Ergenler!

Ah ergenler!

İnsanlarda meydana gelen, çocukluk çağı ile yetişkinlik çağı arasındaki geçiş dönemine deniyor ergenlik için.

İşte bu ergenler şu sıralar sosyal medya ve telefon tablet gibi alışkanlıklarından kopamıyorlar.

Ebeveynler ise bu ergenlerle uğraşmaktan bıktılar desem yeridir.

Aynı durumda benim de bir torun var.

Kuşak çatışması elbette yaşıyorum.

Benim değerlerim ile onunkiler farklı.

Benim çalışma ve sosyal yaşamımla onlarınki farklı.

İşte bu süreçte anne ve babalar çocuklarının bilgisayar oyunlarının veya telefon ile tablet ekranlarının başından ayrılmaları konusunda birçok önlemi almaya kalksalar da nafile.

Çoğu başarısız oluyor.

Bu konuda psikolog, yazar ve anne olan Dr. Lisa Damour şunları tavsiye ediyor:

1. Ergenlik çağındaki çocuğunuzun teknoloji hakkındaki düşüncelerini sorun.

Gençler; belgesel izlemek, "Nasıl yapılır" videolarından yeni bilgiler edinmek ve arkadaşlarıyla etkileşime geçmek gibi pek çok şey için ekranlardan faydalanıyor.

Bu cihazları hangi amaçlar için kullandıkları konusunda gençlerle yaptığımız sohbetlere gerçek bir merak duygusuyla yaklaşmak, çoğu zaman bu diyalogların daha başarılı geçmesini sağlayacaktır.

Çocuğunuzun teknolojiyi kullanmanın hangi yönlerini sevip hangi yönlerini sevmediğini öğrenmeye çalışın.

Farklı dijital etkinlikler sırasında kendilerini nasıl hissettiklerini sorun.

Bunları yapmak çocuğunuzla daha yakın bir ilişki kurmanızı sağlayacaktır.

Ayrıca çocuğunuzun bu etkinlikleri mümkün olan en iyi şekilde tecrübe etmesini sağlayacak sınırları birlikte belirlemenize de yardımcı olacaktır.

2. Ekran başında vakit geçirmenin diğer faaliyetlerin yerini almasına izin vermeyin

Çocuğunuzun ekrana bakmasına karşı olmak yerine, sağlıklı gelişimini destekleyen faaliyetlere katılmasını destekleyin.

Derslerine bolca vakit ayıran, yüz yüze etkileşimlerden keyif alan, evdeki işlere veya çevresindeki insanlara yardım eden ve fiziksel olarak aktif olan gençlerin genellikle ekranlarla en sağlıklı ve dengeli ilişkiyi kurmayı başaran kişiler olduğu görülmektedir.

3. Sağlıklı ekran kullanımı konusunda örnek olun.

Ergenlik çağındaki gençler, yetişkinlerin sözleri kadar davranış şekillerine de dikkat ederler.

Ekranlarla ilişki konusunda önce sizin sağlıklı alışkanlıklar edinmeniz, çocuğunuzun da aynısını yapmasına yardımcı olacak ve ekran süresiyle ilgili kurallarınızı uygulamanızı kolaylaştıracaktır.

Örneğin, çocuğunuza şöyle diyebilirsiniz: "Beden ve ruh sağlığım için hayati önem taşıyan uykumun kaçmasına neden olduğu için teknolojik aletleri geceleri odamda tutmuyorum. Kendim için koyduğum kuralların aynısını senin için de uygulamam, sana verdiğim değerin önemli bir göstergesi."

KARŞI EVİN ANNESİ

İzmitli şair Deniz İnan “Karşı Evin Annesi” adlı şiiri ile Avrupa’nın en iyi Türk şiiri ödülünü almaya hak kazanmış.

Göçmen bir ailenin İzmitli kızı olan; şiirlerindeki imge tamlamaları ile okuyucularını maceralara sürükleyen, çizgisini hiç bozmamış bir şair.

Avrupa'da ödül alan bu şiiri şöyle;

KARŞI EVİN ANNESİ

Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle,

Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi,

İmrenirdim.

Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber,

Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına.

Bilmezdim anne.

Karşı evin babasında bitermiş iş,

Bunu görmezdim.

Hep başın ağrırdı,

Başın, hep ağrırdı.

Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar

Seni sevmezdim,

Küçüktüm anne.

Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş,

Çeşmeden akmayan suya

İsyan etmezdim.

Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken,

Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi

Özenirdim.

Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız,

Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime,

Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan,

Ömrümü tararmış titreyen parmakların

Bilmezdim anne.

Büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma,

Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim

Küçüktüm anne.

Yoksa

Gün aşırı patlayan sarı ampulü,

Mumla yamayacak yüce gönlünü,

Ezecek kadar ezilmezdim.

Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını,

Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi,

Ayağında yüksek topuklu bir isyan.

Düşündüm de şimdi

Ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan,

Senin çatlamış ayakların vardı anne.

Hacı Şakir kokardın en beyazından,

İncecik bir yemeniyle gizlerdin,

Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını,

Çok yeni anladım anne.

Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı,

Çocuktum anne.

Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi

Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş

Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi,

Bilmezdim anne.

Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi

Üstümüze cuk otururken,

Ruhuna azap olur akarmış,

Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla her bayram arifesi

Vitrinlere bakarmış.

Sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken

Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi,

Bilsen ne cahildin, ne görgüsüzdün gözümde,

Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı

Yık deseler,

Ne şu eski divan kalacak,

Ne çiçekli perdeler.

Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana

Desem

O tertemiz günlerim

Hani şimdi neredeler?

Ben ay sonunu nasıl getireceğim diye

Hesaplar yaparken bir gün,

Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri,

Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi,

Çok geç anlıyor insan anne,

İlle de kendi annesi,

İlle de kendi annesi…

YUMURTA

Arjantin'de enflasyonu bahane eden bir yumurta satıcısı, yumurta kolisinin fiyatına %100 zam yapmıştı.

"Artık daha fazla para kazanmanın zamanı geldi." diyordu.

O sabah hüzünlü bir yüz ifadesiyle iş yerini açsa da aslında çok mutluydu.

Zengin olamamasının nedenini hep dürüst olmasına bağlamıştı ama artık o güzel günler çok yakındaydı.

Fakat yine de yaptığı zamdan dolayı üzgünmüş gibi yapmalıydı.

Çok geçmeden her hafta bir koli yumurta alan müşterisi yine iş yerine gelmişti. Yaşlı kadın fiyatı görünce gözlerine inanamadı. Sebebini sorunca: "Toptancılar zam yaptı efendim. Malum enflasyon da var, biz de haliyle fiyatları arttırdık." dedi.

Yaşlı kadın bu duruma çok kızmıştı ve usulca koliyi tezgâha bıraktı.

-"O zaman kalsın, ben yumurta yemeden de yaşarım. Yeter ki Arjantin bu zamdan etkilenmesin." dedi.

Satıcı onun bu hareketi karşısında büyük bir kahkaha atmak istese de üzgünmüş gibi davranmaya devam etti.

Lakin kadının bu cümlesi nasıl olduysa ülkede yayıldı ve kimse o hafta yumurta almadı.

Ertesi gün yumurta toptancıları hem zam yapmaya devam etti hem de fiyatlar biraz daha artsın diyerek ürünlerin çoğunu soğuk hava depolarında stokladılar.

Takip eden günlerde durum değişmemişti, fiyatlar artıyor ama tüm Arjantin halkı sanki aralarında anlaşmışlar gibi yumurta almamakta ısrar ediyordu.

İkinci hafta toptancılar homurdanmaya başlasa da "Nasıl olsa bu zamlara alışacaklar ve mecburen yumurtaları gelip alacaklar!" dedi.

Üçüncü hafta ülkede yumurta perakendecileri iş yapamadığı için yavaş yavaş kepenk kapatmaya başladı ve bunu toptancılar takip etti.

Derken ülkede iflas etmeyen toptancı neredeyse kalmamıştı.

Çiftlik sahipleri paralarını alamadıkları için onlar da hızla konkordato ilan etmeye başladı.

Artık hepsi pişman olmuş ve aralarında bu durumu nasıl düzelteceklerini konuşmaya başlamışlardı.

En iyisi bir televizyon kanalına çıkıp Arjantin halkından özür dilemek istediler ama sonuç değişmemişti.

Ülkede ne grev, ne de isyan vardı ama halk öylesine kenetlenmişti ki kimse bu özrü kabul etmedi ve yumurta almamaya devam etti.

Beşinci Hafta toptancılar şu kararı aldı:

"Hatamızı fark ettik ve özrümüzü kabul etmeniz için de yumurtaları zamdan önceki fiyatın da yarısına indirme kararı aldık. Bizleri affetmelisiniz, çünkü tavuklar ölmek üzere!"

Bu bir gerçek hayat hikâyesidir.

