Geçmişte, bir yargılamada, Hakim: Yaz kızım! Geçen celsede, diye söze başladığında bir üstad, Hakime dönerek: "Hakim Bey! Hakim Bey! Bırakın geçmiş celse tutanaklarını, ben size gelecek celselerin tutanaklarını okuyayım!" der ve elindeki kağıt tomarlarını göstererek, lüzumsuz sözlere gerek olmadığını ifade eder.

Ben de eylül ayını değil ama, ekim ayını çok meşgul edecek bir teklike ve mali çöküntüyü faş etmek istiyorum.

Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek, tasarruf tedbirleri için çalıştıklarını ve kırk beş milyar lira tasarruf edeceklerini ifade etmişti. O zaman bu para yaklaşık 1,5 milyar dolar ediyordu ve iyi iş çıkarttı, diye de basınca  alkışlanıyordu...

Şimdi, mali yönden bir tehlike daha kapımızda ve 4 Ekim 2024 tarihinde, yani bir ay sonra, bir tahkim mahkemesinde Türkiye yargılanacak. Türkiye'den talep edilen miktar ise bir milyar dolar...

Şimdi, işin hikâyesine gelelim.
Türkiye, bilhassa iki bin iki 'den sonra, Türkiye' de tespit edilen altın rezervlerinin haritalamasını yaparak bunları dosyaladı. Sonra, Kanada'da bütün dünyaya açık olmak üzere bu altın madeni arazilerini sattı... Yaklaşık on yedi kadar altın madeni alanı ilgili çok uluslu şirketlere satılmış oldu.
Bu şirketler, Kanada, ABD, İngiltere, Avustralya, Yeni Zelanda, Almanya ve diğer bazı ülke ortaklıklarına da satılmış oldu.
Bizim, bazı şirketlerimiz de bu pastadan pay aldı. Fetö'nün de Atikhisar Barajı üstünde iki adet maden parseli vardı. Eczacıbaşı da hem baraj üzerinde hem de Lapseki bölgesinde maden sahası aldı. Yine, Cengiz Holding de Ağudağı bölgesinde iki adet maden sahası almıştı.
Bu maden sahaları içinde Kanadalı Altın Madeni Şirketi olan Alamos Gold  adlı şirket de iki farklı yerden maden sahası almış...
Bunlardan  Kirazlı-Balaban Bölgesi'nde Liç sistemli bir maden çıkartma projesinin Çed Raporu alarak faal hale gelmek için çalışma yapıyorlar.
Çed kabul edildikten sonra, altın çıkartmak için gerekli olan bitki örtüsünü ve toprak örtüsünü sıyırmak amacıyla Orman Teşkilatımıza gerekli parayı yatırıyorlar. Ayrıca, altın çıktıktan sonra da çevre rehabilitesi için de peşin olarak parayı veriyor.

Sonra, sosyal kabul lisansı için çevre köylerle irtibata geçiyorlar. Yollar yapıyorlar, su getiriyorlar, baraj yapıyorlar, yöre köylerinde öğrencilere burs veriyorlar, köylerin ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
Bu arada, GSİ( Gayrı Sıhhi İşletme) belgesini de alıyor. Sonra, halkın yoğun tepkisini çekince de devlet ruhsat uzatma süresi vermiyor. Şirket de yaptığı masraflar ve şirket imajı için bir milyar dolarlık bir tazminatı Türk Hükümetinden almak için Londra'daki Tahkim Mahkemesi'ne başvuruyor...

Bunlar, normal süreçler...
Biz, Çanakkale Çevre ve Doğa Dernekleri Federasyonu olarak, mevzuatın yetersiz oluşundan kaynaklanan boşluklardan dolayı, kontrolsuz bir çalışma olduğu için, Türkiye'deki bütün altın madeni şirketlerine karşı olduğumuzu ve kamu adına federasyonumuzun denetlemediği hiçbir madene evet demediğimizi defaatle ifade ettik ve bu durumu da çıkarttığımız ve bu yıl beşinci yılımızı dolduracağımız Çevre ve Doğa Dergisi 'nde de yayınladık. Mahalli ve Ulusal medyada da görüşlerimizi ifade ettik...

