Ülke dışından birisi gelse ve "Acaba Türkiye'nin durumu nasıl?" diye sorsa nasıl cevap verirdiniz?
Ama ben olsam mesela bir gazete alıp haberlere bakardım.
Pazar günü akşam haberleri izliyorum.
Ülkenin halinin özeti orada.
Size de aktarayım;
Aşiyan Sahili'nde meydana gelen olayda iddiaya göre, sahilde yürüyen kadın denize düşmüş.
Arkadaşının denize düştüğünü gören bir kişi de peşinden atlamış.
Şiddetli rüzgâr ve dalgaların etkisi ile ikisi de kısa sürede gözden kaybolmuş.
Sahil Güvenlik ekipleriyle deniz polisinin iki kişiyi denizdeki arama çalışmaları sürüyormuş.
Beşiktaş maçına gitmek üzere İzmir’den İstanbul’a seyahat eden Göztepe taraftarları ile Balıkesir’den Kocaeli’deki maç için yola çıkan Bandırmaspor taraftarları, İstanbul-İzmir Otoyolu üzerindeki bir dinlenme tesisinde karşı karşıya geldi.
Karşılaşma, taşlı sopalı kavgaya dönüştü ve olayda çok sayıda kişi yaralandı.
Daha öncelerde de; TEM Otoyolu Sakarya ve Kocaeli geçişinde bulunan dinlenme tesislerinde karşılaşan Kayserispor ile Sivasspor taraftarları arasında kavga çıkmıştı.
Çıkan kavgada 8 kişi yaralanırken, taraftarları taşıyan otobüsler zarar görmüştü.
Bir başka haber şu;
Antalya'da seralar rüzgârdan uçmuş.
Eee ne var bunda?
Şu var!
Yıllardan beri bu haberi duyarız, okuruz, izleriz.
Antalya'da hep fırtına olur ve hep seralar uçar.
Peki kardeşim bu seracılar rüzgara karşı hiç önlem almazlar mı acaba?
Düşünmezler mi?
Soru bu…
Haber şu;
AKP'li danışman muhalefetten yakınıyor:
"Erken seçim istiyorlar…"
Ne isteyecekti peki?
Yahu muhalefetin işi bu zaten, "Seçim olsun da iktidara biz gelelim" der.
Ayrıca zaten erken seçim olursa Genel Başkanınız aday olabiliyor, aksi takdirde aday olamıyor.
Hazır muhalefet istemişken yapıverin gitsin…
Haber:
"Kabine toplanacakmış.
Konu ise; Ekonomiymiş…"
Yahu bunlar 22 senedir toplanıyorlar şu ekonomiyi bir türlü rayına oturtamadılar.
Ama inatla toplanmaya devam ediyorlar ya.
Hayret!
Haber:
"İktidar toplu akaryakıt alımı yaparak toplam 3 milyarlık tasarruf yapmış…"
Ne haber ama?
Duyan alkışlamıştır sanırım.
Şu dışarıdan ülkemize gelen yabancı;
"Yahu 22 senedir anca mı akıllarına gelmiş?" diye sorsa ne cevap verilecek.
Demek daha önce toplu alınmamış ve 22 sene çarpı 3 milyar heba olmuş.
Haydi bakalım verin cevabını şimdi.
Bu haber her hafta tekrarlanıyor.
Emniyet trafik denetimlerinde bu rakamları paylaşıyor.
Haber şu;
Emniyet ve Jandarma Trafik Ekipleri, 14-21 Kasım 2024 tarihleri arasında 2 milyon 942 bin 329 aracı denetledi.
Işıklı ya da sesli uyarı işareti bulunan cihazları (çakar) mevzuatta izin verilmeyen araçlara takarak kullanan 231 sürücüye işlem uygulanmış.
Hız limitini aşan 115 bin 949 sürücüye işlem yapılmış.
Periyodik muayenesini yaptırmayan 26 bin 786 araç tespit edilmiş.
Sürücü belgesiz araç kullanan 13 bin 869 kişiye işlem yapılmış.
Emniyet kemeri kullanmayan 23 bin 485 sürücüye işlem uygulanmış.
Böylece toplamda 462 bin 324 araca ve sürücüye çeşitli trafik kurallarına aykırı hareket etmeleri nedeniyle işlem yapılmış.
Ülkenin trafikteki haftalık hali bu…
Haber;
"Zorunlu kış lastiği uygulaması 1 Aralık 2024 tarihinde başlıyor.
Şehirlerarası karayollarında yolcu ve eşya taşımasında kullanılan taşıtlarda kış lastiği takılması artık zorunlu hale getirildi.
Zorunlu kış lastiği uygulaması, 1 Nisan 2025 günü sona erecekmiş…"
Haftalık trafik yoklamasına kış lastiği de eklendi desenize.