Bu günlerde şekerin ve yağın fiyatı ne zaman yükselse aklıma hep Arjantin halkı geliyor.

Acaba orada tavuklar hala yaşıyor mu?

"Yeter ki Anadolu bu zamdan etkilenmesin" demenin zamanı gelmedi mi?

Tepkimizi koyalım.

ÇİZGİ

Büyük bir Japon bilgesi, deniz kenarında kumlar üzerinde oturmuş, meditasyon halindedir.

Delikanlının biri, ona yaklaşır ve der ki:

-“Lütfen beni öğrencin olarak kabul et.”

Bilge, parmağıyla kumların üzerinde düz bir çizgi çeker;

-“Çizgiyi kısalt!” der.

Genç, avuçlarıyla çizginin yarısını siler.

Bilge der ki:

-“Git, öğren de gel!”

Aradan bir ay geçtikten sonra delikanlı tekrar gelir. 

Bilge, yine bir çizgi çizer:

-“Kısalt!” der.

Delikanlı, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır.

Bilge, onu da kabul etmez:

-"Git, öğren de gel!"

İki ay sonra delikanlının yanına geldiğini gören Bilge, tekrar kumların üzerine bir çizgi çeker ve onu kısaltmasını ister.

Delikanlı:

-“Çok düşündüm ama bulamadım. Siz kısaltın!”

Bilge, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker:

-“Şimdi kısaldı” der...

Bu hikâye, Japon kültüründe gelişmenin, ilerlemenin yolunu gösteren sırlardan biridir. Düşmanlığa ve diğer insanlarla boğuşmana hiç gerek yok, çünkü sen olgunlaşıp ilerlediğinde onlar kendiliğinden yenilgiye uğrar, geride kalırlar...

SU DEYİP GEÇME

Dünya'daki Suyunu;

Sadece %0.9'u içilebilir halde.

%97'si tuzlu su ve

%2'si buzullarda mahsur durumda.

Dünyanın üçte birinin su ile kaplı olması su olduğu anlamına gelmiyor yani.

O sebeple suyu ne kadar tasarruflu kullanacağımız noktasında dikkatli olmamız lazım.

İnsanlar petrol için, madenler için bazı savaşları göze alıyor ve bir dolu paralar harcıyor.

Ancak su söz konusu olunca akan sular duruyor.

Hayati bir konu olan su meselesi için halen savaşlar sürüyor.

Şu tabloya bakınca da ne kadar az su içmemiz gerektiğini anlatıyor.

Dünya'daki suyun %97'den fazlası okyanuslarda bulunuyor ve tuzlu su – küre üzerinde gösterilen en büyük daire.

Geri kalan tatlı su, çoğunlukla buzullarda, buzullarda ve yerin derinliklerinde hapsolmuş ve içilmeye kolay kolay bir şekilde sahip olan orta büyüklükteki daire.

En küçük daire erişebildiğimiz tatlı sudur.

Tahminler *minik* derece değişken olsa da, çoğu bilim adamı gezegenin suyunun %0.9'unun içilebilir olduğunu iddia ediyor. ve mevcut tatlı su tüm dünyaya eşit olarak dağıtılmamaktadır, bu da birçok bölgede su kıtlığına yol açıyor.

TOPLUM!

Toplumun nereye gittiği ile ilgili araştırma yapılıyor mu acaba?

Uzmanlar bu çöküşü ekonomik zorluklara, dinden uzaklaşmaya, küresel gerginliğe bağlıyorlar.

Ülkemizde baktığımızda çeşitli yaralama, cinayet, trafikte kavgalar, eş kavgaları, gençlerin kavgaları ile ilgili haberleri sıklıkla duyuyoruz.

Şu haberi okuyunca bir müddet kendime gelemedim.

"Bursa'da bir grup genç, çocuk parkındaki kaydırağı yaktılar ve etrafında toplanarak sohbet ettiler."

İnsan düşünmeden edemiyor:

Bu gençler ne istedi çocuk kaydırağından?

Dertleri neydi?

Devlete isyan mıydı bu?

Güce isyan mı?

Yaşamadıkları çocukluğa bir tepki miydi?

Bir psikologun onlarla konuşması lazım.

Ne düşünüyorlar?

Neyi amaçlıyorlar?

Bunlar bizim çocuklarımız, gençlerimiz, geleceğimiz yani.

Anlaşılır gibi değil.

Kabul edilebilir gibi değil.

Son soru ise şu;

Toplum nereye gidiyor?

Ve yetkilisi ne yapıyor?