Epeydir kahveden uzak kalmıştım.

Neyse ki çocuklar benim yokluğumu fazlaca hissettirmediler.

Sabah gelen emeklileri, öğlen gelen memurları, işçileri akşam gelen gençleri özlemedim değil.

Kahvenin kokusu bir başkaydı benim için.

Sabah sıktığımız oda parfümü bile burnumda tüter olmuştu.

Sabahları kahvenin önünü süpürmeyi bile özlemiştim.

Ustamızdan öyle gördük, sabah mekân önü temizlenecekti.

Yoksa bereketi olmazdı.

Öylece inanırız, ne yaparsın.

Şimdilerde bakıyorum da yeni yetme esnaf kardeşlerimiz süpürgenin yerini bilmiyorlar.

Pet şişenin ucunda delikler açıp, duş şeklinde kapının önünü ıslatacaksın.

Kaldırımdaki beton suyu azıcık çektikten sonra başlayacaksın süpürmeye.

Ağzına bir türkü yakışır ha.

"Ayağımda kundura, yar gelir dura dura…"

Yandaki rahmetli Fevzi usta sorardı; "Evladım o karga gibi sesinle sabah sabah, hayırdır?"

"Fevzi amca, size enerji yüklüyorum" diye cevaplardım.

Şimdilerde "Enerji, enerji" diye meşhur olanlar var ya, ben yıllar önce çoktan bulmuştum o enerjiyi.

Bu sabah ilk işim, erkenden kahveye gidip kapının önünü süpürmek oldu.

Hatta eşim Gülay "Hayırdır erkenden nereye gidiyorsun?" dediğinde ona "Süpürge yapmaya" dediğimde epeyce güldü.

"Yoksa gizli gizli temizliğe mi başladın?" diye de üzerine espri yapmıştı.

Ah ah! O eski adetler nerede şimdi?

Ama olsun ben bunu sürdüreceğim ve sağ olduğum müddetçe de kapımın önü her sabah süpürülecek.

Eğer kahvenin önünden geçerken süpürülmemişse, bir problem var demektir…

60 YAŞ

Bu cümleyi Fransız bir yazar söylemiş;

“Hayat Altmışlarda Başlar”

"Hadi canım" diyesi geliyor insanın.

"Yaş altmış, işi bitmiş" derler bizim oralarda.

Ama bir yazı buldum şöyle açıklama yaparak bu sözü çürütüyordu.

Bakalım siz yazıyı nasıl bulacaksınız?

"Bu cümle hep aklımı kurcalıyordu, taa ki sıra bana geldi; yaş oldu altmış!

Eğer hayatın özgürlük olduğunu veya özgürlüğün hayat olduğunu kabul edecek olursak, evet hayat ve gerçek anlamda özgürlük altmışında başlar."

"Kendine inanmama, güvenmeme, zincirinden kopma,

Hep iyilik meleği görünme isteğinden uzaklaşma ve 'kendine şefkat ve ilgi gösterme' yaşıdır altmışlar."

"Kendi karakterini kabul etme ve onu değiştirme çabasından vazgeçme yaşıdır altmışlar."

"Özgürlük içinde olduğunu hissetme, kendini eleştirmeme, serzenişte bulunmama ve sükunetle kendini kabullenme yaşıdır altmışlar."

"Hep orada burada kendi hatalarını anlatmanın sona erdiği; hatta yaptığın hatalarla gurur duyma yaşıdır altmışlar."

"Çalışma mecburiyetinden kurtulduğun; ya da hobi için, zevk için çalıştığın dönemdir altmışlar."

"Aşırı yemek yemekten kurtulmaktır; yesen de sağlıklı olmak ve yaşamak için kadardır altmışlar."

"Karşı cinse olan ilgin dengesini bulmuş, canını ruhunu besleyecek kadardır altmışlar."

"Bu özgürlükler sana ayrı bir boyut katar, zevk katar, ruh katar.

Elbette ki altmışından önce ölenler bunu yaşayamazlar."

