.

AHİLER İSLAMİYET’İ YAYMIŞ MIDIR?
Teşkilat bir Türk teşkilatı olduğu ve aynı zamanda asker yetiştirdiği dolayısıyla birçok yeri işgal etmiş ve bu yerlerde de Türk dini olarak kabul edilen İslamiyet’i benimsetmek için bolca çaba göstermiştir. Bazı kaynaklara göre bu nedenle fethedilen yerlerdeki insanların İslamiyet’e olan karşılığı sayesinde bolca ayaklanma ve savaş yaşanmıştır. Bu bilgi doğruluğu tartışılabilir olmakla beraber yanlıştır. Çünkü o dönemde o bölgedeki insanların inanışı zaten İslamiyet’e benzemektedir. Bu yüzden alışmaları ve benimsemeleri kolay olmuştur. Ayrıca ayaklandırma çıkarmanın mantıklı olmadığı düpedüz olan bir yerde senin dinine çok benzeyen ve yazılı kanıtı olan bir dini benimsemek birçok şeyden kolaydır.
AHİLER ASKERLİK YAPAR MIYDI?
Teşkilatta her türden mesleğe sahip insan bulunmakla beraber teşkilatta en çok insan yetiştirilen mesleklerden biri askerliktir. Bazı insanlara ve kaynaklara göre ahilik teşkilatında bulunan insanlar savaş zamanı savaştan kaçmışlardır. Ahiliğin yaygın olarak askeri eğitim verdiği dönem Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarına rastlar. 1. Murad döneminde -eli bayraklı, beli kuşaklı- kesimin yeniçerilerin temelini oluşturduğunu bilmekteyiz. Bundan başka Anadolu’nun fethinin ilk yıllarında da Reis’al-Fityanların idaresinde savaşçı ve Feta Teşkilatı’na bağlı gençlerin varlığı da bilinmektedir. Bu alıntıdan da anlayabileceğimize göre Ahiler savaştan kaçmayı bırakın bazı savaşlarda en ön saflarda yer almış ve savaşın kaderini değiştiren pozisyonlara sahip olmuşlardır. Belki de savaş zamanı bu teşkilatın üyeleri kaçmış olsaydı Osmanlı çok daha erken çökecekti. Yani teşkilat üyelerinin savaştan kaçmış olduğunu söylemek tamamen yanlıştır.
AHİLER YENİLİKLERE KARŞI MIYDI?
Ahi Teşkilatı tarafından yetiştirilen insanlar arasında tabi ki mimarlar ve mühendisler de vardı. Bu da onların sayesinde ülkenin mimarisinin ve altyapısının gelişmesini ve Batı teknolojilerine ayak uydurmasını sağlamıştır. Fakat bazı insanlar bu alanda yapılan yeniliklerin boş yere harcanılmış paralar olduğunu düşünmüş ve bu işler yerine daha mantıklı şeyler yapılmış olabileceğini söylemiştir. Fakat bu yenilikler aslında boşa yapılmamıştır. Çünkü o dönemde Osmanlı Devleti, Batı ülkelerinden geri kalmış ve bu geri kalma onları her konuda kötü etkilemiştir. Yani yapılan her yenilik ve ayak uydurma Osmanlı’yı batırmanın aksine kalkındırmaya yardımcı olmuştur.
AHİLİK NASIL YOK OLDU?
Devlet her ne kadar bu teşkilatı kalkınmak ve daha bilgili insanlar yetiştirmek için kurmuş olsa da bu teşkilatın üyelerinden de doğal olarak vergi almıştır. Tıpkı devletin içinde barındırdığı diğer insanlar gibi. Fakat bazı insanlara göre bu vergiler esnafı ve çalışanı mutsuz ederek işlerinden kopmalarını ve devlete karşı ayaklanmalar çıkarmalarını sağlamıştır. Buna ek olarak teşkilatın sonu da bu insanlara göre bu yüzden gelmiştir. Fakat bu doğru değildir. Çünkü ahilik teşkilatı aslında 17. yüzyıldan itibaren bozulmaya ve çökmeye başlamıştır.