Başka bir haber:
"Manisa'nın Turgutlu ilçesinde düğün bahanesiyle havaya ateş ederek sosyal medyada görüntülerini paylaşan 5 kişi Turgutlu İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin yürüttüğü çalışmayla silahlarıyla beraber yakalanmış.
Mahkemeye çıkarılan 5 kişi tutuklanarak cezaevine gönderilmiş."
Ne dersiniz?
Belki de siz de bu haberi okuyup geçtiniz.
Çünkü ülkede o kadar alıştık ki, artık olağan hale geldi.
Olağan hale gelen bir başka konu ise benzin, mazot filan.
Tam 45 lira olan benzin fiyatlarına artık tepki gösteren yok.
Evvelden sosyal medya dahil tepkiler ayyuka çıkarken, şimdi "Aaa! Benzin 45 lira olmuş" diyerek kısa bir hayret gösterisinde bulunup, "parası olmayan binmesin" deniliyor.
Merkez Bankası yılsonu tahminini yüzde 45 olarak açıklamış.
Buna göre yüzde 30'larda zam bekleyen emekliler ve çalışanlar, daha çok bekleyecekler sanırım.
Uzman haber için açıklama yapıyor;
"Yüzde 13 zam olursa öp başına koy…"
Alıştık artık bu haberlere.
Sağolsun iktidarımız hepimizi alıştırdı…
BABA OĞUL
Cherokee Kızılderililerinin 12-13 yaşına gelen erkek çocuklarına uyguladıkları bir sınav varmış.
Babası oğluna, "artık erkek olduğunu kanıtlamak için bir sınavdan geçmesi gerektiğini" söyleyerek, onu ormanın içlerine götürürmüş.
Orada oturması için bir ağaç kütüğü gösterip, çocuğun gözlerini bağlar ve "onu gece boyunca yalnız bırakacağını" belirtirmiş…
Bu halde çocuk bağırmamalı, gözlerini sabahın ilk ışıkları süzülene kadar açmamalı ve kütüğün üzerinde sessiz kıpırdamadan sabahı beklemek zorundadır.
Bunu başardığı zaman çocuk erkek olarak kabul edilirmiş.
Yaşadığı bu sınavı da başkasına anlatması yasakmış.
Her erkek çocuk sınav gecesini yalnız başına yaşamalıymış.
Sınav zordur.
Doğal olarak çocuk korkar, rüzgârın sesi, orman hayvanlarının bağırtıları korkunçmuş.
Her yönden çıtırtılar, yaklaşan ayak seslerine benzer gürültüler gelir, çocuğun aklından bin bir türlü korkunç olasılıklar geçer durmuş.
Ama yine de sınavı geçmek ve erkek olabilmek için sabırla beklemek ve gözünü açmamak zorundaymış.
Korkunç gecenin sonunda güneşin ilk ışıkları ile birlikte çocuk gözünü açar ve karşısında sessizce kendisini izleyen babasını görürmüş.
Onu yalnız bırakıp gideceğini söylemiş olan babası aslında, bütün gece orada sessiz oturur, bir tehlike durumunda oğlunu korumak için beklermiş.
Bu sınavı birlikte yaşayan baba ile oğul birbirlerine çok farklı bağlanırlarmış, çünkü babası da aynı sınavdan geçmiştir.
Böylece oğul da babası için ne kadar değerli olduğunu anlarmış.
Hepimiz zaman zaman yalnız kaldığımızı sanırız ama illa bizi gözeten birileri vardır.
KURU FASULYE
Askeri gemilerde her pazartesi "Kuru fasulye yemeği çıkarmış" meğer.
"Peki, neden?" diyerek merak ettim aynı sizin gibi.
Bu geleneğin sebebi şuymuş:
Gemilerdeki yaşam koşulları karadaki yaşam koşullarından daha farklı olduğu için birtakım sebepler kuru fasulye yemeğini daha özel hale getirmiş...
Pazartesi günleri kuru fasulye yeme, Türk Deniz Kuvvetleri'nde bahriye âdeti olarak sürdürülen bir gelenekmiş.
Özellikle pazartesi gününün seçilmesi ve pişen yemeğin kuru fasulye olmasının ise iki temel nedeni varmış:
Birincisi; gemilere erzak haftalık olarak pazartesi günü alınırmış.
Çünkü pazartesi "Tornaçark günüdür" ve haftalık mesainin başlangıcıdır.
Her günün yemeği için de bir önceki günden hazırlık yapılır. (Baklagillerin bir gece önceden ıslatılması şartı var tabi.)
Pazar günü yemek hazırlamak için yeteri kadar taze erzak kalmamış olduğundan, ertesi güne pişirmek için kuru bakliyat kullanılır ve hazırlaması diğerlerine göre daha kolay olan, kolay hazmedilen ve kolay kolay bozulmayan kuru fasülye, bu noktada en mantıklı seçenek haline gelmiş.
