaya cüret ederek yaptılar. Son dönemde bu kibirli tavrın seçmen iradesini yok sayma aymazlığının tekrar nüksettiğini görmekteyiz. Geçen hafta gündeme taşınmak istenen erken seçim tartışmalarına bu zaviyeden bakılması gerektiği kanaatindeyiz. Bizce bu tartışmalar muhalefet bünyesinde giderek kızışan iç savaşın dışa yansımalarından ibarettir.
Tabi yeni hükûmet sisteminde erken seçim diye bir kavram da yoktur, bunun yerine Cumhurbaşkanı ve Meclis’in seçimlerin yenilenmesi kararı alması vardır. Muhalefetin diğer birçok alan gibi burada da Türkiye’yi geriden takip ettiği anlaşılıyor.
“MİLLETİN EMANETİNİN HAKKINI VERMEYE GAYRET EDECEĞİZ”
Hiçbir temeli olmayan bu tarz sahte gündemlerle muhalefet kendi içindeki bilek güreşini perdelemeye çalışmaktadır. Hükûmet olarak bu tartışmaların ne tarafıyız, ne de muhatabıyız. Biz sadece ve sadece işimize odaklanıyoruz, biz her biri altın değerinde olan dört yıllık süreyi en iyi ve en verimli şekilde kullanmaya bakıyoruz.
Türkiye son bir yılını seçim gündemiyle geçirmişken, bölgemizde her gün yeni bir kriz ve çatışma patlak verirken, dünya büyük bir belirsizlik girdabında sürüklenirken, velhasıl ülkemizin ve milletimizin çözülmesi gereken bunca meselesi varken, sırf eski ve yeni takım arkadaşlarına çalım atmak için bu tür tartışmalara meyil edilmesini doğru bulmuyoruz. Muhalefet iç hesaplaşmasını ülkeye, millete ve ekonomiye zarar verecek şekilde yürütmemelidir. Allah’ın izniyle önümüzde Parlamento’da ve Cumhurbaşkanlığı’nda dört yıllık, yerel yönetimlerde de beş yıllık seçimsiz bir dönem vardır. İş dünyasından siyasetçisine, esnafından memuruna, ev hamından öğrencisine kadar herkes planını, programını buna göre yapmalıdır. İnşallah biz de hem kabinede, hem belediyelerde bu çerçevede adımlarımız atacağız. Fuzuli gündemlerin peşine takılmadan milletin emanetinin hakkını vermeye gayret edeceğiz.
Hükûmetimiz çok güçlü bir şekilde, kararlı bir şekilde, istikrarlı ve sabırlı bir şekilde Türkiye yüzyılının inşasına devam edecektir. Rabbim bizi milletimize karşı mahcup eylemsin diyorum.
Bu düşüncelerle toplantımızın hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, her birinizi canı gönülden selamlıyorum.
Bu akşam Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Avusturya karşısında çeyrek final mücadelesi verecek A Millî Futbol Takımımıza Rabbimden başarılar diliyorum. Bizim çocukların bu kritik maçı da kazanarak şampiyonluk yolculuklarını kararlılıkla sürdüreceklerine inanıyorum. Rabbim ayaklarına taş değdirmesin, yolları ve bahtları açık olsun.”
Kaynak: Cumhurbaşkanlığı