Soner Yalçın, Japon mucizesi için güzel bir yazı paylaşmış ve bizim gibi toplumların gelişmede geri kalış sebeplerini dile getirmiş. Bu yazıya bir katkı.

Soner Yalçın, Japon mucizesi için güzel bir yazı paylaşmış ve bizim gibi toplumların gelişmede geri kalış sebeplerini dile getirmiş. Bu yazıya bir katkı.

Soner Yalçın'ın yazısı yeni bir şey söylemiyor... Bunu, bizim içimizden çıkan Prof. Dr. İdris Küçükömer, Ahmet Ağaoğlu, Doğan Avcıoğlu, Attila İlhan, Falih Rıfkı Atay, Prof. Dr. İskender Öksüz, Prof. Dr. Burhan Ulutan, Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, Yusuf Akçura, Sultan Galiyev, Turar Rıkulov, Agâh Oktay Güner, otuzlu yılların Kadro Dergisi, altmışlı yılların Yön Dergisi, Kim Dergisi  ve Yetmişli yılların Töre, Devlet, Ülkü - Tek Dergilerinde de buna yönelik söylemler vardı. Ayrıca, benim şimdi aklıma gelmeyen yüzlerce kişi bu durumu gündeme getirdi. Hatta, Seyit Kutup, Mustafa es Sıbai, Akdülkadir  Udeh ve Kaddafi'nin Yeşil Kitap'ında bile çözüm yolları var... Bizde, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Kadınlar Vaizi" kitabında bile farklı bir atmosfer anlatılır ve ne yapılmamaması için kişi, düşünceye sevk edilir...

Önemli olan söylem değil, icraattır...

Biz, icraatta yokuz...

Ben, önümüzdeki on yılı da çok daha fazla çile çekilecek dönemi olarak görürüm.

Biz, her alanda reform yapabilmeliyiz...

Bunun maddi alt yapısını da kurmalıyız...

Üretim ekonomisine geçmeliyiz.

Devletimizde her emri yukarıdan bekler tavrı ve oluşumu ülkemiz için yanlış olmuştur... ( Alan Kılavuzlarının çalışma kanunu, usül yönünden Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmiş ve Anayasa Mahkemesi bu işin düzeltilmesi için on ay süre tanımıştır. Bu süre 1 Ağustos 2024 tarihinde bitmektedir. Bu konuda ne Alan Başkanlığı ne de Kültür ve Turizm Bakanlığı bir şey yapmamıştır. Herkes kafasını yukarıya kaldırmış emir - buyruk beklemektedir. Şimdiye kadar bir şey yapılmadığına göre, belki de bu iktidarın yaptığı en güzel şey olan Alan Kılavuzluğu müessesesi tarihe karışacaktır. Bu konuda, süre birsin daha ağır ve tenkit edici yazıları da paylaşacağım.)

Yatırım yapılması için kullanılması gereken sermaye, betona gömülmüştür. O betonu yüz kere yapacak geliri getirecek sistem değişikliğine gidilmemiştir. Türkiye, devletin lokomotif olduğu karma ekonomiye geçebilmeli ve daha toplumcu politikalar geliştirebilmeliydi. Biraz pahalı da olsa üreten Türkiye'den, ithal ederek tüketen topluma geçmemiz bizi batırmaktadır... Bunun farkına varamayan ve sermayeye el değiştirerek "islamcı sermaye" yaratacağız, diye her şeyi mübah gören zihniyet, kaşâneler yaptı;ancak, üretim için yatırım yapmadı. Sadece dron yapmak ve yirmi iki yılda bir gemi yapmış olmakla mazlum milletlerin hamisi olunamayacağını görememek iyi bir miyoplu kişi olmak gibidir. Aparat olarak gözlük kullanılmazsa bu sürgit devam eder.

Toplum yapımız, %20 zengin, %60 orta gelir düzeyi ve %20 fakir bir kitleydi.

