Felsefecilerin daha çok üzerinde durduğu akıl tutulması son zamanlarda milletin geneli için de tartışılmaya başlandı. Hitler döneminde Alman yazar Max Horkheimer’in ülkesinden kaçmasına neden olan bu kavram, aslında bireysel olarak düşünüldüğünde gün içerisinde sıklıkla rastlanan ve yaşanan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor.

İnsanın aklı bazen tutulur. En sık rastlanan akıl tutulması, unutkanlıktır. İşte anahtarlar, telefon, çanta ve benzeri kişisel eşyalar bir yerlerde unutulur hep. Gün içerisinde beynin-aklın yaşadığı sıkıntılar, odaklandığı konular, bazı kişisel eşyaları bir yerlerde sürekli unutturur. Bazen de insanların düşünce yetisi kilitlenir kalır.

Belediye otobüslerinde, taksilerde, kafe ve restoranlarda unutulan eşyalar sürekli gündem olur. İnsanımız unutkanlığını adeta ispatlar. Gerçi ülkenin yaşadığı süreçlerinde pek farkına varmıyor. Neler yaşandı unutup gidiyor. Ha öyle miymiş deyip yeni pozisyon alıveriyor.

Milletin muhakemesinin gelişmesi gerekiyor. Memlekette meydana gelen pek çok gelişme hakkında fikir gelişmiyor. Yaşananlar biriktirilmiyor. Unutuluyor. Memleketin geleceği çalınırken milletimiz adeta uyutuluyor.

Maden kazaları yaşanalı çok olmadı. Hepsi unutuldu gitti. Sorumlular hakkında neler yapıldı bilen yok.

Deprem yüzbinlerce canımızı aldı. Devlet zamanında müdahale edemedi. Depremin dibindeki kurumlar yukarıdan talimat bekledi. Sonra da ilk saniyesinden itibaren operasyondaydık yalanları uydurdular. Unutuldu gitti. Yüzlerce müteahhit sorumlu tutuldu. Birkaçı dışında haber bile yok. Deprem tedbirleriyle ilgili riskli bölgelerde çalışmalar çok yavaş ilerliyor. Konuşuluyor ama icraat yok.

Ergenekon, balyoz ve benzeri operasyonlar, operasyonlarda görev alanlar, operasyona destek verenler unutuldu gitti.

17/25 aralık operasyonları, komplolar, ayakkabı kutularında milyonlarca avro ve dolarlar bulundu unutuldu gitti.

Akülü traktör vardı. Türk çiftçisi sekiz liraya akşama kadar çift sürecekti. Galoşlarla tarlada gezen idarecileri büyük gururla izleyen millet traktör nerde diye sormuyor. İnsan naylondan da olsa bir akülü traktör oyuncağı gösterir millete, sizin aklınızla dalga geçtim diye değil mi?

Memleketin insanı sanki hipnoz edilmiş gibi, geçmişe yönelik hafıza ile günümüzde yaşanılan gelişmeleri muhakeme etmede güçlük çekiyor.

Demokratik açılım hikayeleriyle terör örgütünün güçlenmesine neden olan iktidar sahipleri, geçen seçimlerde muhalefete terörist kavramını yapıştırdı gitti. Neler söylediler neler. Hatta geçmişte terörle ilgili olarak şimdiki iktidar sahipleri birbirlerine neler saydırdılar neler. Akla hayale gelmeyen suçlamalar yaptılar. İktidarın küçük ortağı son seçimlerde muhalefeti bölücü terör örgütüne yardım ve yataklık yapmakla suçladı. Unutuldu gitti. Şaşalı cümlelerle, ip atmalarla milleti geren liderler şimdi 180 derece döndüler ve ne yapacakları belli olmayan bir sürece soktular memleketi.

Gelsin mecliste konuşsun dedikleri adamın davası 31 Mayıs 1999'da başladı ve dava sırasında Abdullah Öcalan; PKK'yı kendisinin kurduğunu, örgütü sevk ve idare ettiğini ve yakalandığı ana kadar örgütün kendisinin liderliği ve komutası altında faaliyetlerini sürdürdüğünü itiraf etti. 30.000 kişinin ölümünden sorumlu olmakla suçlandı. 29 Haziran 1999'da yapılan son duruşmada, Öcalan ayrılıkçılık ve vatana ihanet nedeniyle oybirliği ile idama mahkûm edildi. Karar 25 Kasım 1999'da Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. Hal böyle iken Sayın Bahçeli’nin çıkışı ve sonrasındaki gelişmeler hukuki ve yasal anlamda ne kadar anlamlı anlamak mümkün değil.