Yine bir facia, yeni bir facia…!
Kartalkaya.
Yaktı yüreğimizi, 76 kişi ile beraber.
İnsan bu gibi durumlarda ne diyeceğini bilemiyor.
Şaşırıyor.
Olayın ihmalini düşündükçe şu imkânlarla, şu teknolojiyle yapılmadığını düşündükçe;
“Neden?” demeden duramıyor
Koskocaman otel.
Turizmin gözbebeği.
Bunun parayla ilgisi yok.
Bu tamamen ihmal.
Otel işletmenin bir prosedürü yok mu?
Bir tatbikat kısmı yok mu?
Kim bakar bu işlere?
Kim ilgilenir?
Kim sorumludur?
Neden yapılmaz?
Neden ihmal edilir?
Bu sorular elbet sorulacak.
Ama olan 76 kişiye oldu.
Canlar gitti, acılar geldi.
İhmalcilere 5 bin sene ceza verseniz ne olacak?
Giden gittiği ile kaldı.
Geri dönüş yok artık…
Her olay sonrası; “Bir daha yaşanmaması dileği ile…” dense de, ihmal ediliyor.
Canlarını kaybedenlere “Allah rahmet eylesin” demekten başka elden bir şey gelmiyor.
Bundan sonra olmaması için tedbirler konuşulmalı, işler ihmale bırakılmayacak kadar sıkı denetlenmelidir.
DEPREM
Yangın faciasını televizyonlarda seyredip içimizde yaşarken, sallanıverdik.
Salondaki lamba sağa, sola sallandı.
İnsan bir an için duraksıyor.
Acaba hafif mi geçecek?
Yoksa etkili mi olacak?
Lambanın sallanma şiddeti, kapı, pencere gıcırtıları, büfedeki cam eşyaların birbirine vurma sesleri, hafif uğultular insana “Kaçıp, kaçmama” veya “Saklanıp saklanmama” gibi tedbirler konusunda öncülük ediyor.
İnsan gerçekten ne yapacağını şaşırıyor.
Daha önce yıkıcı deprem deneyimi yaşayanların anlattıklarına göre ilk sallanma zaten kuvvetli olurmuş.
Öyle yavaş yavaş gelen deprem nadirmiş.
İlk anda kuvvetlice vurup, yıkıcı sallanma devamında gelirmiş.
5.2 büyüklüğündeki deprem, sonucu her zaman olduğu gibi uzmanlar açıklama yaptılar.
Yer Bilimci Prof. Dr. Naci Görür, ise “1944 yılında aynı bölgede yaşanan 6.8 büyüklüğündeki depreme vurgu yaparak Marmara ve Kuzey Ege bölgesinin stres biriktirdiğine dikkat çekti.”
Gazetemizdeki habere göre bundan sonra tam 17 defa daha küçük ölçekli deprem daha olmuş.
Bildiğimize göre stres boşalmış oldu.
Ama yine de tedbirli olmakta yarar var.
Nitekim bu sıralar sosyal medya başta olmak üzere dolaşan beklenti şöyle;
“Muhteşem bir gök olayına hazır olun. Mars, Venüs, Jüpter, Satürn, Uranüs ve Neptün gezegenleri 21 Ocak 2025 le 21 Şubat 2025 tarihleri arasında aynı hizaya gelecek…”
Güzel…
Nihayetinde bir uzay oluşumu.
Ama bazı meraklı insanlar, bunun bir felakete dönüşebileceği konusunda öngörülerde bulunabilirler.
Nitekim daha önce de bunu demişlerdi ve hiçbir şey olmamıştı.
Sırf reyting uğruna bir şey biliyormuşçasına ortaya çıkıp;
“Dünyada depremler başlayacakmış, yanardağlar faaliyete geçecekmiş” gibi kehanetlerde bulunabilirler.
Uzmanlar ise bunun tamamen safsata olduğunu, olsa bile tesadüf olabileceği konusunda hemfikirler.
Siz siz olun bunlara inanmayın ve deprem kuşağında olduğumuzu unutmadan (deprem çantanız yanınızda) her daim tedbirli olun…
TRUMP
ABD’nin 47’nci başkanı seçilen Donald Trump, “Amerika'nın altın çağı şimdi başlıyor” açıklamasında bulundu.
“Amerika'nın altın çağı şimdi başlıyor” açıklamasının ardından “Vergileri yüzde 25 artırmakla işe başlayacağını” anlatmış.
Ne vizyon ama!