"Aynaya baktığında gençlik tebessümlerini alnındaki kırışıklıklardan görebilirsin.

İstediğin kadar uyanık kalma ve istediğin saatte uyumaktır altmışlar."

Sevdiğin dostlarınla birlikte olma özgürlüğü, televizyonda istediğin programı seyretme istediğin kadar gençlik şarkılarını söyleme yaşıdır altmışlar."

"Uzaklara yakınlara seyahat etme, sahilde yürüyerek martıları izleme, dalgaların sesine kulak verirken gençlik aşklarını hatırlamaktır altmışlar."

"Bunları kimse senden alamaz zira sen yeni bir hayata başladın.

Evet sen altmışına vardığında bu özgürlüğü kazandın.

Artık özgürsün sen; iş ve pozisyon peşinde koşuşturmayacaksın.

Aynalardan kurtuldun.

Saçın başın artık seni fazla bağlamayacak, hatta kendini daha güzel ve daha karizmatik bulacaksın.

Sen tanrının lütfü demeyi öğrendin artık. Saçla tarakla işin kalmamıştır.

Fön makinesinin enerji kaybından başka bir şey olmadığını anladığın artık.

Hayatın temelinin, mal varlığı değil sevgi olduğunu anladın artık.

Hayat sevmektir;

Kıskanmak ve hırs değildir; bunu anladın artık.

Güzellik sadeliktir; gösteriş değil!

Topladıklarının pek işine yaramadığını, hatta onları başkalarıyla paylaşma ve hatta bağışlamanın sana canlılık ve neşe kattığını anladın.

Sen, tüm benliğini acımasız hayat cenderesine çeken o canavardan kurtuldun artık."

"Artık hayata başlamanın zamanı geldi.

Sevgini başkalarından esirgememenin; sevgini başkalarına sunmanın zevkini öğrendin artık.

Seviyorsan gerçek budur; saflık ve dürüstlüktür hayatın anlamı.

Sen hayatın kısa olduğunu ve fırsatların sınırlı olduğunu anladın artık. "

Yazı böyle.

Size uyar mı?

DALI KESİN!

Günlerden bir gün, bir Krala iki harika şahin hediye edilir.

Kral, bu zamana kadar böyle ihtişamlı şahin görmemiştir.

Bu değerli kuşları eğitmesi için bir şahin eğiticisi çağırır.

Aylar geçer, şahinlerden birisi gökyüzünde asil bir şekilde süzülerek uçuyor, ancak diğer şahin, üzerinde bulunduğu daldan geldiği günden beri bir türlü ayrılmıyordur.

Bunun üzerinde Kral, ülkedeki pek çok şahin eğiticisini seferber eder ama kimse bu şahini uçurmayı başaramaz.

Ülkede denenmemiş tek bir eğitici kalmıştır.

Sonunda kralın emriyle o eğitici de saraya getirilir ve çalışmaya koyulur.

Kral ertesi gün uyandığında camdan bakar ve her iki şahinin de muhteşem bir şekilde uçtuğunu görünce gözlerine inanamaz.

Koşar adımlarla eğiticinin yanına gider ve sorar;

"Nasıl başardın bunu? En az 10 eğitici geldi başaramadı. Sen nasıl yaptın?"

Şahin eğiticisi de cevap verir:

"Çok basit Kralım. Sadece kuşun tünediği dalı kestim..."

Bazen güvenlik alanlarımızın dışına çıkamadığımız için, istediğimiz yönde bir değişim gerçekleştiremeyiz.

Böyle durumlarda, rahatlık alanımızın dışına çıkmak için üzerinde durduğumuz dalı kesmek gerekir.

"İstediğiniz muhteşem uçuşu gerçekleştirebilmek için, daha fazla beklemeyin ve kesin o dalı!..”

LEVENT KIRCA'DAN

"Babam, İsviçre’de akademide bir profesördü.

Heykeltıraş ve ressam.

Hiçbir zaman bir baba-oğul ilişkimiz olmadı.

