27 Mayıs, kurulu bir düzene karşı alt rütbede bulunan bir grup subayın yapmış olduğu bir ihtilaldir...
27 Mayıs, kurulu bir düzene karşı alt rütbede bulunan bir grup subayın yapmış olduğu bir ihtilaldir...
İhtilali yapanlar, homojen bir grup değildir... Nitekim, daha sonra, Türkiye'ye en az iki yıl girmeleri yasaklanan 14'ler grubu, iç bünyede tekrar bir darbe yapılarak yurt dışına gönderilmiştir...
Darbe sonucu, yurtta bir rahatlama olmuştur... Köylerde kahvelerin bile ayrıldığı düşünülürse en azından milli bütünlük için düşmanlıklar, kin ve siyasi rakibi her ne olursa olsun yok etme aymazlığı sona etmiştir... Aslında, 27 Mayısı tartışmalı hale getiren durum, komitede bulunan 14'lerin tasfiyesidir...
14'ler, Milli Birlik Komitesinin, milli bir programla siyasi bir yapılanmaya gitmesini ve sonra seçim yoluyla iktidar olunmasını istiyordu... CHP'yle irtibat halindeki diğer grup da, derhal normal seçim yapalım sevdasındaydı... Böylece, Demokrat Parti kapatıldığı için CHP'nin karşısında güçlü bir muhalefet olmayacaktı... Nitekim, 14'ler yurt dışına gönderilince bu emellerine ulaşmış oldular...
1961 Anayasası'yla da seçime gidilmiş oldu...
Bu Anayasa, ABD sistemi gibi Parlamentoyu iki kanatlı hale getirdi... Millet Meclisi ve Senato...
Yine, 1961 Anayasası özgürlükçü bir anayasaydı... Halkın %60'ı okuma yazma biliyordu... Sol yapılanma bu dönemde gerçekleşti... Parlamentoya, Komünist, Sosyalist yapıda İşçi Partisi de girmiş oldu...
İşte bu dönemde, Batı Sömürgeciliğine karşı tüm dünyada bir başkaldırı ortaya çıktı... Bu arada Paris'te öğrenciler yeni haklar istiyorlardı... Daha sağlıklı bir eğitim için "Gençlik Hareketi" başladı... Bizde de önce fikir kulüpleri şeklinde üniversitelerde Marksist bir yapılanma başladı... Kemalist Devrim 1938'den sonra duraksamıştı... Bu devrim devam etmeliydi... İşte bu dönemde, bizim öğrencilerimiz Marks'ı keşfetti... Das Kapital başuçu kitabımız oldu... Hedef Sömürü düzenini yıkmak, Marksist bir rejime geçmekti... Devlet bu faaliyetlerin sonu nereye gider, düşünemedi... Bunu masum öğrenci hareketi olarak gördü... Bizim Marksistler de, bu
dönemde, değişik fraksiyonlara bölündü... Türkiye'de yaygın bir işçi sınıfı ve büyük burjuva yoktu... Bu sefer, işçi ve köylü tabanlı bir devrim yapılması için gayret gösterildi... Bu duruma, basın da destek verdi... Sanat dünyası da destek verdi... Emperyalizmin en büyük devleti ABD'ydi... 6' cı Filo'nun İstanbul'a gelmesiyle Devrimci gençler bunu protesto etti... Bu olay, Devrimci Solu güçlendirdi...
Bizim sol, milliyetsizdi...
Sadece "Dünyanın tüm işçileri birleşiniz" , diye hareket ediyordu... Bir kısım genç de devrimi kırdan başlatmak istiyordu... Bu arada, öz yönetimci, Mao'cu, Enver Hoca'cı, Leninci olduk ama, bir türlü Türk olamadık... Fantezi olarak bile Galiyevist gençlik yoktu... İşte bu dönemde, Anadolu'nun kavruk, çelimsiz, dini yönü olan, Türk'üm, diyen gençleri Üniversitelere geldiğinde, Türk Milliyetçiliğini ve onun örgütlü yapısını oluşturan Ülkü Ocaklarını tercih etti... Bu gençler, Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin... Her şey Türklük için veya Türkiye için, diyorlardı... Onlar, Emperyalizmin her türlüsüne karşıydı... Burada Leninistler Rusya'yı, Maoistler de Çin'i savundukları için bu Ülkücü gençlere tahammül edemiyorlardı... Bu gençleri okutmamak için okullarda boykotlar yapıldı... Bazı okullar kurtarılmış bölge oldu... Dursun Önkuzu, Ruhi Kılıçkıran, Süleyman Özmen gibi Ülkücü gençler, devrime engel oluyorlar diye şehit edildi... Türkiye'de Türk Milliyetçileriyle Devrimci Gençler arasında bir kırım başladı... Kırdan devrim yapacak olanlar için Tunceli, Tokat, Elbistan alan çalışması olarak değerlendirildi... Nurhak, Sinan Çemgil ve Arkadaşları, Tunceli'de İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları , Tokat'ta Mahir Çayan ve arkadaşları için mücadele alanıydı... Onlar bu mücadelede, güvenlik güçleriyle çatıştı ve öldüler... Sömürüye karşı bir mücadele güttüklerini söyleyen bu gençler ömürlerinin baharında öldüler... Bu arada devrim için maddi güç gerekliydi, banka ve mutemetler soyuldu... Sinan Kukul ve arkadaşları da, iç bünye ihanetiyle devletle çatıştırılarak ölmüş oldular...