Trump, “Sadece birkaç ay önce, Pensilvanya'da güzel bir arazide, bir suikastçının kurşunu kulağımı parçaladı. Ama o zaman da hissettim ve şimdi daha da çok inanıyorum ki hayatım bir sebepten ötürü kurtarıldı. Amerika'yı yeniden büyük yapmak için Tanrı tarafından kurtarıldım” dedi.
Kendisini Tanrının elçisi zanneden biri daha geldi.
Dünyaya hayırlı olsun.
“Yeşil Yeni Anlaşma”yı sona erdireceğini ve elektrikli araç zorunluluğunu iptal edeceğini ifade eden Trump, karbon salınımı ile ilgilenmediğini, dünyada en üstte yer alacaklarını gizliden de olsa belirtmiş.
Ama şu söylediği belki de kayda değer;
“Tüm hükümet sansürünü sona erdirmeyi” ve “Amerika'ya ifade özgürlüğünü geri getirmeyi” vaat ederek, “Devletin muazzam gücü bir daha asla siyasi muhaliflere zulmetmek için silah olarak kullanılmayacak” açıklamasında bulundu.
Bakalım ne kadar dayanabilecek.
“Dünya'nın gördüğü en güçlü orduyu kurma” sözü veren Trump, ortalığı karıştıracağını belli etti.
Bunun adına da “Barış” diyerek, itirazları püskürtmeye çalışmış.
Ve asıl niyetini şu cümlelerle aktarmış;
“Amerika yeryüzündeki en büyük, en güçlü ve en saygın ulus olarak hak ettiği yeri geri alacaktır”
“4 yıl boyunca neler göreceğiz, neler?” desenize.
NEYZEN TEVFİK
Neyzen Tevfik bir gün yolda dolaşırken, önüne küçük bir çocuk çıkar.
Çocuk gariban bir ayakkabı boyacısıdır.
Neyzen'in ayakkabılarını boyamak ister.
Fakat boyanacak ayakkabı yoktur ki Neyzen'in ayağında.
Yırtık, pırtık, parmakların dışarıya taştığı bir ayakkabı.
Neyzen, bunun farkında olduğundan çocuğa bakmadan yoluna devam eder.
Ama çocuk azimlidir, üç-beş kuruşunu almaya niyetlidir Neyzen'in.
Ayakkabılar ne kadar eski olursa olsun boyamayı kafasına koymuştur.
Neyzen Tevfik bakar ki çocuktan kurtuluş yok, durur, döner yüzünü çocuğa ve bir anda boylu boyunca yere yatar.
Ardından da “Hadi evladım boya bakalım suratımı” der.
Çocuk şaşırır.
Defalarca ayakkabı boyamıştır ama yüzünü boyatmak isteyen birisine ilk defa rastlamıştır.
Neyzen, “Hadi oğlum, başla boyamaya, al işte bu da parası” diye ısrar edince, boyacı çocuk başlar Neyzen'in suratını boyamaya.
Sonra bir de cila atar, sonunda da kadifeyle parlatır.
Operasyon bitmiştir, Neyzen'in yüzü ışıl ışıl olmuştur.
Çocuk mutlu bir şekilde parasını alır.
Neyzen Tevfik yüzünde kuzguni bir parıldamayla arkadaşlarının yanına döner.
Neyzen’in halini gören arkadaşları şaşkınlıkla karışık gülüşüp bağırırlar: “Üstat, ne oldu sana böyle? Ay dedeye dönmüşsün. Kim boyadı seni böyle?”
Neyzen Tevfik başından geçenleri anlatır ve olayın sonunu şöyle bağlar:
“Arkadaşlar, ben şimdi eve giderim, elime bir kalıp sabun alırım, yüzümü yıkarım ve yüzümün siyahlığını çıkartırım.
Peki, ya hırsızlar?
Ya uğursuzlar?
Ya gıybet yapanlar?
Garibi gurebayı bedava çalıştıranlar?
Makam mevki için entrika çevirenler?
Onlara ne diyelim?
Onların yüzlerindeki kara nasıl çıkar?
O köftehorların yüz siyahlığını hangi sabun çıkartır?”
CEVİZ AĞACI
Nazım Hikmet, polis tarafından harıl harıl arandığı günlerde, sevgilisi Piraye ile Gülhane Parkı’nda buluşmaya karar verirler.
Nazım şık giyinir, parka gelir bir ağaç altındaki banka oturur ve Piraye’yi beklemeye başlar.
Tam o sırada parkın kapısından giren polisleri görür.
Çevik bir sıçrayışla altında oturduğu ceviz ağacına tırmanır, ağacın dalları ve yaprakları arasına kendini gizler.
Piraye parka girer.
