Televizyonun olmadığı, sosyal medyanın esamisinin bile okunmadığı o yıllarda eğlenmek için çeşitli yollar aranırdı.
Gençlik yıllarımızda okey çok yaygındı.
Her kahvede, evde, plajda okey partileri düzenlenirdi.
Bunun yanı sıra tavla müsabakaları yapılırdı.
Tekli, çiftli oynardık.
Ama 4’lü, 5’li oynamakta ilginçti.
Dört veya daha çok kişi karşılıklı geçer, zarı en baştaki atardı.
Aynı tarafta olan herkes o zara göre oynar daha sonra diğer taraftakilerin en başındaki zarı atardı.
Aynı zarlarla çeşitli kombinasyonlar üretilip oynanırdı.
Aynı zarlarla kimi mars yapar, kimisi de mars olurdu.
Zevkliydi tabi.
Kimin usta olup olmadığı meydana çıkardı.
İnsan düşününce hayatın da aynı olduğunu görebilir aslında.
Aynı zarlar ve değişik oyunlar.
İnsanoğlunun içindeki hırs ve bitmeyen istek dünyanın içine edecek kadar ileri gidince yaşamak için zorlanıyoruz.
Akıl var, fikir var fakat sevgi yok.
Böyle olunca savaşlar hiç bitmiyor.
Misal;
Gözümüzün önünde adamlar silahsız insanları bombalayıp duruyor.
Çıkarları uğruna onca devlet gözlerini kapıyor ve görmezlikten geliyor.
Olacak şey değil.
İnsana yakışmayacak bir davranış.
Ya kendi emelleri uğruna, kendi inançları uğruna halkını felakete sürükleyenlere ne denir?
Halk bitmiş, perişan, yerlere yeksan olmuş…
Hala gören yok, ilgilenen yok!
Yazık!
Halkın önünde bir demokrasi tenceresi, istediğin gibi kaynat dur.
İçinde çobanı da var, profesörü de.
Dedim ya;
Aynı zarlar ama değişik sonuçlar!
DENİZ
Bir çocuğun ayakkabısı denize düşer, kaybolur. Sahilde kumların üzerine şöyle yazar…
“Bu deniz hırsızdır.”
Biraz ötede bir balıkçı ağına yakalanmış çok miktarda balığı kıyıya çeker ve kumlara şöyle yazar…
“Bu deniz cömerttir.”
Bir genç denizde boğulur..
Acılı, ağıt yakan annesi kumlara şöyle yazar…
“Bu deniz katildir.”
İhtiyar bir balıkçı koca bir inci barındıran istiridye çıkarır denizden ve kumlara şöyle yazar…
“Bu denizin gönlü çok zengindir.”
Bir dalga gelir, sahilde yazılı tüm yazıları siler.
Deniz sükûnet ve huşu içinde seslenir;
“Eğer deniz olmak istiyorsan başkalarının söylediklerine çok da önem vermeyeceksin!...”
İNCİTMEYİN
İyi kalpli insanları incittiğinizde, hemen bir tepki alamayabilirsiniz.
Seslerini yükseltmeyecekler, sizi suçlamayacaklar veya olay çıkarmayacaklar.
Acılarını sessizce taşıyacaklar, tıpkı sizin tanıdığınız gibi “Sıcak ve şefkatli” kalacaklar.
Ama kalplerinin derinliklerinde bir şeyler değişiyor.
İntikamdan değil, gerçeği açıkça kabul ettiklerinden uzaklaşmaya başlarlar.
Yavaş yavaş mesafelerini oluşturuyorlar, dramatik vedalar yapmadan, arkalarına bakmadan gidiyorlar.
Bunlar sana tamamen güvenen ve seni içtenlikle takdir eden insanlardır.
Güvenleri sarsıldığında, bu güven bir anda yıkılmaz, yavaş yavaş kaybolur ve onlara iç huzurlarını korumaktan başka seçenek bırakmaz.
Size karşı nazik ve şefkatli kalacaklar ama size asla aynı gözlerle bakmayacaklar.
Unutmayın, iyi bir ruhun kaybı telafisi mümkün olmayan bir kayıptır.
Onlar oradayken kıymetini bilin, çünkü bir kere gittiklerinde geri gelmeyecekler.
ÂŞIK ÖĞRENCİ
Melahat Pars son derece güzel, alımlı, zarif, ince, nazik, olgun bir yaşta konservatuvarda öğretim görevlisidir.
Aynı zamanda da bir güfte ve beste sanatçısıdır.
Bir erkek öğrencisi, duygularına yenik düşerek, hocası Melahat Pars'a âşık olmuş.
Sanki rastlantıymış gibi her fırsatta karşısına çıkmayı huy edinmiş.