Yine, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan bu dönemde yakalanarak müesses nizamı bozma suçundan idan edildiler ...
Sonra, şehirler ve kasabalar da paylaşıldı...
Hergün kırım haberleri geliyordu... Devlet, biraz daha olgunlaşsın da sonra müdahale edelim, diye bekledi... Nihayet ABD işareti verdi ve 12 Eylül darbesi oldu...
12 Eylül hem Ülkücüleri hem de Devrimcileri ezdi... Devrimciler zaman içinde iş adamı ve basında önemli yerlere geldi. İdeallerini paraya değişmiş oldular... Ama. tabii ki, hala sömürüye karşı dik duran arkadaşlarımızın olduğunu da biliyoruzi... Devrimcilerin bir kısmı, Sömürücülerin Türkiye'deki şirketlerinde çalışarak ekonomik özgürlüğe kavuşup devrimi rüyalarında kovalayan ama, burjuva gibi yaşayan kişilere dönüştüler... Cinayet işleyenlerin bir kısmı da yurt dışına çıktı ve bir daha da dönmediler...
Ülkücüler, bedel ödemeye devam ettiler... Önce bol bol sürgünlerle hayatları törpülendi... Çok başarılı olan Ülkücüler de zaman içinde devlet kademelerinde pasifize edildiler veya emekliye zorlanarak devleten temizlendiler...
Bu arada, dini öncelediğini söyleyen Akıncı Gençlik ve Cemaatler her devirde bir yolunu bulup palazlandı... Tabii ki, bilhassa Çorum olaylarından dolayı o gruptan da çok az kişi yargılandı ve mahkum oldu...
Akıncı Gruplar, 3 Kasım 2002 tarihinden bu yana devleti yönetiyorlar... Her ne kadar gömlek değiştirdik deseler de, yaparak yaşayarak devlet yönetimini öğreniyorlar...
Bu dönem, ayrı bir yazı konusu...
Günümüzde Devrimciler, Azınlık ırkçısı olarak PKK'de, Cinsel tercih açısından faaliyet gösteren LGBTİ örgütlerinin içinde, bir kısmı da kendi işini kurarak burjuva oldu... Birçoğu emekli oldu... Bir kısmı marjinal partilerde, bir kısmı CHP'de politika yapıyorlar...
Ama, bence büyük bir çoğunluğu Ülkücülere yanlış yaptıklarını söyleyip birlikte dayanışma içinde olsaydık daha iyi olurdu, demekteler...
Ortak bir programda kendi tecrübeleriyle yeni bir oluşum içinde olmak istemekteler...
Ülkücülere gelince...
Onlar, tüm siyasi partilerin gözdesi...
MHP, İYİ Parti, BBP, AkParti, DEVA Partisi, Gelecek Partisi içindeler... Daha muhafazakar olanlar da Saadet Partisi'ne gittiler...
Ama, büyük çoğunluğu, ülkenin gidişinden memnun değil... Bir çıkış yolu istiyorlar... Huzurlu, güçlü, mutlu bir Türkiye talebini sürdürüyorlar... Çoğunluğu mevcut partilerin tutumunu beğenmemektedir... Tüm Türkiye'yi kucaklayacak Milliyetçi ve Toplumcu bir programla, Türk Milliyetçileri ve ben Türk'üm diyen Devrimcileri bir araya gelebilmeli... Bir, Milli Devlet Güçlü İktidar programı'yla ülkemizin tüm insanlarının dertleriyle dertlenen bir yönetimi, hayal etmektedirler...
Burada, yetişmiş ve milli duruşu olan Türk Milliyetçileri Lokomotif görevi görmeli ve Türk Devrimcisi arkadaşlar da onlara destek olabilmeli...Enaniyet göstermemelidirler...
İşte 1960 ihtilali'nin Altmış yılda bizi getirdiği yer burası...
Türk Solu, bu sebeple palazlandığı için, 60 ihtilalini alkışlaması doğrudur... Çünkü varoluş sebebidir... Yadırgamamak gerek... 60 ihtilalinin ana rahminde doğan bir solun, var oluş sebebini tenkit etmesi beklenemez...
Son söz...
Daha farklı değerlendirmeler de yapılabilmeli...
Herkes fikrini söylerse daha doğru kararlar da alınır...
Cumhuriyetimizin 2. Yüzyılına girmeye çok az bir zaman kaldı... Hele bu salgın günlerinden sonra da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır... Buna fikri hazırlık içinde olmak gerek, derim...
Bilgi edinmeniz dileğiyle...
******
Düşünmeye, okumaya, yazmaya ve konuşmaya devam...