Çanakkale Savaşlarında, üzerinde yaşadığımız bu topraklar, nice kahramanlık olaylarına şahitlik etti... Şimdi, yine üzerinde yaşadığımz bu topraklar, böyle destansı fedakarlıkları bir daha görür mü?
Çanakkale Savaşlarında, üzerinde yaşadığımız bu topraklar, nice kahramanlık olaylarına şahitlik etti... Şimdi, yine üzerinde yaşadığımz bu topraklar, böyle destansı fedakarlıkları bir daha görür mü? Bilemem...
Çanakkale Savaşları, Türk'ün cesaretinin zirveye çıktığı ender savaşlardan birisidir... Çanakkale, dünya savaş tarihinde eşine ender rastlanacak mucizevi olaylara da şahit olmuştur...
Düşünün ki, attığı top mermisiyle Fransız Denizaltısı Turquaz'ı periskopundan vurarak Akbaş Koyu'nda karaya oturmasını sağlayan ve bir denizaltıyı esir almamazı sağlayan Müstecip Onbaşı' dır... Müstecip Onbaşı, Bursa ilimizin Yenişehir ilçesine bağlı Orhaniye Köyü'dendir... Gazimizin mezarı da oradadır... Biz, bir avuç Çanakkale gönüllüsü olarak Çanakkale' den Orhaniye Köyü'ne giderek kahramanımızın köy mezarlığındaki kabri başında, bu kahramanımızla ilgili olarak bir anma programı yapmıştık...
Yine bu toprakların çocuğu olan Mehmet Çavuş, düşmana atmakta olduğu mermisi bitince eline geçirdiği kürekle 4 Mart 1915 tarihinde kıyıya çıkartma teşebbüsünde bulunan düşmana hücum etmiş ve çıkartmayı püskürtmüştür...Kendisi de, yaralanmıştır... Tedavi için Maydos Hastanesine getirilmiştir... Burada, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal tarafından ziyaret edilmiş ve kendisine bir madalya verilmesinin teklifini yapmış ve böylece kara savaşları öncesi ilk madalyaların verilmesini de , Mustafa Kemal sağlamış oluyor...
Müstevli güçlerinin Kpmutanı olan General İan Hamilton hatıralarında "Arıburnu Cephesi'ni dürbünle seyrederken Türk siperlerine yakın bir yerde, bir İngiliz Subayının yaralandığını ve kendi siperine dönemediğini gördüğünü ifade edip bir müddet sonra bu subayın "Help Me" çığlıklarına İngiliz askerlerinin cevap veremediğini gördüğünü üzüntüyle ifade eder... İngiliz Askerlerinin vurulmayı göze alamadığını ve komutanlarına yardıma gidemediğini görmenin acısını çektiğini yazar... Ama, bir anda mucizevi bir olaya şahit olduğunu ve gördüğü olaya inanamadığını belirtir..."
Onun gördüğü:
"Kafkas Kıyafetli bir Türk Askeri, elinde beyaz bir şey salladı... Bir an her şey durdu... Bu asker, tüfeğini omuzundan aşağıya doğru ters olarak asmıştı... Bu şekilde siperden çıktı... Bizim yaralı subayımızın yanına geldi, şefkatli bir baba gibi onu incitmeden kuçağına aldı... Savaşta değil, parkta yürür gibi bizim siperlere getirdi... Yavaşça bıraktı... Yine hiçbir şey olmamış gibi dönerek kendi siperlerine doğru yürüdü. Siperine gelince, atladı... Sonra tüfeğini çıkarttı savaşına kaldığı yerden devam etti... Bu savaş ne yaman şey, diye satırlarına devam eder...
Bu kahramanımız kimdir? Nerelidir? Bilmiyoruz... Ama, bildiğimiz bir şey var ki, Mehmetcik, düşmanı da olsa yardıma muhtaçsa canı pahasına bu yardımı yapabilmektedir... Dünya savaş tarihi böyle bir olayı bir daha kaydeder mi? Bilemeyiz ;ama, Çanakkale 'deki Mehmetcik bir şefkat abidesidir...