Hoca merdivenlerden inerken, o merdivenlerden çıkarken hocasını süzer, hocası bir yöne doğru yürürken, o karşı yönden hocasına doğru yürümüş.
Bu tür rastlantılar o kadar sık tekrar etmeye başlayınca, Melahat Pars da durumu anlar, ancak görmezden gelirmiş.
Bir gün merdivenlerden inerken, yukarıya çıkmakta olan öğrencisi, hocası Melahat Pars’ın önünde durup, boynunu bükmüş.
Yüzüne derinden bakarak ve sevecen bir sesle; “Hocam ben size âşık oldum. Ne yapsam olmuyor. Sizi görmeden duramıyorum. Gece gündüz hayalimdesiniz. Duygularımı kontrol edemiyorum, perişanım, beni anlayınız lütfen” demiş.
Melahat Pars’ın yüzü kızarmış.
Hafifçe gülümsemiş, yana çekilip yoluna devam etmiş.
Evine vardığında ilham gelmiş, sabaha kadar çalışmış ve bir beste yapmış.
Ertesi gün sabah, kendisine duygularını söyleyen öğrencisinin de olduğu sınıfta öğrencilerine; “Arkadaşlar, gece bir beste yaptım bakalım beğenecek misiniz?” Diyerek udunu eline alıp şu bestesini kadınsı güzel sesiyle söylemeye başlamış:
Ben gamlı hazan,
Sense bahar, dinle de vazgeç…
Sen kendine kendin gibi,
Bir taze bahar seç…
Olmaz meleğim böyle bir aşk,
Bende vakit geç.
Sen kendine kendin gibi,
Bir taze bahar seç…
Bestekâr hanımefendi, çaktırmadan âşık öğrencisine bir göz attığında, öğrencinin hüngür hüngür ağladığını görmüş...
ARABA DEYİP GEÇME
“Bir insanın kişiliğini anlamanın pek çok yolu var ama en net ipuçlarından biri, kullandığı araba markasıdır” diye başlamış anlatmaya insanın biri.
Kahve falına bakar gibi arabana bakıyor, karakterini belirliyor.
Yahu bu ülkede hiç kimse istediği üniversiteye giremiyor.
Toto oynuyor resmen, hangisi tutarsa?
Araba işi de öyle.
Paran hangisine yeterse.
Yoksa:
Parası olup, Murat 124’e binen kaç kişi var?
Veya:
Milyon doları olup da Ferrrari’ye binmeyen?
Yazının sahibi anlatmaya devam etmiş;
“Çünkü araba, sadece bir ulaşım aracı değil; bir yaşam tarzı, bir ideoloji, hatta bazen bir kimliktir.”
Sonra başlamış araba markalarına göre “Karakter analizi” yapmaya.
BMW
‘Yol Benim, Kural Benim…’
BMW sürücüleri, hayatın hızla akıp gittiğine inanır ve bu akışı genelde sol şeritten takip eder.
Onlar için bir hız sınırı yoktur; olsa bile o sadece “Tavsiye edilen” bir değerdir.
Bu kişiler, kendilerini özgüveniyle tanıtır ama özgüvenleri park ederken genelde yerle bir olur.
Tipik bir BMW sürücüsünün iç sesini duymak isterseniz: “Herkes beni izliyor, çünkü ben özelim” şeklindedir.
MERCEDES-BENZ
‘Asaletin ve Konforun Efendisi’
Mercedes kullananlar, konfor ve prestij arayışını hayat mottosu yapmıştır.
Onlar için hayatın asıl amacı, hiçbir şeye acele etmeden keyfini çıkarmaktır.
Yolun bir köy yolu mu, otoban mı olduğu fark etmez; çünkü içlerindeki “Konfor kralı” her zaman tahtında oturur.
Mercedes sürücüleri genelde kibar ama “Ben en iyisini hak ediyorum” tavrını da bir kenara bırakmaz.
AUDİ
‘Teknoloji ve Statü Aşığı’
Audi kullanıcıları, minimalizm ile gösteriş arasında sıkışıp kalmış bireylerdir.
Hayatta her zaman teknolojinin ve estetiğin peşinden koşarlar.
Üç şeritli yolda ortadaki şeridi tercih eden, risk almayı seven ama bunu kibar bir şekilde yapan birini gördüyseniz, muhtemelen bir Audi kullanıcısıdır.
Onların sloganı şudur:
“Sessizce hızlan, kimse anlamasın.”
VOLKSWAGEN
‘Mantığın ve Sadeliğin Yoldaşı’
Volkswagen sürücüleri, hayatı sade ama etkili yaşamayı seven insanlardır. “Abartıya gerek yok” derken, her zaman bir Alman disiplinini arka planda taşırlar.
