Örneğin büyük bilimci İbn-i Rüşd metafizik çalışmasında, pek çok sayfada “Aristotales der ki …” diyerek kendisine atıfta bulunur.

Örneğin büyük bilimci İbn-i Rüşd metafizik çalışmasında, pek çok sayfada “Aristotales der ki …” diyerek kendisine atıfta bulunur. Konuyu dağıtmak istemem; toparlayıp ana konuya geleceğim. Daha sonra taassuba düşen İslam aleminde, geleneksel Sünni alimler maalesef tüm medeniyetleri kötüleme gibi son derece tehlikeli bir işe giriştiler. Bunun yansımalarına bugün dahi rastlamaktayız. Öyle ki bazı yazarlar, Batı medeniyetinin yükselişinde islam alimlerinin katkılarını -haklı olarak-
belirtmekte, ama nedense onun öncesine değinmekten kaçınmaktadırlar. Oysa, çok uzağa gitmeye gerek yok, Yahudilik ve Müslümanlığın yayıldığı topraklarda, tüm ihtişamı ile kadim Mısır’ın mirası durmaktadır. Bugün dahi anlamakta zorlandığımız
mimari çalışmaları ile Mısırlılar başta matematik ve geometri ve elbette kozmoloji alanında çok ileri bilgilere sahiptiler. Hatta, bırakın sadece Yahudi ve İslam medeniyetlerini, antik Grek üzerinde inkar edilmez katkıları olmuş, Grekliler onlar
sayesinde geometri ile tanışmışlardır. Öyle ki, şu an maalesef ismini hatırlıyamıyorum, Mısır’a giden bir yunan alimi, gördükleri karşısında dayananamış ve günlüğüne şunları yazmıştır. “Bizde soylular dahi toplama ve çıkarma işlemlerini
bilmezlerken, Mısır’da küçük çocuklara sırf eğlence olsun diye matematik problemleri sorulduğa şahit oldum ve çok utandım. Bence biz yunanlılar insandan çok domuz sayılırız !”
Sadece Mısır medeniyeti değildir aydınlatılmayı bekleyen. Bir tür Türk ve Anadolu insanı düşmanlığı ile, çağlar boyunca görmezden gelinen Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının mirası da hala tam olarak keşfedilmemiştir. Gözden kaçan bir başka
uygarlık ise, Çin uygarlığıdır. Kozmoloji konusunda çok ilerleyen çinliler, kendilerine göre gökyüzü haritaları çıkarmışlar, burçları sınıflandırmışlar ve onların bu çalışmaları, Çinlilerle sürekli temas halinde olan Hun Türklerinin kozmolojisini de
doğrudan etkilemiştir.
Tüm bunları yazmamın sebebi şudur: “Yaratılış efsanesi” denen kozmik bilgileri, semavi din mensupları sadece kendilerine maletmeye çalışsalar da, aslında insanoğlunun bir bütün olarak, evren ve evrenin oluşumu hakkında çok şaşırtıcı ve çok ileri seviyede bilgilere sahip olduğu -bence- artık görmezden gelinemeyecek bir gerçekliktir. Sadece Ortadoğu, Anadolu, Yunanistan, Çin, Hind diyarlarında değil, okyanus ötesinde, And dağlarının yamaçlarında serpilen Olmek, Zapotek, Mixtec,
Aztek, Maya, İnka ve Toltek uygarlıklarında, şaşırtıcı bir biçimde, yaratılış efsanelerinin hemen hemen aynı şekilde anlatıldığına şahit olmaktayız. Mesela, Hind karma felsefesi ile paralel bir evren görüşü geliştiren Toltek yerlilerince Adem
ve Havva öyküsü bilinmekte, fakat çok farklı bir şekilde yorumlanmaktadır. Semavi dinlerin, Adem’e yasaklanan meyve ağacını, Toltekliler “bilgi ağacı” olarak adlandırırlar. Efsaneye göre, Tanrı’nın bahçesinde tam bir teslimiyet ve iç huzuru içinde yaşayan Adem, “yalanların prensi” olarak adlandırılan Şeytan’a kanmış ve bilgi ağacının meyvesinden yiyince, kendinden, Tanrı’dan bile şüphe eder hale gelmiş ve bir ceza olarak Tanrı’dan koparılmış, şüphe çekmeye, acı çekmeye mahkum edilmiştir.
Kısaca bazı dar görüşlü mutaassıp hocaların, çocuklarımıza aktardığı bilgiler doğru değildir. İnsanlık, semavi dinler öncesinde de, kozmolojik bilgilere sahipti ve o insanlar hiç de öyle basit ve aptal değildiler. (Halen gizemlerini çözemediğimiz piramitleri ve kozmik anıt mezarları hatırlayın.) Bu girişten sonra Nart boyu
Hun Türklerinin mitolojileri konusuna geçiyorum. Yıldızların yaratılışı …
 
Devam Edecek...