Çanakkale' de, Yahya Çavuş, Ezineli Cemal, Lapsekili Muharrem Çavuş, İpkaiyeli Mahmut, Üçpınarlı Ali, Gönenli Minik Ömer, Harputlu Ömer, Havranlı Seyit ve diğerleri... Ne büyük kahramanlardır...
Bizim çocukluğumuz hep Çanakkale 'de savaşmış karamanlar arasında veya Çanakkale Savaşlarını görmüş kişiler arasında geçti...
Hatıraların çok taze olduğu dönemde, Babamın görevi gereği gittiği Karacaören( Karacaviran) Köyü'ne ben de gitmiştim... 1963-1964 yılları gibiydi... Köylüler arasında sınır problemini çözmek üzere gidilmişti... Köylüler geldi... Babam, sorular yöneltiyor, aldığı cevabı da daktilosuyla yazıyordu... köylülerle birlikte gelen bir kişinin burnunun bir tarafı çukurdu ve bir gözü görmüyordu... Yüzünün bir tarafı derin yara izleri taşıyordu... Babam çalışmasını sürdürüyor, bazı bilgileri de, bilirkişi göreviyle bu amcaya sorarak, doğru bilgileri alıp daktilo ile tutanak şeklinde yazıyordu... Sonra, işimiz bitti... Çanakkale 'ye dönerken "bu amcaya ne olmuş?" diye babama sordum... Babam da: "O' nun bir Gazi olduğunu ve kendisine lakap olarak Gazi Burunsuz Mehmet dendiğini söyledi..." Ben de keşke daha fazla konuşsaydık, diye hayıflandım... Ama,bu Gazimizi birkaç kez daha Çanakkale içinde gördüm;fakat, konuşma imkanım olmadı... 1965 yılında Savaşın ellinci yılında, Cumhuriyet Meydanı'nda yapılan törenlerde onu da gördüm... Ancak, orada gördüğüm başka bir Gazi daha vardı. Bir araba lastiğinden kendisine oturacak yer yapmış ve elleriyle hareket ederek yerde gidiyordu... Çünkü ayakları yoktu... Bu Gazimiz kimdi, sorup öğrenmediğim için kendime hala çok kızarım...
Aradan yıllar geçti... Ben, savaşın yüzüncü yılı için neler yapabiliriz, diye düşünürken Babama, "şehitlerin gömülü olduğu yerler hazine arazisi mi yoksa şahıs tarlası mı?" diye sordum... Babam, bir kısmı şahıs tarlası bir kısmı mera gibi duruyor, dedi... "Bunlar nerede?" diye sorduğumda da Halil Paşa Çiftliği Hastanesi'nde şehit düşenler Ana yolun üst tarafında gömülü, dedi... Ama, daha ayrıntılı bilginin Musa Köy'deki Ahretliği tarafından bilindiğini söyledi. Bizde, Musa Köy'e gittik, şehitlerin gömülü olduğu yerleri bulduk... Şimdi tarla... Dönüşte, üzüntü içinde daha önce bahsettiğim Karacaören Köyü'ne geldik... Orada, Burunsuz Mehmet lakaplı Gazimizin torunlarını bulmak istedim... Köyde olmadığını söylediler... Sonra iletişim için bir köylüden Gazimizin torununun telefon numarasını aldım... torunu Hasan Hüseyin Yurt'u arayarak dedesiyle ilgili bilgiler aldım... Bu Gazimizi tanıtmak ve tarihe kazandırmak için çalıştım... Yarımada'yı benimle ziyaret edenlere bu olayı Conkbayırı'nda anlatırım... Fedakarlığın boyutunu da dile getiririm... Bu fedakarlıkları, Orhan Seyfi Orhon' un Çanakkale 'yle ilgili yazdığı bir şiirinin hemen yan tarafına not olarak yazılan birkaç cümlede de görmek mümkündür... Orada da, yüzünün bir bölümünü kaybeden Mehmetçiğimizin fedakarlığı üzerine bu şiirin yazıldığını Orhan Seyfi Orhon, ifade eder... İşte o birkaç cümleyle şairimizin ifadesini görünce bu tür kahramanlarımızı araştırmaya başladım... O zaman da, acı gerçeklerle karşılaşmış olduk...