Din ile aldatmak sadece Müslümanlığa bağlı değil, tarih boyunca neredeyse tüm dinlerde uygulanan bilinçli bir yöntem aslında.

Dini kurallarını, Tanrının isteklerini bir yana bırakıp, kendi çıkarlarına hizmet edecek bir din peşinde koşan binlerce din adamı geçti bu dünyadan.

Saltanat, güç, taht, koltuk gibi sevdalara kapılıp, dini kendi çıkarına alet eden yüzlerce çeşitli Padişah, Hükümdar, Kral, Lord, Kont, Prens, Sultan v.s. gördü bu dünya.

Bir yazıda şöyle diyor:

“Müslümanlarda planlanmış din istismarı; örgütlü ve organize biçimiyle ilk defa Sıffın Savaşı'nda ortaya çıktığını düşünüyorum.”

Bu istismarın yapıldığı savaş şöyle açıklanmış;

“Muaviye, meşru halife Hz. Ali'ye (r.a) karşı başlattığı isyan hareketinde savaşı kaybetmek üzere iken mızrakların ucuna Kur'an-ı Kerim sayfalarını geçirerek savaşın seyrini değiştirmişti.

Kur'an ve din, bu olaydan itibaren sadece savaşlarda değil, kurumsal ve siyasal organizasyonlarda da Müslümanlar arasında bir aldatma ve istismar aracı olarak hep kullanılmaya devam edilmiştir.”

Halkın kendi dilinde Kuran’ı okuması ile onun derin bilgisinin anlaşılacağı endişesi ile Kuran’ın Arapça dışında başka dillere çevrilmesi konusunda itiraz ettiler hep.

Anlaşılmayan ve sadece kendilerinin dayattıkları din ile insanları aldatan din adamları, devlet başkanları ve politikacılar halkı aldatarak yönettiler.

 Yazar diyor ki: “Anlayacağınız Kur'an; çıkar ve ikbal peşinde koşanların mızraklarının ucundan hiç inmeden biçim değiştirerek devam etmektedir.”

Yazar şuna değinmeden geçemiyor:

“Hayatın her alanında istismarcı ve dinbaz uygulamalara çokça rastlanmaktadır. En büyük tehdit olarak da kurumlar, devletler, gruplar, organize cemaatler, ideolojik ve siyasi örgütler ve partiler olarak sıralanabilir.” Dedikten sonra soruyor;

“Hangi parti, cemaat veya dini gruplar ‘din bezirgânlığı’ yapmıyor?”

Türkiye Laik olduğunu iddia eden bir ülke.

Kanunlarla sabit.

Ama en son öğretmeni olmayan, temizliği bile yapılamayan okullara imam atanması “Laiklik bunun neresinde?” şeklindeki soruyu akla getiriyor.

Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı ülkemizde şimdilerde çoğalmış eli ve eteği öpülen, Cennet ve huri vaad eden, sayısız cübbeli ve sarıklı dinbazlar çoğalmadı mı?

Bunların ilgi görmesinin bilinçsizlik ve cehaletin doğal bir sonucu olduğunu herkes bilir.

İşte tüm anlattıklarımıza tercüman olacak bir hikaye:

Yaralı bir kuş, Hz. Süleyman'ın huzuruna çıkarak “Kanadının bir derviş tarafından kırıldığını ve ondan şikâyetçi olduğunu” söyler.

Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar:

-“Bu kuş senden şikâyetçi, neden kırdın kanadını?”

Derviş kendini şöyle savunur:

-“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Beni gördü ama önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.”

Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve sorar:

-“Bak, bu adam da haklı. Onu gördüğün halde neden kaçmadın? Sana sinsice yaklaşmamış. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun ama istesen kaçabilirdin.”

Kuş, gayet sakin anlatmış olayı:

-“Efendim, onu derviş kıyafetinde gördüğüm için hiç endişelenmedim ve kaçmadım. Avcı olsaydı elbette hemen kaçardım. Derviş birisinden bana zarar gelmez, bunlar Allah'tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”

Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister. “Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın!” diye emreder.

Kuş, verilen karardan memnun değildir. İtiraz eder:

-“Aman efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın!”

Hz. Süleyman, kuşun itirazına bir anlam veremez ve “Neden?” diye sorar.

Kuş, nedenini şöyle açıklar:

-“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın. Çıkartın ki, üzerindeki derviş kılığına bakarak benim gibi düşünenler bundan sonra aldanmasın.”

GÖREV

Alman ekonomi profesörünün kızı, bebek arabası almaya kalkışır.

