Ah benim başıma gelenler!
Geçen hafta sizlere yazmıştım.
Eşim Gülay’ın cimriliği sona erdi, artık “Har vurup, harman savurma” noktasına geldi.
Evde değişmedik eşya, alınmadık elbise, kazak, pantolon kalmadı.
“Kışın ne giyeceğiz?” diyerek “o mağaza senin, bu mağaza benim” deyip koşturarak geziyor kadın.
Hele araba kullanmayı iyice öğrendikten sonra tutmasam komşu şehirlere de gidecek haspam.
Hatırlarsanız en son Avrupa’ya takmıştı.
“İlla gideceğiz, yoksa ölümü gör” diye yemin ettirmişti bana.
Her şeyi ayarlamış meğer.
Pasaportlar, vizeler filan.
Akşam eve geldiğimde “Hazırlan cumartesi Yunanistan’a gidiyoruz” dedi ve ekledi, “1 gece kalacağız, eğlenip, yiyip içip döneceğiz… Ben her şeyi ayarladım. Gideceğimiz restoran bile belli…”
“Allah’ım sen bana sabır ver” diyerek açtım ağzımı, yudum gözümü; Arabadan girdim, elbiselerden dolaştım ve Yunanistan’dan çıktım.
Kanepeye oturdum.
Annem aşağıdan bağırarak; “Hayrola Rüstem, önemli bir şey yok inşallah… Niye bağırıyorsun evladım!” dedi.
“Yok, annem yok bir şey, öylesine konuşuyorduk!” diye cevapladım.
“Tamam, o zaman!” diyerek girdi içeri.
Gülay yanıma geldi, gözleri nemlenmiş, dudakları nı şişirmişti, dokunsam ağlayacaktı neredeyse.
Ellerimden tuttu ve gözlerime baktıktan sonra yere çevirdi gözlerini; “Çok özür dilerim kocacığım, bu kadar kızacağını bilemedim. O halde derhal geziyi iptal ediyorum” dedi ve sarıldı telefona.
O kadar masumdu ki, resmen beni ezdi bu sözleriyle. Beni de ağlattı mı ne? Haklıydı tabi… Sanki ne vardı ki bu kadar yükselecek. Çok utanmıştım kendimden.
Hemen atladım üzerine ve elinden telefonu bir çırpıda aldım; “Kızım dur, öyle demek istemedim.” dedim.
Baktı yüzüme sılak gözleriyle melül melül ve sordu; “Ya ne demek istedin?”
Yahu ne diyeceğimi bilemedim.
Hık-mık ettim, kıvırmaya çalıştım.
O an aklıma geleni söyledim;
“Karıcığım böyle davranarak benim sana yapacağım sürprizi bozdun. Çünkü aynı şeyleri gelecek hafta kutlayacağımız tanışma günümüz için düşünmüştüm. Ama sen bana nefes aldırmıyorsun, her şeyi hemen yapmak istiyorsun. Bana sürpriz yapacak zaman bırakmıyorsun. Ona kızdım, yoksa neden kızayım ki?” dedim ve içimden de bir “Oh” çekerek geri vitesin tadını çıkardım.
Bu kadar lafı bir arada ve bir çırpıda nasıl söylemiştim, ayrıca hayret ettim kendime.
Gülay tekrar yüzüme baktı, ellerimden tuttu ve:
“Benim iri kalıplı ama ince ruhlu kocam, canım ciğerim, adamım, her şeyim… Demek bana sürpriz yapacaktın ha? Kız ben senin sürprizini yerim. Bu dev gibi adam ince ince neler düşünürmüş meğer? Ama artık hepsini ayarladım, bu sefer ben sürpriz yapmış olayım, sen de evlilik yıldönümümüzde yaparsın sürprizi ha, ne dersin?”
“Madem öyle diyorsun, öyle olsun… Nasıl istersen…” dedim, sarıldık.
“O halde haftaya Yunanistan’a gidiyoruz değil mi?
“Evet… Evet… Evet…”
KAYIKLAR
İstanbul’un fethinden bir müddet sonra şehirle, sahil köyleri arasında muntazam kayık seferleri tesis edilmiş ve bu seferler hakkında muhtelif devirlerde nizamlar konulmuş.
1677 senesinde Marmara, Haliç ve Boğaziçi’nde 17 kayıkçı iskelesi vardı.
Bu iskelelere bağlı kayıkların mecmuu (hepsi) 1458 adetmiş.
Haliç ve Boğaziçi’ndeki kayıkçıların
Türk olmasına mukabil;
Kumkapı, Yenikapı, Samatya gibi iskelelere bağlı kayıkçıların çoğunu Rumlar teşkil ediyormuş.
İstanbul kayıkçıları orduya her sene, 110 asker kürekçi verirlermiş.
Bu kürekçileri, kayıkçıların kethüdası, yiğitbaşıları ve ihtiyarları seçermiş.
