İLDENİZ TURAN Bey'e çok teşekkürler.
YERDEŞ, HEMŞEHRİ ile HEM - CÂYÎ
Bu yazı bir dil bildirimi (tebliği) biçiminde olsa da gerçekte bir dil ağıtıdır.
Türkçenin unutulmuş, unutturulmuş Türkçe kökenli söz varlığının çok kullanılarak diriltilmesi için bir girişimdir, atılımdır.
Bu yazıda Türkçenin bilgisizlik, bilinçsizlik yüzünden unutulmuş bütün sözlerinin “bu yazıda” belgisi olarak işlediğim, Türkiye, Çağdaş Uygur: “YERDEŞ / YÉRDEŞ”; Özbek “YÉRDÅŞ”; Kazan Tatar “CİRDEŞ”; Kazak: “JÉRLES”; Kırgız, Karaçay - Balkar: “CÉRDEŞ”.. biçimlerinde kullanılan sözü kaynaklara dayalı olarak göz önüne sermeye çalıştım.
Bu söz ile yansımaları Türkçe olduğu, sezilebilir olduğu için, Türk toplulukları arasında dil köprüsü kurulması için işlekleştirilerek, yaygın olarak kullanılmalıdır.
Bu sözcüğün İŞLEK (günlük yaşayışta, sözlü, yazılı - görüntülü olarak sıklıkla), YAYGIN (yurdun, Türk topluluklarının bütün yörelerinde) biçimde kullanılmakta olsaydı, bu sözcükten: YERDEŞÇİ, YERDEŞÇİLİK, YERDEŞÇİL, YERDEŞÇİLLİK… gibi düşüncelerimizde var olan, söz varlığımızda olmadığı için tıkanıp kaldığımız onlarca kökteş söz ile daha çok sayıda eylem türeyecekti!
Yine olur! Bilgi olursa, ang - bilinç olursa, sürekli sağlam kaynaklara dayalı bilimlik bilgilerle el ulus kandırılırsa (iknâ edilirse), yine olur. Bilgi bilinçlenmeye (şuurlu olmaya), bilinçlenme ülküye yol açar.
Türkçede bir kavramı (mefhumu) karşılayan Türkçe söz varken on yıllar, yüzyıllar içerisinde “Türklerin egemen olduğu (!) yerlerde bile” o sözün unutulması, nasıl, hangi ayrıksı, hangi dar kavrayışlı yönelişle olur, olabilir?
“Birçok durumda Türkçe karşılığının yalnız yörelerde, çok seyrek kullanılması” Türkçesinin yerine alıntı sözün işlek, yaygın biçimde kullanılması, salt dilbilim açısından değil, Türklerin bağlılık duygusunun, düşünce yapısı ile kendi değerlerini koruyup geliştirme, geliştirebilme yeteneğinin irdelenerek belirlenmesi bakımından da gerekli bir çalışmadır.
Söz varlığı kökenini belirlerken “bugünden geçmişe” gidilerek yapılacak bilimlik çalışmalarla varılan sonuç bu toplumun hangi dönemlerde, hangi inanç yönlendirmeleri, üretim - geçinme dar boğazları içerisinde kalarak başta dil olmak üzere ulusu bir, bütün kılan, değerlerinden koparak birbirinden uzaklaştıran olguları da göz önüne sermektedir. Bu yazıda Türkçenin söz varlığında yer alan bir kavram ile bu kavramı karşılayan iki söz üzerinde açıklayıcı bilgiler vererek duracağız: Bu iki söz Türkçe “yerdeş” ile Farsçadan Türkçeye girmiş “hemşehri, hem - câyî” sözleridir.
“Bir kimsenin bir başkası ile belirli bir yerden olması” kavramı. Bu kavram 11. yüzyılda, “dolayısıyla daha eski dönemlerde” Türkçede “yérdeş” sözü ile karşılanmış. Bu sözün o dönemde Farsça karşılığı “hemşeher, hemşehr?” ile “hem - câyî”. O yıllarda Türk, Büyük Selçuklu devleti “görünürde, sözde” İran’a egemen.
Türkçe ile Farsça bir büyük yurtta birlikte yaşarken bu iki söz ile birlikte on binlerce Türkçe, Farsça söz de bir yer edinme yarışı içerisinde yan yana yaşamakta idi.
Ancak, Fars aydınları üretken, kendi dillerinde Farsça söz varlığını devindirerek, işlengi gibi işleyerek özgün eserler yazıyor, sözlük yazıyor, düşünce, tarih, yır (şiir), inanç üzerine sürekli kitap yazıyor. Hintçeden, Arapçadan, Eski Yunancadan eserleri Farsçaya çeviriyor, yorumluyor, benzer eserler yazıyorlar..
Peki, Oğuz aydınları? VI. – XIII. yüzyıl arasında yok, X., XI., XII. yüzyıllarda da bu geniş alanlarda, İran, Irak, Suriye ile Kafkasya’da.. Oğuzlar var, ancak, Oğuz - Türkmen yazarları, yırcıları (şairleri) var mı?
Varsa eserleri nerede? “HASAN OĞLUNUN ŞİİRLERİ” diye ilk kez olduğu sanılan (?) Oğuz T.sinde bir kaynak var, çok küçük bir kaynak. “Eski Harezm’de, 12. y.y.da Oğuz – Türkmen Türkçesinde bir takım imler, sözler, dil işleyişleri var, ancak orası başka bir yerde, başka Türk lehçeleriyle karışık bir Türk lehçesi..”
Oğuzların yazılı eserleri olmayınca sözleri de işlenmiş belgelerde diriliğini koruyamıyor, aşınıp yıl geçtikçe erpiliyor, unutuluyor. Birkaç yüzyıl geçtikten sonra Oğuz söz varlığında Türkçe sözler seyreliyor, azalıyor.
Artık, Türkün “yerdeş”i Türklerin dilinde bile söngün, cılız, kül altındaki köz gibi; Farsın “hemşehr?”si dipdiri, ışıl ışıl, güçlü, ortalığı kaplamış, Türklerin öykünücü, yansılanıp duran, özentili kılığından (karakterinden) beslenip durarak Türkçesine (“yérdeş”e) soluk aldırmıyor! “Bu Türkçe kökenli söz çökkünlüğünü üç - dört bin sözle çarpınız!”