Alacağı ürün Almanya'da 700 Euro, İnternette bulduğu Çin malı muadili ise 250 Euro'dur.

Babasına

-“Ne yapayım?” diye sorar.

Babası “Tercih senin” cevabını veriyor.

Kız gidip Alman malı arabayı 700 Euro'ya alıyor...

Babası soruyor; -“Neden pahalısını seçtin?”

Kız başlıyor anlatmaya... 

“Eğer Çin malını alsaydım; O para dışarı gidecekti... Alman ürünü satılmayınca fabrika işçi çıkaracaktı… İşsiz insanlar harcama yapamayacakları için devletin vergi geliri düşecekti… Devletin geliri düştüğü için çocuğuma iyi bir eğitim veremeyecekti… Güvenliğini sağlamakta finansal sorunlar yaşayacaktı… Yeterli sağlık hizmeti veremeyecekti… Ben Alman malı almakla çocuğumun geleceğini garanti altına aldım” deyince; Babası gururlanarak kızını tebrik edip “Demek ki ben görevimi yapmışım” dedi. 

Peki siz görevinizi yaptınız mı?

EVRENSEL HUKUK

Çakalın biri aç kalınca kasabaya inmiş.

Sütçünün süt çanağını devirmiş, sütü de içmiş, Fırıncının tezgâhından ekmeği kapmış yemiş ve nihayet bir kasabın vitrininden kocaman bir but kapıp bir güzel mideye indirmiş...

Çakalın ve etin kokusunu alan kasabanın tüm köpekleri toplanmış, çakalı yakalamak için ardı sıra koşturmuşlar.

Çakal önde, köpekler arkada, amansız bir kovalamaca koşuşturmaca başlamış.

Ama bir süre sonra, Sütçünün Köpeği yorulup takibi bırakmış...

Bir müddet daha geçince de bu sefer Fırıncının Köpeği, çakalı takibi bırakmak zorunda kalmış.

En son, kasabanın çıkışına yakın bir yerde Kasabın Köpeği de pes etmiş ve yorgunluktan dili bir karış dışarıda geriye dönmüş...

Çakalın arkasında sadece demircinin köpeği kalmış.

Çakal önde, Demircinin Köpeği arkada ısrarlı bir kovalamaca ile kasabadan çıkılıp kırlara varıldıktan sonra da tepelere doğru çıkılmaya başlanmışken çakal dayanamamış, durmuş ve demircinin köpeğine öfkeyle seslenmiş;

“Yahu arkadaş! Sütçünün sütünü içtim tamam, fırıncının ekmeğini yedim o da tamam, hadi kasabın etini kaptım ama buna rağmen onlar bile pes etti peşimi bıraktı da, lan ben demirciye ne yaptım da bir türlü ayrılmıyorsun peşimden?”

İşte bu aşamada Çakalın anlamadığı şuymuş aslında:

Demircinin köpeği menfaat peşinde değil, sadece adalet peşindeymiş te ondan.

Çakalın kafasındaki sistem; “Karşılıklı menfaate dayalı bir kapitalist sistem.”

Demircinin köpeğinin kafasındaki sistem ise, “Evrensel hukuk...”

“Seni cezalandırmam için bana zarar vermen şart değil. Sen, başkalarına zarar verdiğin için suçlusun” diyor Demircinin Köpeği ve bunun savaşını veriyor.

Asıl olan evrensel hukuktur.

Gün gelir menfaatimizin korunmasında hukuka bizim de ihtiyacımız olur...

YENİ İMAM

Londra’da bir camiye yeni bir İmam gönderilmiş. Bu İmam, şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş.

Bir gün, bilet alırken şoför para üstü verirken 20 Peni fazla vermiş.

İmam yerine oturup parasını sayınca, yanlışlığı fark etmiş.

Kendi kendine düşünüyormuş “20 Peniyi geri versem mi şoföre?” diye.

Ama içinden bir ses diyormuş ki:

“Bu çok gülünç bir para ve şoförün de umurunda değil. Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten… Sadece 20 peni onlara bir şey yapmaz.”

İmam bu parayı “Geri vermeye gerek yok” gibi düşünmüş ve Allah’tan gelen bir hediye kabul etmiş.

Ancak imam ineceği durağa gelince fikrini değiştirmiş ve inmeden önce şoförün yanına giderek, “Paranın üstünü fazla vermişsiniz” diyerek 20 peniyi iade etmiş.

Şoför gülümsemiş ve demiş ki:

“Siz caminin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi ziyaret etmek istiyordum caminizde, İslam’ı öğrenmek için. Ve bilerek size fazla para verdim nasıl tepki vereceğinizi de görmek istemiştim.”