Eskiden gemilerde buzdolabı olmadığından dolayı da etsiz pişirilmiş ve küçük taneli olanı en geleneksel olanıymış.
İkinci neden ise; Savaş gemileriyle haftalarca, hatta aylarca süren uzun seyirlere çıkılmasından dolayıymış.
Ne alaka dedim içimden.
Açıklaması ise şöyle;
Uzun süre denizde kalmak zaman algısını zayıflattığından, personele hafta başını hatırlatmak için pazartesi günleri kuru fasülye çıkarılırmış.
Ayrıca sürekli açık denizde bulunmak belli bir noktadan sonra taze su tüketimini azalttığından, suni olarak damıtılmış su tüketimi artarmış.
Saf su, mineral bakımından zengin olmadığı için, personel hazımsızlık çekebiliyormuş.
İşte bu noktada, kuru fasulye hem hazmı kolaylaştıran bir yemek olduğundan, hem de protein ve lif kaynağı olduğundan pazartesi günlerinin vazgeçilmez ve geleneksel yemeği haline gelmiş...
İlginç geldi bana.
Hani derler ya;
"Bir yaşıma daha girdim…"
ÜÇ HEYKEL HİKÂYESİ
Hükümdarlardan biri günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşlarını huzuruna çağırmış.
Onlardan; "Birer karış yüksekliğinde ve birbirlerinin tıpatıp aynısı altından 3 insan heykeli" yapmalarını istemiş.
Heykeller arasında bir fark olacakmış ama bu farkı sadece hükümdar ile heykeltıraş bilecekmiş.
Heykeller hazırlanmış ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderilmiş.
Heykellerin yanına bir mektup konmuştu.
Hükümdar şöyle diyordu;
"Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum, bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."
Hediyeleri alan hükümdar önce heykelleri tarttırmış ama üç altın heykel de gramına kadar eşit çıkmış.
Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırtan hükümdar, hepsine heykelleri büyük bir dikkatle inceletmiş.
Ama onlar da aralarında bir fark görememişler.
Günler geçmiş.
Bütün ülke, hükümdarın sıkıntısını duymuş ve kimse çözüm bulamıyormuş.
Sonunda fazla isyankâr olduğu için zindana atılan bir genç, hükümdara haber gönderdi.
İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, özgürlüğü karşılığında sorunu çözmeye talip olmuş.
Başka çaresi olmayan hükümdar genci çağırtmış.
Genç önce heykelleri sıkı sıkıya incelemiş, sonra çok ince bir tel getirilmesini istemiş.
Teli, birinci heykelin kulağından sokmuş, tel heykelin ağzından çıkmış.
İkinci heykele de aynı işlemi yapmış, tel bu kez diğer kulaktan çıkmış.
Üçüncü heykele de tel kulaktan girmiş ama hiçbir yerden çıkmamış. Ancak tel, kalp hizasına kadar iniyor ve oradan öteye gitmiyormuş.
Hükümdar nihayet durumu anlamış. Heykelleri gönderen komşu hükümdara şu cevabı yazmış.
1- Kulağından gireni, ağzından çıkartan insan makbul değildir.
2- Bir kulağından girip diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir.
3- En değerli insan ise kulağından gireni yüreğine gömen insandır.
Acaba siz hangisisiniz?
ÇOK İYİ OLAN?
Bir yarış için bir çitayı ve köpekleri ayrı ayrı hazırlamışlar.
Köpekler ile çita aynı anda salınmış.
Amaç kimin en hızlı olduğunu görmekmiş. Ama çita yarışmak istememiş.
Çitanın yerinden kıpırdamamasına herkes şaşırmış ve bu durumu yarış koordinatörüne sormuşlar o da şöyle açıklamış:
“Çita hızını yalnızca avlanmak için kullanır, köpeklere en hızlı ve en güçlü olduğunu kanıtlamak için değil."
Bazen çok iyi olan için, en iyi olduğunu kanıtlamaya çalışmak hakarettir.
Gücünüzü göstermek için başkalarının seviyesine inmenize gerek yok.
Dikkatli düşünün ve enerjinizi yapacağınız şeye saklayın…
National Geographic World…
Temel'in vesikalık fotoğraf çektirmesi gerekir.
Arkadaşı Dursun Temel'e: "Sen şuraya bir çukur kaz ben fotoğraf makinesini alıp geliyorum" demiş.
Bir süre sonra Dursun gelmiş bir de bakmış ki Temel 8 adet çukur kazmış.
Dursun şaşırmış: "Niye 8 tane çukur kazdın?" deyince Temel: "8 adet fotoğraf çekmeyecek miyiz. İşte onun için" demiş.
Dursun ise: "Hiç gerek yoktu. Ben zaten 8 tane fotoğraf makinesi getirmiştim" demiş.