Avrupa’da ortaya çıkan Sanayi İnkilabı sonucu kurulan fabrikalar, ucuz ve seri üretime geçmişler, buna karşılık küçük el tezgahları ile üretim yapanlar bu değişime ayak uyduramamışlardır. Bazı kaynaklara göre 17. yüzyılın ortalarına doğru Batı Avrupa sanayi ürünlerinin Anadolu’nun en uzak köşelerine kadar yayılmış olduğu, Sivas ve Kayseri’de orta halli halkın bile Londra çulhasından elbise giydiği aktarılmaktadır. Buna ek olarak Ahi Teşkilatı’nın çökme sebeplerinden bir diğeri ise ham madde yoksunluğudur. Ham madde Batıya satılmaya başlanmış; bunun sonucunda Anadolu’da, fiyatlar yükselmiş, üretim azalmıştır. Yani Ahi Teşkilatı’nın çökmesinin vergilerle pek alakası yoktur.
AHİLERİN ÜRETİMDEKİ YERİ NEDİR?
Osmanlı Devleti, Ahilik Teşkilatı’nı ülkeyi bir seviye daha yukarıya çıkarmak için kurmuştur. Üretilen ürünlerin de halk en iyisini hak eder prensibi uygulanarak en iyi kalitede olması amaçlanmıştır. Bazı kaynaklara göre ise teşkilatın kurulmasıyla beraber üretim kalitesi düşmüş ve ürünler istenilen kalitede olmamaya başlamıştır. Fakat aslında ülkede üretimin ve tezgahtar ya da dükkan sahibi sayısının artması rekabetin artmasını ve kaliteli ürünlerin çoğalmasını sağlamıştır. Her tezgahtar ya da dükkan sahibi iyi ürünü olabilecek en uygun fiyata üretmeye çalışmış ve aslında üretim kalitesi çok daha artmıştır.
AHİLİK TEŞKİLATI DEMOKRATİK BİR ÖRGÜTLENME MİDİR?
Ahi toplumunda rejim demokratikti. Ahi birliklerinin yönetiminde görev alanlar seçimle iş başına gelirlerdi. Bu sayede yönetim asla yalnızca bir kişi tarafından yapılmazdı. Seçimler tamamlandıktan sonra sonuçlar büyük meclis tarafından onaylanır ve Ahi Baba, sonuçları katılımcılara açıkladıktan sonra seçilen üye ve idarecilere bir nasihat konuşması yapardı. Göreve yeni başlayan Esnaf Şeyhi, eski ve yeni yönetim kurullarını toplantıya çağırarak hesapları inceler ve sonucu büyük meclise onaylatıp esnafa ilan ettirirdi. Bazı kaynaklar bu rejimin teşkilat üyeleri tarafından benimsenip ülkenin rejimine kafa tuttuklarını ve rejimi değiştirmeye çalıştıklarını dile getirmektedir.
Bu iddia doğru değildir. Çünkü Ahi birliklerinin özelliklerini kaybetmeye başladıkları dönemlerde, yiğitbaşı dahil üst seviyedeki idari görevlere gelecek olanların göreve başlamaları için hükümet onayı şart getirilmiştir. Daha sonra bu göreve gelecek olanlar için seçim usulu kaldırılarak yerine tayin usulu konulmuştur. Tayin yetkisi de Kırşehir’de bulunan Ahi Evran Zaviyesi Şeyhine verilmiştir. Bu alıntıdan da anlayabileceğimiz gibi Ahi birlikleri özelliklerini kaybetmeye başladığını tekrar teşkilatın yönetim rejimi değişmiştir. İnsanlar alıştıkları ve sevdikleri tek elden yönetime geçmişlerdir. Bu da onların ülke rejiminin değişimi için ayaklanma yapmamış olacağını gösterir.