İstanbul sularında hususi binek vasıtası olan piyade ve sandallardan sonra halkı taşıyan ve eşya nakleden kayıklar muhtelif isimler alırmış.
Bunlar; “Pazar Kayıkları, Mumhane Sandalları, At Kayığı, Ateş Kayığı, Mavna, Çektirme, Preme ve Kuritalarmış.”
17. asırda İstanbul kıyıları arasındaki münakale (ulaştırma) premelerle (yelkenli veya kürekli sandal) yapılıyormuş. Premeler iki, dört ve altı kürekli olurlardı. Yelkende kullanılırmış.
Genç kadınların, erkeklerle premelere binmemeleri hususunda da premeciler kethüdasına “Şer-i şerife mualif taze avratlar, levend taifası ile premeye binip gezmekten hazer edesen (uzak durmak, çekinmek)” diye hüküm varmış.
İstanbul’un toplu insan taşımacılığında kullanılan deniz vasıtalarına, “Pazar Kayıkları” denirmiş.
İskeleler arasında insan ve eşya nakleden kayıkların her biri yaklaşık 50-60 kişi taşıyormuş.
Ve günde birer, ikişer nöbetleşe sefer yaparlarmış.
Pazar kayıkları üç-dört çifte olmak üzere, her küreği ayakta olmak üzere bir adam çekermiş.
Bazı şahıslar, iskelelere Pazar kayıkları vakfederlermiş. (Vakfetmek: Mal ve Mülkünü satılmamak şartıyla, Hak uğruna bağışlamak)
Boğaziçi iskelelerinin birçoğunda bu şekilde vakfedilmiş Pazar Kayıkları çalışırmış.
Kavak iskelesinde sultan Mecid’in
Yeniköy’de Çavuşzade Elhaç Mustafa Efendi’nin, Beykoz’da Cezayirli Ahmed Paşa’nın, Bebek’te Şeyhülislam Çelebizade İsmail Asım Efendi’nin,
Kanlıca’dan İskender Paşa’nın vakfettikleri Pazar kayıkları varmış.
Boğaziçi’nin Mirgün, Beylerbeyi, Kuzguncuk, Üsküdar, Beşiktaş, Ortaköy, Arnavutköy, İskelelerinde I. Abdulhamid’in vakfından pazar kayıkları çalışırmış.
1806 senesinde I. Abdülhamid vakfından olan 10 Pazar kayığının inşasına 28 bin 591 lira 5 kuruş sarf edilmiş.
Pazar kayıkları içlerinde oturmak için birer kilim bulunur ve yolcuların su içmelerine mahsus maşrapalar bulunurmuş.
Bu kayıklar için ayrıca köylerde kayıkhaneler ve iskeleler yapılırmış.
1826 senesinde Üsküdar’da büyük iskele ve Balaban İskelelerinde 3, Ortaköy’de 2, İstavroz’da, Hasköy’de, Balat’ta birer pazar kayığı çalışıyormuş.
Diğer iskelelerde kalabalığına göre muhtelif adette kayıkları varmış.
1841 senesinde bir pazar kayığı ayda 300 kuruş kadar irat (gelir) getirir ve bütün takım ile beraber 12.000 kuruşa satılabilirmiş.
Halkı ve eşyasını taşıyan bu kayıklar saray içinde yapılırmış.
Saray mızıkası ile göçlerde bazı eşya ve hassa atları bu kayıklarla taşınırmış.
Boğaziçi’nde sert havalarda bazı pazar kayığı kazalarına tesadüf edilirmiş.
1843 tarihli bir gazete böyle bir kazayı şöyle haber vermiş;
“Fırtınalı geçen perşembe günü Beykoz’dan İstanbul’a müşteri ile dolu bir pazar kayığı, gelirken fırtına sebebi ile Sarayburnu açığında su fıçıları ile yüklü olan bir kayığa çatıp, pazar kayığı içindeki 3 hatunun suya düştüğü Zat-ı Şahane (Padişah) tarafından görülmüş ve derhal tahlis kayığı (acil tahliye kayığı) gidip çıkarmış ve Saray-ı Mülükaneye (Padişah sarayına) götürülüp hamama vas ve herbirine birer takım libas (elbise) ve atiyeler (lütuflar) ihsan edilmişti.”
Boğaziçi ile Haliç’te işlemek üzere Evkaf Nezareti’nin muhtelif iskelelerde yaptırdığı pazar kayıkları çoğalınca, bunların idaresi 1837 senesinde Evkaf’ta 750 kuruş maaşla Kayıkçılar Kitabetine bağlanmış ve 10 yerde de Kayıkçılar Kethüdası kurulmuş.
Şirket-i Hayriye’nin (Vapur şirketi) tesisinden sonra da pazar kayıkları faaliyetine devam etmiş.
Vapurlardan daha ucuza insan ve eşya taşıyan bu kayıklara fakir halkın rağbeti eksilmemiş.