İmam inerken artık bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış neredeyse.

Bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış, gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne bakmış ve demiş ki:

“Allah’ım az daha İslam’ı 20 peniye satıyordum!..”

KALP GÖZÜ

Yaşlı adam buz gibi havada sattığı mendillerden uzattı genç çifte.

-“Almaz mısınız evladım? Siftahım bile yok. Hadi alın…”

-“İhtiyacımız yok bey amca?” diye yaşlı adamın mendilini geri çevirince ısrar etmiş yaşlı adam tatlı ses tonuyla;

-“Mendile hep ihtiyaç vardır be evladım.

Al bir tane, hadi al…” dediğinde ise genç adamın yanındaki nişanlısı hapşurmuştu o anda.

Ceplerini arar gibi yaptı ama bulamamıştı aradığını. O an ihtiyacı vardı mendile.

Genç adam ne kadar arasa da bozuk para bulamadı ceplerinde ve ancak on lira bulabilmişti.

-“Neyse kalsın bey amca” deyip mendili almadan göndermişti yaşlı adamı.

Nişanlısı, “Neden böyle yaptığını” sorduğunda ise,

“Bunlar böyledir sen bilmezsin. Siftahım yok derler para üstü vermemek için. Bir mendil için fazla fazla para alırlar. Gözüne baktım mı anlarım ben bunların Ciğerlerini bilirim. Fırsatçının teki işte” derken, elindeki çantasının içine bırakılmış bir mendil paketinin olduğunu görmüştü.

Adamın iyi niyetli olduğunu anlamış pişman olmuştu ama adam çoktan gözden kaybolmuştu.

Arasa da nerden bulacaktı ki?

Ertesi gün tekrar buluştular nişanlısıyla. Balık ekmek yedikleri dükkândaki haber kanalında dönüp duran habere takıldı biranda ikisinin de gözü.

-“Uzun zamandır boğazından tek lokma geçmemiş olan, sokaklarda yaşayıp, ekmek parasını mendil satarak kazanan yaşlı adam dün gece bir bankta açlıktan öldü...” diyen spikerin sesiyle kendilerine gelip, yediklerini ellerinden bıraktılar.

Genç adamın nişanlısı cebinde hala duran kâğıt mendili çıkardı. İkisininin de gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü o anda...

Yaşlı adam bir gün önce mendile ihtiyacı olduğunu anlamıştı genç çiftin.

Ama onlar ihtiyaç sahibi olduğunu, aç olduğunu anlayamamıştı yaşlı adamın...

Kimsenin gözüne bakıp da karakterini anlayacağınızı düşünmemek lazım.

Zira yanılabiliriz...

Yapılacak tek şey var;

Kalp gözüyle bakmak…

İÇİNDEKİ HIRS

Geziye çıkan iki adam aynı trende karşılaşır ve arkadaş olurlar.

İkisinin de gideceği yer aynıdır ve yolculuk bir hafta sürecektir.

Nihayet yedi günün sonunda yolculuk bitmiş ayrılma vakti gelmiştir.

Trene binen ilk yolcu öbür yolcuya der ki:

-“Arkadaş, bir haftadır birlikteyiz beni tanıdın mı?”

-“Hayır, tanıyamadım!”

-“Ben ünlü bir eşkıyayım ama siz benden de büyük bir eşkıyasınız ve siz bu yolculukta benim öğretmenim oldunuz.”

-“Nasıl yani?”

-“Bir şey elde ederim umuduyla üst üste yedi gün uyuduğunda üzerini, mola verdiğimizde ise çantanı didik didik aradım ama hiçbir şey bulamadım. Bu kadar uzun bir yolculuğa boş cüzdan ve hiçbir değerli eşya almadan mı çıktın?”

-“Değerli bir elmasım ve birkaç da altın akçem var.”

-“O zaman neden ben bu kadar çabama rağmen onu bulamadım?”

-“Ne zaman dışarı çıksam elmasımı ve altın akçelerimi senin çantana koydum ve sen benim çantamı yedi gün boyunca karıştırdın ama kendi çantana bakmak aklına gelmedi. Benim çantamı karıştıracağına kendi çantana odaklansaydın aradığını bulmuş olacaktın ama yapmadın.”

Kıssadan hisse ne?

Şu: “İnsan başkalarına bakmayı bırakıp kendine baktığı gün tüm sorunlar çözülür...

Eğer içindeki kötü hırsı yenip kendi yolunda ilerlersen yolun sonunda başarı ve mutluluk seni bekliyor olacaktır..!”

Cumanız mübarek olsun…