' Gönülsüz iş olmaz!' sözüne gelince o da esrar değil, insanı işte benim halime koyan müthiş bir şeniyettir. Ne yazık ki bu şeniyeti elli yaşımda ve ihtiyar bir köylüden öğrendim...'
" Gönülsüz iş olmaz!" sözüne gelince o da esrar değil, insanı işte benim halime koyan müthiş bir şeniyettir. Ne yazık ki bu şeniyeti elli yaşımda ve ihtiyar bir köylüden öğrendim..."
"Bu şeniyeti bana da izah etsene..."
"Edeyim, bahçelerde, ormanlıklarda görmüşsündür;kalın gövdeli, dallı budaklı ağaçlar vardır ki artık meyve vermez olmuşlardır. Bunlardan birisini devir; göreceksin ki zahiren pek sağlam gözüken bu ağaçların içleri çürümüş, sapsarı sararmış ve toz gibi olmuştur. Bu ağacın özüdür, kalbidir. Ağaç oradan hastalanmış, usaresini alamaz olmuş, hayatiyet kabiliyetini kaybetmiştir. Şimdi ağacın dibini eş, araştır. Pis, murdar, iğrenç bazı kurtlara tesadüf edersin ki ağacın özünü sarmış, onu yemekte, çürütmektedirler. Tecrübeli bahçıvanlar bunu bilirler ve ağacı kurtarmak için ilk evvel bu kurtları arayıp bulurlar, onlardan ağacı temizleyip kurtarırlar. Yoksa hiçbir gübre, hiçbir su ağacı kurtaramaz. Biz de tıpkı bunun gibiyiz ve ihtiyarın dediği de budur. Şimdi anladın mı?"
" Bir şeyler sezdim. Fakat tamamen kavrayamadım. Rica ederim Turgut, açık söyle..."
" Pekala, açık söyleyeyim. Bizde baş var, kalp yoktur. Fikir var, his yoktur. Tabir-i aharla insanlığımızın yarısı felce uğramıştır. Kalbimizin içine birtakım kurtlar girmiştir ki usaremizi kurutmakta, içimizi oyup çürütmekte, bizi meyve vermez bir hale getirmektedir."
" Turgut bu usare nedir, o kurtlar neden ibarettir?"
" Kalbin usaresi, merhamet, şefkat, mürüvvet, insaf, sevgi, af, güzelliğe ve iyiliğe muhabbet, çirkinliğe ve kötülüğe nefret, fedakarlık, mahviyet, hakperestlik;kalbin kurtları da kabalık, hodkamlık, hodperestlik, hakka ve hakikate karşı lakaydilik, zulüm ve cefaya meyildir. Şimdi bu kurtlar o usarelere hücum etmişlerdir, onları yiye yiye bizi ta içimizden kurutmuşlardır. Bizim yapacağımız ilk iş bu kurtları birer birer söküp atmaktı. Halbuki biz ne yaptık?"
******
Yaptıklarımızı daha sonra yine Yurt Köyü'ndeki bir olay üzerinden anlatmış olacağız...
Ahmet Ağaoğlu, Osmanlı'nın son dönemi Cumhuriyetin ilk yıllarını anlatmaya devam eder.
Sosyolojik bazı tespitler yapar.
Onun anlattıklarını biz, günümüzde de aynen yaşamaktayız...
Aslında, dersler çıkartmamız gereken olaylar var ve o dönemin aydınları bu olayları süzememiştir. Günümüzde de değişen bir şey yoktur. Bizim aydınımız, içinden çıktığı topluma yabancılaşmaktadır. Sosyoekonomik yapısı iyileşen fertler veya aileler, dünya görüşü ne olursa olsun, kendi toplumunu küçümsemekte ve içinden çıktığı toplumu yadırgamaya başlamaktadır... Türkiye'de %20'lik bir kitle "vur patlasın çal oynasın" tavrından yaşarken %80'lik diğer kitle ise yoksulluk sınırı ile açlık sınırı arasında yaşamaya, hayatta kalmaya çalışmaktadır. Bizim siyasetçilerimiz ve aydınımız bu konuları dile getirmek istememektedir...
Çuvalladığımız yer tam da burasıdır...
Fikir, hisle birlikte değilse fikir olmaktan çıkmaktadır.
Bizim toplum olarak daha duyarlı olmamız gerekir ki, bu duyarlılığı gösteremiyoruz...
Toplumumuz, bizim hayal ettiğimiz seviyeye belki de 2200'ler de gelecektir...
Ama, biz bunu göremiyeceğiz...
******
Devam edeceğim...
Hem de somut örneklerle...
Bilgi edinmeniz dileğiyle...
Gönülden selamlar....