KANZİ
Kanzi, 35 yaşında bir erkek Bonobo maymunu.
Ateş yakmayı, işi bittiğinde ateşi söndürmeyi, kendi yemeğini pişirmeyi, yemeğini lezzetlendirmek için alternatifler denemeyi öğrenmiş.
Kanzi ayrıca 3 bin İngilizce kelimeyi anlamayı öğrenmiş.
Semboller yardımı ile konuşmayı ve bunların 500’ünü kullanarak insanlarla iletişime geçmeyi öğrenmiş.
Yalan söylememeyi, çok acıksa bile çalmamayı, küçük dişilerle çiftleşmemeyi, dişi karşı koyarsa tecavüz etmemeyi öğrenmiş.
Kanzi bir maymun!
Yani “Hayvan…”
Endi cinsimizi yüksek görerek aşağıladığımız cinsten yani.
Birine kızdığımızda “Hayvanoğlu hayvan” dediklerimizden.
Bazen “Hayvanlık yapma” dediklerimizden.
Hoş insanlar için “Konuşan, düşünen hayvan” derler ancak düşünme kısmı biraz abartılı gibi.
Düşünüp te öğrenmeyen olur mu hiç.
İşte bu maymun bile;
Hayvanken insanlığı öğrenmiş, biz insanken insanlığı öğrenemedik gitti.
“Yazıklar olsun bize!” demek pek abartılı olmaz sanırım.
Orman yakmaz, denizi, havayı, karayı pisletmez, yere tükürmez, tuvalete ıslak mendil atmaz, yapmaz, etmez…
Neden?
Çünkü o bir hayvan!
İnsan mı yapsın?
CHARLİE CHAPLİN
Charlie Chaplin, kendisinden 30 yaş küçük olan “Oona O’Neill” ile evlenmeye karar verdiğinde şöyle demişti:
“Benimle evlen, sana yaşamayı öğreteyim, sen de bana ölmeyi.”
Oona ise şöyle cevap verdi:
“Hayır Charlie, sen bana büyümeyi öğret, ben de sana sonuna kadar genç olmayı.”
Bu harika bir evlilikti;
8 çocukları oldu ve Charlie 88 yaşında vefat edene kadar birlikte yaşadılar.
Sevgi, ne zordur, ne sıkıcıdır, ne kaçar, ne terk eder, ne aldatır.
Sevmeyen ise yapay bahanelerin, sahte ve kırılgan mazeretlerin arkasına sığınır.
Charlie Chaplin, bu derin sevgisini anlatmak için Candilejas (Lime Light) adlı şarkısını besteledi.
Şarkının bir dizesinde şöyle der:
“Sen bana gelirken, ben gidiyordum. Sen nisan ışığısın, ben ise gri bir öğleden sonra.”
Bu sözleri, sevgili eşi Oona’ya ithaf etmiş.
Kaynak: Alicia Jara Barreto
ÇAPALAR
17 milyar dolar değerinde uçak gemilerine dev çapaların kurulması titiz planlama, gelişmiş mühendislik ve operasyonel hassasiyeti birleştiren son derece teknik bir süreçtir.
“20 tondan daha ağır” olabilen bu çapalar rüzgar direnci, dalga ve sualtı akıntıları gibi faktörler göz önünde bulundurularak tasarlanmıştır.
Kurulumu geminin hazırlanması ve çapa imalatı ile başlar, ardından özel vinçler aracılığıyla yerleştirilmesi ve güçlendirilmiş zincirler, kaynaklar ve yüksek dayanıklı vinçler aracılığıyla gövdeye bağlanır.
Sonrasında, işlevselliğini sağlamak için kapsamlı testler yapılır ve arızaları önlemek için periyodik bakım protokolleri oluşturulur.
Bu süreç sadece uçak gemisinin aşırı koşullar altında istikrarını sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda mürettebatın güvenliği ve geminin performansı için de kritik önem taşıyor.
Bilgi:
Bir çapa, bir arabanın frenine eşdeğerdir ve ana işlevi, tekneyi limanın dışındaki sularda sabitlemektir.
Dünya yüzeyinin yaklaşık %70'i denizlerle kaplıdır, ancak her yer demirlemeye uygun değildir.
Demirlenebilecek bu yerler haritada işaretlenmiştir.
Gemi ne kadar büyükse, çapa o kadar ağır olur.
200.000 tonluk sivil gemiler, yaklaşık 10 tonluk çapalarla donatılmıştır.
Örneğin, dünyanın en büyük petrol tankeri olan Nok Nevis, çapası 36 tondur.
Amerikan Nimitz sınıfı uçak gemisi 27 ton çapaya sahiptir.
Bu sayıların çok büyük olduğunu düşünmeyin çünkü çapa zincirini de dahil ederseniz sayılar daha da büyük olur.
Genel olarak gemilerin çapa zinciri aşağı yukarı 300 metredir.
300 metre zincirin ağırlığı ise yaklaşık 800 tondur.