AHİLER NASIL EĞİTİLİRDİ?
Ülkede her yerde olduğu gibi bu teşkilatta da eğitim alınmaktadır. Teşkilatta eğitim, Ahiliğin ilke ve amaçları doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu eğitim; örgün, yaygın ve mesleki eğitim olarak üç şekilde verilmiştir. Ek olarak Ahilik eğitiminde dönemin şartları, toplumun ihtiyaç ve beklentileri ön planda tutulmuştur. Bazı insanlara göre teşkilatta eğitim gereksinimlere göre olmadığından ötürü topluma yararı dokunmayan insanlar yetişmiştir. Bu yanlıştır. Meslek edinmeye yönelik olarak verilen eğitim, iş başında usta-çırak ilişkisine dayanan bir eğitimdir. Meslek adayı olan kişi, aday olduğu sanat dalının yapısına göre çocuk yaşlardan itibaren yamak, daha sonra çırak, kalfa ve sonunda usta olarak eğitimini tamamlar. Bu eğitim sürecinde, bir yandan meslek öğrenirken, diğer yandan da Ahi tekke ve zaviyelerinde dönemin bilgilerini edinir. Bu alıntıdan da anlayabileceğimiz gibi teşkilatta eğitim olması gereken gibidir. Yani herkes topluma yararı dokunabilecek ve kendi istediği bir alanda uzmanlaşmak için eğitimini alır.
AHİLİK TEŞKİLATI’NDA ADALET NASIL İŞLERDİ?
Olması gerektiği gibi Ahi Teşkilatı’nın da bir adalet sistemi vardı. Bu sistem sayesinde teşkilata bağlı üyelerin meslek ahlakına uygun davranıp davranmadıkları, idareciler tarafından sistemli bir şekilde denetlenirdi. Kurallara uymayanlara gerekli cezalar verilirdi. Bunun yanında kural dışı davranışlar sergileyen üyeler hakkında, teşkilat dışından kişilerin de dava açma haklarının olmasıyla açıklanabilirdi. Bazı kaynaklar bu sistemin gelişmemiş olduğunu ve bundan dolayı birçok insanın yanlış cezalandırılmış olduğunu ve kan davalarının ortaya çıktığını iddia etmiştir. Fakat bu yargı kabul edilemez. Çünkü Ahilikte ceza esnafın kurallara uyması amacıyla, kullanılan bir araç şeklinde kabul edildiğinden, çok ağır suçlar dışında kişilik haysiyetini aşağılayacak cezalardan kaçınılırdı. Dolayısıyla verilen cezaların uzlaştırıcı ve eğitici yanı ağır basardı. Bu alıntıdan da anlayabileceğimiz gibi suç aşırı derecede büyük olmadığı sürece büyük ve incitici cezalara başvurulmamış ve insanların hatalarından ders almaları amaçlanmıştır. Yani kan davalarının oluşmuş olması kabul edilemez.
AHİLİKTE DAYANIŞMA NASILDIR?
Teşkilat dayanışma ve refah ortamı içerisinde ilerlemiştir. Herkes içinde bulundukları ve ekonomiyi kalkındırdıkları bu küçük yarıştan memnundur. Fakat bazı insanların düşünceleri bu yönde değildir. Onlara göre teşkilatta düzen ve refah ortamı hiçbir zaman sağlanamamıştır. Üyeler asla bulundukları halden memnun olmamıştır. Bu iddiayı şu şekilde çürütebiliriz. Eğer teşkilatta düzen ve refah ortamı bulunmasaydı teşkilat kısa sürede çökerdi. Fakat teşkilat 13. yüzyılın başlarından 17. yüzyılın sonlarına kadar yaşamını sürdürmüş ve yaklaşık beş yüz yıllık bir yaşam süresine sahip olmuştur.