Buluşacakları ağacın altındaki banka oturur, Nazım’ı beklemeye başlar.
Oysa Nazım önceden gelmiş, polisleri görüp ceviz ağacına tırmanmıştır.
Piraye’ye ne kadar fısıltıyla “Buradayım” dese de, Piraye bir türlü bu sesi duymaz.
Nazım cebinden kâğıt, kalem çıkarır başlar şiir yazmaya.
Şiir yazdığı kâğıdı ağacın tepesinden Piraye’nin kucağına atar.
Piraye kâğıdı alır yukarıya bakar, görür ki Nazım ağacın dalları arasında oturuyor.
Piraye Nazım’ın yazdığı, sonraları meşhur olan o güzel şiiri okumaya başlar;
“Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkında
Ne sen bunun farkındasın
Ne de polis farkında…” diye başlayan şiirini...
“Köpük köpük bulut,
İçim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı’nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın,
Ne de polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı’nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl,
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril koparıver,
Gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir,
Yam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı’nda.
Ne sen bunun farkındasın,
Ne de polis farkında...
SATILIK
ANNE VE BABA
Bir gazetede şöyle bir ilan çıktı:
“Yaşlı ebeveynlerimi 10.000 Euro’ya satıyorum. Babam 91 yaşında ve bunama hastası. Annem 89 yaşında, yardımla işlerini yapabiliyor.”
Bu ilanı gören insanlar günlerce konuyu tartıştılar.
Bazıları;
“Nasıl böyle bir rezalet olabilir?” dedi.
Hatta; “Hey, neden yetkililer müdahale etmiyor?” diyenler oldu.
Diğerleri düşündü;
“Tanrım, bu bir günah!”
“Gereksiz bir şey, satın almak için çok fazla para, bu delilik” diyenler de hayli fazlaydı.
İlan anne ve babasını uzun zaman önce kaybetmiş bir aile tarafından okundu.
Bu aile ilandaki satılık yaşlıları alıp onlara bakmaya karar verdi.
İstenen parayı banka hesabına havale ettiler ve satılık yaşlı çifti evlerine götürmek için iletişime geçip, verilen adrese gittiler.
Geldikleri adreste büyük bir konak vardı.
İlan için geldikleri yerde kendilerini, iyi görünen yaşlı bir adam karşıladı.
Çift konuya girerek:
“Anne ve babayı almaya geldik. İstenilen miktarı da bankaya yatırdık” dediler.
Genç çifti karşılayan yaşlı adam:
“Hoş geldiniz, bana bu yaşlılara neden bu kadar çok para verdiğinizi açıklayabilir misiniz? Size birçok sorunla birlikte, bakım dertleri olacak, bunu bildiğiniz halde neden buradasınız?” diye sordu.
Genç çift:
-“Çünkü her ikimiz de ailemizden erken ayrıldık, genç yaşta onlar olmadan hayata devam ettik ve onları çok özledik. İki küçük çocuğumuz var ve onların büyükanne ve büyükbaba kucağına oturmasını, kucağına oturup hikâyeler dinlemesini, onlarla uyumasını ve oynamasını istiyoruz. Onları yetişkinlere saygı duyacak şekilde yetiştirmek istiyoruz…” diye cevapladılar yaşlı adamın sorusunu.
Yaşlı adam evdeki karısına adıyla seslendi, kadının elinde baston vardı ama rahatlıkla hareket ediyor ve iyi niyetli hoş bir tebessümü belli olacak şekilde gülümsüyordu.
Yaşlı adam ve kadın gülümsedi!
“Tamam, sizinle geleceğiz, bu ilandaki ebeveynler biziz!” dediler.
Genç çift şaşırmış bir şekilde.
-“Ama nasıl oluyor da ilanda onları satanların, muhtaç, düşkün durumlarının da kötü olduğunu söylüyordu?” dediler.
Yaşlı çift birbirine bakıp gülümsediler. Kadın merakla ve şaşkınlık içindeki çifte şu açıklamayı yaptı.
-“Şimdi söyleyeceğim. Biz sevgi ve anlayış içinde yaşadık, çalıştık, para kazandık, bu köşkü yaptık ama kader bize çocuk vermedi. Bütün sahip olduklarımızı, bazı iyi insanlara bağışlamaya karar verdik ama onları nasıl bulacağımızı bilmiyorduk ve bu ilan fikrini bulduk. Şimdi biz ve paramızın gerçekten emin ellerde olacağı için mutluyuz.” dedi gülümsemeye devam ederek;
“Sevgi ve nezaket asla boşuna değildir, çünkü onları alan ve veren için de değerini arttırır.”