35 sene sonra kapımıza geldiğinde, annem "Cüneyt Gökçer geldi" zannetmiş. Geldiğinde de beni uyandırdı ve “Cüneyt Hocan geldi” dedi.

"Gördüğün gibi annem de yabancılaşmış!

Annem olayın farkına sonra vardı.

Bizi tanıştırdı, “Oğlum, bu senin baban” dedi.

Tokalaştık.

Babam da “Sarılmayacak mısın?” dedi.

Dedim ki, “Valla hiç içimden gelmiyor. Çünkü siz benim için herhangi bir adamsınız şu anda!”

Sanatçı genlerim babamdan.

Makyaj yapmalarım, heykele merakım filan hep ondan gelmiş."

Kırca sözlerine şöyle devam ediyor:

“Bir ayakta durabilsem, çıkıp oyun da oynarım ama ayakta duramıyorum.

Yürüyemiyorum.

Şu koltuğa gidip orada oturuyorum, sonra yatıyorum.

Genelde de yatıyorum.

Ama bunlar normal.

Birileri ölecek, birileri yaşayacak.

Ölmek zorundasın ki, başkaları doğsun.

Hayatın diyalektiği bu."

"Ben yapacağımı yapmışım.

Yaşadığım sürece de mücadele ederim.

Yaşarsam, bir-iki oyun daha koyarım.

Ama tiyatromu güzel yaptım, onu görmeni istiyorum.

Hemen alt katta.

Oraya bir okul da yaptık.

Ücretsiz bir okul.

250 öğrencimiz var.

Gençlerle bildiklerimi paylaşmak istiyordum.

Öğrencilerimi filmde de oynattım.

Ama filmi dağıtmıyor kimse.

Elimizde donumuz, torbamız dolaşıyoruz kapı kapı.

Tiyatrom benden sonra da devam etsin istiyorum.

Bülent Demir’e devrediyorum, çok sağlam çocuktur Bülent.

Başından itibaren beni hiç yalnız bırakmayan kişidir."

“Jübile yapar mısın?” diye soruyorlar. Yapmam, prensip olarak bana aykırı.

Zenginlerden bilet karşılığı para toplamak istemem ama tiyatromuza bağış yapmak isteyen olursa da başımızın üstünde yeri var.

İsteyen istediği katkıda bulunabilir.

Mesela bir işadamı dostum, biraz maddi yardımda bulundu, buradan teşekkür ediyorum kendisine.

İsmini verirsem vurur beni, keşke verebilsem.

Onun ve Aslı’nın sayesinde ustaların paralarını filan ödeyebildim.

O iş adamı arkadaşım aradığında da, bir güzel ağladım. İnsanlar size iyilik yapınca ağlıyorsunuz."

"Zeki Alasya o kadar telaşla öldü ki, dört günde içinde öldü çocuk.

Şu benim yaşadığım şeyleri yaşayamadı, gözlemleyemedi.

Bunları ancak ölüm döşeğinden gözlemlersin.

Bu bile Allah’ın bir lütfu.

Etrafına bakabiliyorsun, sevgiyi görüyorsun" diyen Kırca sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Seneler evvel bir arkadaşım çok ağır kanserdi. Hastaneye ziyaretine gittim. Hiç unutamam, pencereyi açtı ve gökyüzüne bağırdı, 'Neden ben?' diye.

Sesimi çıkarmamıştım ama yadırgamıştım.

'Neden ben?' demek, bana bencillik gibi geliyor, kibir gibi geliyor.

18 yaşında çocuk da şehit düşüyor, var mı bunun açıklaması?

Yok. Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor?

Yok bunların açıklaması.

Kemoterapiye, sosyal sigortalar hastanesinde, herkesle birlikte giriyorum, küçücük çocuklar görüyorum.

Onlar acı çekerken benim şikâyet etmem, 'Ölmek istemiyorum. Gitmeyeceğim, kazık çakacağım!' diye tutturmam ayıp değil mi?

Bu son olaylar çok sarstı beni, her an ağlayabilirim.

Bu vatanın evladına şehit olarak gelen ölüm, bana kanser olarak gelmiş çok mu?