Şimdi, %20 her toplum kesiminden(laik, seküler, dönme, islamcı, bölücü kitle) oluşan zengin bir kitle ve %80 fakirleştirilmiş bir Türk toplumu karşımıza çıkmıştır...(son yirmi iki yılda legal veya illegal yoldan zenginleşen siyasal islamcı fertler, erk ellerinde olduğu bu dönemin sonucunda geldikleri nokta, kalın duvarlar arkasında, güvenlikli konutlarda halktan kopuk ve halka tepeden bakan, maddesini tatmin için dün küfrettiği her şeyi yaparak, çocuklarını kafir ülkelerde okutarak, kafir ülkelerin vatandaşlığını almak için torunlarının o ülkelerde doğmasını sağlayarak ve en önemlisi, cihatın her türlüsünü kutsayarak kendi çocuklarına bedelli askerlik yaptırtıp, fakir halk çocuklarını cihata yöneltmek de ayrı bir aymazlıktır. Ben, siyasal islamcı önderlerin bir ferdinin bile çocuğunun, bu mücadelede şehit olduğunu görmedim. Cihat, zengin  veya yeni zengin fertlerin çocuklarına farz değil herhalde... Burada bile takiyeyi görmekteyiz... Yetmişlerin sonunda yayınlanan Hicret ve Rayet Dergilerindeki Cihat ve Mücadele Ruhu'nun nereye gittiğini merak etmekteyim. Neyse daha fazla deşmeyelim... Sizin hakkınızdan Sayın İsmet Özel gelsin...)

İçimizde bulunan, on üç milyonluk, dili yabancı  bir kitle var oldukça Türkiye, belini doğrultamaz...

Bizim %80'lik kitlemiz, Afrika'da açlıktan kırılan kitle gibi, Hindistan'daki kast sisteminin en altındaki fertler gibi, Çin'de  on dokuzuncu asırda yaşayan köylüler gibi, açlığa mahkum olacak durumda. Bu durum, toplumsal çalkantılara sebep olabilir ve ayrıca, milli güvenlik meselesi de olabilir...

Bence, geldiğimiz noktadan çıkış için şimdiki sistemimiz de bir araç olarak değerlendirilebilirse bir fırsat olarak önümüzde duruyor, derim. Şimdiki ekonomik yapımız, kur korumalı mevduattan da daha kötü. Döviz açısından %10'un üzerinde bir faizle (bunun faizini %50'ye kadar çıkaran söylemler için devlet bilgi vermediğinden bilgi sahibi değiliz.) borçlandığımızı söyleyenler de var ki bu tam bir facia...

Japonya'da Şoğgunlar savaşı, Çin'de Mao dönemi katliamları, Rusya'da  Lenin ve Stalin katliamları ve Batı'nın gittiği her yerde ucuz iş gücü ve yaptığı katliamlarla zenginleştiği  ve güç olduğu dönemleri görmekteyiz.

Batı medeniyeti kan ve gözyaşı üzerine kurulu bir medeniyettir. İsrail' 'in günümüzde Gazze' ye yaptığı da tam da budur...

Bizim güç olduğumuz dönemlerde, en fakir ve en zengin olan  Han 'la  kişi arasındaki ekonomik olarak fark, pek yoktu. Eşit, aynı zorluğu yaşayan fertlerin başarısıydı bizim devlet yapımız...

Şimdi, bu devlet yapımız  yok oldu... Bu yüzden önce toplumsal yapımızı güçlü kılmalıyız.

 Bu yapı, şeyh, gavs, kutup, hoca efendi ve adına ne derseniz deyin, bu kişilerin olmayan ferasetiyle toplumsal yapımız güçlü kılınamaz.

Biz, bileyici baba, somuncu baba, attar baba, nalıncı baba gibi "Fisebilillah Allah rızası için" hizmet eden "önder erenlerimizi" kaybettik.

Şimdi, holding  ve vakıf sahibi, halktan kopuk yeni kapitalist sınıf oluşturduk. Bunun da halka bir faydası yok. Devlete de bir faydası yok... Vergi vermeyen, üretmeyen inanç sistemleri başarılı olamaz, olamamaktadır da.

Acil olarak maddede  dönüşüm  programı geliştirip uygulamalıyız.

 Manamız zaten kayıp... Bizi, Allah(cc) kurtarsın.

Bunları yazma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

Bütün gönüldaşlarıma, bağırdaşlarıma gönülden selamlar.

Var olun...