Türkiye, Kanadalı şirketin çalışma ruhsatını iptal edince şirkette, yine Anglo- Sakson kişilerin oluşturduğu, Uluslararası Tahkim Mahkemesi' ne başvuruyor ve kendisine göre de belgeler sunuyor. Türkiye, bu belgelere ve ruhsat iptaline yönelik cevap hakkını da en geç 17 Haziran'da göndermek zorundaydı. Mahkeme, bu tarihe kadar süre tanımıştı...

Mayıs ayı içinde, bir avukat beni aradı ve Türkiye'yi Londra'da savunmak üzere benim, kendilerine yardımcı olmamı istedi. Adamlar, Türkiye'nin avukatıymış ve Londra, Washington, Nev York City merkezlerinde faaliyette olan bir avukatlık firmasıymış...
Benimle görüşmek istediler ve ben de kabul ettim ve görüştüm. Bu arada, iktidara yakın bir dostum da bu Türkiye meselesi, yardım ederseniz iyi olur, diye telefonla beni aradı. Ben de yardımcı olurum, dedim. Çünkü, konu Türkiye'ydi... Bizim kırmızı çizgimizdi...

Görüşmede, karşı tarafın benim konuşmalarımı gündeme getirmiş olduğunu ve bunlara yine benim cevaplarımın neler olacağını sordular. Ben de cevapladım . Ağzımdan her çıkanı kaydediyorlardı. Ben de bir şey, demedim.
Fakat, geliş şekli beni şüpheye düşürdü. Çünkü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bu işin patronuysa, oradan bir yetkili ve avukatlar, önce İl Valimizi ziyaret etmeli. Sonra, ilgili kişilerle görüşmeliydi.
Ben, usül açısından bunun yanlış olduğunu ifade ettim.

Bu sefer, Bakanlık, Hukuk İşleri Genel Müdür Yardımcısı bir Bey, beni aradı... Kendisinin geleceğini ve yardım talebini iletti.
Bu arada, biz, üçüncü toplantıyı yapıyorduk. Bu sefer, heyet kalabalıklaştı. İki avukat daha dahil oldu. Bir uzman geldi. Tekrar buluştuk... Ben, işin aslının ne olduğunu, davayı kazanabileceğimizi ama, Sayın Bakan ve bütün teşkilatta bulunan genel müdürlerin de gelip benimle görüşmeleri gerektiğini söyledim. Onlar, bu işe yanaşmadılar ve sadece sosyal kabul, görülmediği üzerinden savunma yapacaklarını ifade ettiler. Ben de şirketin en güçlü olduğu yerden savunma yapılırsa bunun, davayı kaybetmek olduğunu kendilerine ifade ettim . Onlar, bu konuda ısrar edince, anladığım kadarıyla  Türkiye, bu davayı kaybetmek üzerine çalışıyor ve bir günah keçisi gerekliydi ki o da ben olacaktım.

Bunu kabullenmem mümkün değildi. Dört toplantı sonucu, zatlar gitti. Ne savunma yazdılar, bilmiyorum.
Gördüğüm, Türkiye, bu davayı kaybediyor. En az yüz milyon dolar ve en fazla da faizi de dahil olmak üzere iki buçuk milyar dolarlık bir mahkumiyete çarptırılacağımızı şimdiden görüyorum. Biz, çevre meseleleri için neler  yapılmalıyı, dergilerimizde  anlattık. Bizim dergilerimizden haberi olmayan, taşra teşkilatı olmayan, dünyadan haberi olmayan bu zatlarla Türkiye'nin dava kazanması mümkün değildir.
Türkiye'nin savunması ile ilgili materyaller bizim dergilerimizde var. Lütfen okuyun ve sonra Londra'ya gidin, derim.
İşte!
Ekim ayı gündemi...
Bilgi edinmeniz dileğiyle...
**
Düşünmeye, okumaya, yazmaya ve konuşmaya devam...