Sevdiğim yazarlardan Hulusi Üstün’ün daha önce kaleme aldığı bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim...
Sevdiğim yazarlardan Hulusi Üstün’ün daha önce kaleme aldığı bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim
Çok güzel bir yazı
Herkesin okuması gereken bir yazı
Tarihimizi geçmişimizi bir kez daha hatırlaması lazım
Dün Fatih'teydim.
Suriçi'nde yürümek benim için tarihin içinde seyahattir.
Tarihi kişiliklerle yoldaşlık, ecdadımla sohbet, ilk gençlik yıllarımı yad etmek, okul dönemlerini hatırlamak, evliliğim, ilk çocuğum...
Her sokağı, her köşe başı ya yaşanmış ya okunmuş ya duyulmuş hatıraların mekanıdır.
. . .
Dün Dülgerzade'den Zeyrek'e, Yavuzselim'den Balipaşa'ya yürüdüm..
Fatih bambaşka bir yer olmuş.
Rayihası değişmiş, yasemin ve öd ağacı kokuyor.
Sokakta Türkçe konuşan kimse yok...
Haleb'in köylüsünden Lübnan'ın Dürzisine, Iraklısından Libyalısına, Tunuslusuna, Ürdünlüsüne kadar Arab'ın envai çeşidi oradaydı.
Entarili, kıfayelisi de var, taytlısı, uzun saçlısı da Marunisi de Nusayrisi de, Mesihisi de...
Hepsi neşeli, hepsi gülümseyen, hepsi yüksek sesle konuşan, hepsi özgüvenli, bir çoğu özgürlüğün rüzgarıyla sermest, hoş görülecek olmanın bilinciyle sarhoş...
Gruplar halinde yürüyorlar.
Aralarında tek başına yürüyen mutsuz yüzlü, suskun, ürkek Türkler fark ediliyor.
. . .
Lokantalarda ful, felafel humus...
Gar sabunu ve zahter yığınları...
Her köşe başında egzotik kokular satan dükkanlar.
İnsanın üstüne üstüne yürüyen, sokaktaki kadınlara aç nazarlarla bakakalan sporcu gençler, halinden tavrından şaşırtıcı bir özgüven dökülen kadınlar, köyündeymişçesine kaşınarak dolaşan entarili yaşlılar, sokak aralarında gürültüyle koşturan çocuklar....
Dedim ki 'Selahaddin'den beri fütuhat görmeyen Arab'ın en son fethi bu.'
Kuşatmayla aldığımız şehri farkında olmadan başkalarına verdik.
. . .
Arapça konuşan kalabalıkların içinden geçip Akdeniz Caddesine döndüm...
İki delikanlı küskün küskün konuşuyorlar birbirleriyle, yanlarından geçerken gülümsedim.
'Caddenin başından bu tarafa yürüyorum. Bir Türkçe söz değmedi kulağıma... Sizi görünce mutlu oldum' dedim.
'Sorma abi, biz Türkçe konuşan biri geçince çevirip öpüyoruz.' diye karşılık verdi esprime gençlerden biri.
. . .
Ara sokaklarda onlarca satılık tabelası.
Fatih'te satılık tabelası görmek nadirattandı.
Arapça 'İcar' tabelaları asılı camlarda.
. . .
Fatih'in eskisi Siirt Arabı bir tanıdığa uğradım.
'Bir binada beş altı daireye Araplar oturunca binada kalan yerli aileler satıp gidiyor. Zaten iç sokaklarda apartman katlarında yaşlı insanlar var. Dışarı çıkamaz oldular. Yerliler buraları terk edip gidiyor' dedi.
Akşemsettin Caddesine Şam Caddesi der olmuşlar.
. . .
Şimdi bu yazdıklarımın altına yorumlar döşenir... Ne ırkçılığım kalır ne imansızlığım ne muhalifliğim...
Hiç biri değil...
Makul olmaya çalışıyorum.
Hiç bir devlet kendi iradesi ve kendi tasarrufu ile ülkesinin demografik, etnik ve sosyal yapısını değiştirmez.
Türkiye'nin etnik yapısı geri dönülemez bir şekilde değişti.
Hiç bir devlet kalbi mesabesindeki tarihi şehri bir başka halkın istilasına açmaz.
Mesela İtalya'ya giden mültecilerin Roma'nın şehir merkezinde, İngiltere'nin Buckingam'ında, şehrin yerlilerini dışarı çıkaracak ölçüde homojen bir şekilde yerleşmelerine izin verilemez.
Hiç bir ülkenin gözbebeği olan şehirde o ülkenin yabancısına yerleşecekleri yerde ezici çoğunluğu oluşturacak şekilde ticari imtiyaz tanınarak orayı ele geçirme imkanı verilmez.
Osmanlı büyük göç dalgaları yaşamıştı.
Ne 1850'lerde Kırım'dan imparatorluğa akan milyonlarca insana, ne 1864 Kafkasya Sürgünlerine, ne 1912 Balkan bozgununda savrulan insanlara ne de mübadillere İstanbul'da topluca oturabilecekleri bölgeler göstermedi.
Devletlerin iskan politikası olmalıdır.
her devletin nazarında göçmenler yeni arı kolonileridir.
doğru yerde petek gösterirseniz balından istifade edersiniz,
doğru yerde yer gösteremezseniz o arılar sizi sokar.
. . .
Hulusi Üstün