Yanlış anlama, bu politik bir konuşma değil. Bunları ölüm döşeğinde söylüyorum sana...”

5 SUÇ?

Platon, "Filozoflar kral, krallar filozof olsaydı şehirler ışıl ışıl olurdu" sözü ile yöneticilik için en uygun kişilerin filozoflar olduğunu savunurdu.

Çin’in Doğu Zhou Hanedanlığının bir imparatoru, belki de böylesi bir fikre sahip olduğu için isminin anlamı "Bilge-Filozof Kong" olan Konfüçyüs’e Qufu şehrinin yönetimini teklif eder.

Konfüçyüs'de, hükümdarın bu isteği üzerine bir süre için şehrin yönetiminde olmayı kabul eder.

Konfüçyüs şehri yedi gün boyunca izler. Yedinci gün sonunda şehrin en yüksek memuru Şao Çeng’i idam ettirir. Cesedin üç gün açıkta kalmasını emreder. Konfüçyüs’ün öğrencileri bu duruma çok şaşırırlar ve yanına gidip sorarlar:

"Şao Çeng bu şehirde hatırlı ve kuvvetli bir adamdı. Şimdi şehrin yönetimini aldıktan sonra ilk işiniz onu astırmak oldu. Bu yaptığınız doğru mudur? Bildiğimiz kadarıyla bu adam haydutluk, hırsızlık yapmamıştı..."

Konfüçyüs "Yaptığımın nedenlerini size anlatayım" der ve anlatır:

"Dünyada beş ağır suç vardır.

Haydutluk ve hırsızlık bunların arasında değildir, daha sonra gelirler.

Bu beş suç şunlardır:

Birincisi; Uyumsuz ve asi bir tabiatla birlikte gözüpeklilik…

İkincisi; Aşağı bir hayat tarzıyla birlikte inatçılık…

Üçüncüsü; Çenesinin kuvvetli olmasıyla birlikte yalancılık…

Dördüncüsü; Herkesin ayıbını, kusurunu aklında tutmakla birlikte herkesle dost geçinmek…

Beşincisi; Hak ve adalet duygusu olmamakla birlikte yaptığı haksızlıkları süslü ve parlak gerekçeler arkasına gizlemek.

Şao Çeng’de bunların beşi de vardı.

Nereye gitse taraftar topluyor, hizipler yaratabiliyordu; aldatıcı fikirlerini parlak konuşmalarının arkasına gizleyebiliyordu, zulmüyle adaleti tersine çevirebiliyordu.

Aşağılıklar birleştiği zaman ortaya çok güçlü bir kötülük çıkar.

Ben de şehir halkı için tam yapılması gerekeni yaptım…"

CUMARTESİ FIKRASI

Karı koca yemek yiyor.

O sırada masaya yaklaşan heykel gibi güzel bir esmer, adamı selamlayıp geçiyor. Adamın karısı soruyor:

-"Kim bu afet?"

Adam:

-“Eğer mutlaka bilmek istiyorsan söyleyeyim, metresim!”

Kadın:

-“Bir de bu kadar pervasızca söylüyorsun. Boşanıyorum senden!”

Adam:

-“Yani Etiler'deki apartmanı, Kandilli'deki yalıyı, Göcek'teki tekneyi ve Nice'deki villayı bırakıyorsun...”

Uzun bir sessizlik olur.

Çift yemeğini yerken kadın birden sorar:

-“Şu arkada oturan Fuat değil mi? Yanındaki kadın kim?”

Adam:

-“Fuat'ın metresi…”

Kadın:

-“Ay bizimki çok daha güzelmiş…!”

SOĞUK ESPRİLER

1. Tuvaletteki 10’a ne denir?

Sifon

2. En güzel yemek yapan Ceren hangisidir?

Tenceren

3. İshal olmuş böceğe ne denir?

Cırcır böceği

4. Bacaktaki 10’a ne denir?

Pantolon

5. Türkiye’nin en yeni şehri hangisidir?

Nevşehir

6. Yıkanan ton balığına ne denir?

Washington