Onlar için arabalarının “Çok hızlı” ya da “Çok gösterişli” olması gerekmez; yeter ki hiçbir zaman yolda bırakmasın.
Bu kişilerin hayattaki tek zaafı, her şeyden önce “Mantık” aramalarıdır.
RENAULT
‘Ekonomik Ama Şık’
Renault kullananlar, “İşimizi görsün yeter” diyen pratik insanlardır.
Ancak bir Clio sürücüsünün müzik sistemi her zaman sonuna kadar açıktır; çünkü onlar “Yolculuğun ruhu müziktedir” der. Trafikte Renault kullanan birine rastlarsanız, büyük ihtimalle ya bir iş görüşmesine yetişmeye çalışıyorlardır ya da tatilde bütçeyi aşmadan macera peşindedirler.
PEUGEOT
‘Avangard Ruhu’
Peugeot sürücüleri genelde “Klasik ama modern” tavrını benimsemiştir.
Bu kişiler genellikle hayata sanatsal bir açıdan bakar ve arabalarının tasarımıyla adeta bir “Taşınabilir heykel” kullanıyormuş gibi hisseder.
Ancak onlarla uzun yola çıkarken yanınızda yedek bir motor parçası taşımanız gerekebilir.
TOYOTA
‘Güvenin ve Sadakatin Simgesi’
Toyota kullananların hayatta en önemli değerleri güvenilirlik ve sadakattir.
Onlar için araba bir statü sembolü değil, hayattaki en güvenilir yol arkadaşıdır.
Trafikte bir Toyota gördüğünüzde, büyük ihtimalle o sürücü sinyal kullanır ve hız limitine dikkat eder. Çünkü onlar, “Düzenli yaşam, huzurlu hayattır” mottosuyla hareket eder.
HONDA
‘Gizli Yenilikçi’
Honda kullanıcıları, sessiz ama derinden gider.
Dışarıdan bakıldığında sıradan görünebilirler ama o kaputun altında bir tutam “Asi ruh” gizlidir.
Bu kişiler genellikle yenilikçi ve mantıklıdır, ancak nadiren gösteriş meraklısı olabilirler.
“İç güzellik önemli” diyen biriyle karşılaşırsanız, onun bir Honda kullanıcısı olma ihtimali yüksektir.
JEEP
‘Özgürlüğün ve Maceranın Peşinde’
Bir Jeep sürücüsü asla yolda “Sıkışmış” hissetmez, çünkü onlar için yolun bitişi maceranın başlangıcıdır.
Bu kişiler genelde özgürlüğüne düşkün, doğa sevdalısı ve biraz da başına buyruk bireylerdir.
Ancak şehirde Jeep kullanan birine rastlarsanız, o kişi büyük ihtimalle dağlarda kamp yapmak yerine alışveriş merkezine gitmeyi tercih ediyordur.
FERRARİ
‘Gösteriş ve Tutku’
Ferrari kullananlar, hayatta “Herkes beni fark etsin” mottosuyla hareket eder.
Bu kişiler genelde cesur, iddialı ve bir o kadar da sabırsızdır.
Trafikte bir Ferrari gördüğünüzde, arkasından yükselen motor sesiyle adeta “Buradayım!” diye bağırdığını hissedersiniz.
Ancak bu kişilere “Lastik fiyatı ne kadar?” diye sormanız, onları ciddi şekilde üzebilir.
FİAT
‘Mütevazı ve Samimi’
Fiat sürücüleri genelde “Abartıya gerek yok” diyen samimi insanlardır.
Onlar için araba, bir ulaşım aracından fazlası değildir.
Ancak Fiat kullanan biriyle yolculuğa çıkarsanız, mutlaka size “Bak bu arabanın yakıtı çok az yakıyor” diye hava atacaktır.
Hatta kaloriferini açıp; “Soba mübarek, soba!” da diyebilir.
Karakter olarak esprili, pratik ve sevimlidirler.
Sonuç Olarak...
Araba markası, “Sadece bir tercih değil, bir yaşam tarzının yansımasıdır.”
İnsanlar arabalarıyla kendilerini ifade eder; kimi hızla, kimi konforla, kimi de gösterişle…
Ama unutmayın, hangi marka olursa olsun, arabalar konuşmaz.
Direksiyonun başında oturan bizler konuşuruz, ama bazen hızla değil, frenle de anlatacak çok şeyimiz vardır.
Hadi hayırlı yolculuklar
Anlatan böyle tarif etmiş arabaları.
Sizin arabanızın markası ne?
Siz bu anlatılanları benimsiyor musunuz?