Geçen haftadan hatırlayanlarınız vardır.
Cimriliği ile meşhur eşim Gülay, kendisine miras kalan 170 bin lirayı, kahvede yanımda çalışan Hayrullah’a sadaka diye vermişti.
Hepimiz hayret etmiştik tabi.
Ben o günden sonra eşimin uykularının kaçacağını, oldukça fazla üzüleceğini zannetmiştim.
Ama öyle olmadı.
Kendisi ile bu konuyu konuştuğumuzda, “Korkularımın üzerine gittim” diye açıklama yaptı.
“Hani insanda yükseklik korkusu olur da, yüksek bir ere çıkar ya, işte onun gibi bir şey oldu benimki… Artık kuşlar gibi özgürüm, ‘Ver gelsin, koyuver gitsin’ şeklinde davranacağım. Dünyaya bir daha mı geleceğiz?” diyerek cimriliği bıraktığını söyledi.
Ben annemle buna pek inanmadık ama meğer kadın doğru söylermiş.
O günden sonra eşim Gülay ortalığı kasıp, kavurmaya başladı.
Eline ne geçse dakika tutmuyor, hemen gidip harcıyordu.
“Oh be dünya varmış!” diyerek.
Bir önceki hafta koltuk takımlarını değiştirdi, “Bunlar eskidi” diyerek.
Ayol daha 6 aylık bile değildi onlar, evlendiğimizde almıştık.
“Mutfağı değiştireceğim, rengi hoşuma gitmiyor” diyerek “Haydi renk bakmaya çarşıya gidelim” dedi.
Tüm bunlar neyse, anlaşılır bir yanı vardı belki ama geçen gün “Bahçeye havuz yaptıralım” diye tutturunca işin ciddiyetini anladım.
O eski cimrilik günlerini arar olduk.
Zar, zor ikna ettik de vaz geçirdik havuz sevdasından.
Araya annesini, babasını soktuk da kurtulduk.
Geçenlerde karşılıklı kahve içerken; “Rüstemciğim, içimde uhde kaldı beni Avrupa’ya götürsene” dedi.
“Hayda, o nereden çıktı?” diye sordum merakla.
“Ayol her zaman demez misin, ‘Bir daha mı geleceğiz bu dünyaya’ diye. Haklısın, bugünlerimizin kıymetini bilelim, hazır sağlıklıyken gezelim, tozalım, İleride ne olacağımız belli değil. Elden, ayaktan düşünce ararız bu günleri sonra. Her şey zamanında” dedi.
Sevgili eşim o günden beri her gün Avrupa’da gezeceğimiz yerleri, turları, uçakları araştırmaya başladı.
“Gemi turu da olur” diyerek ayrı bir kapı açtı seyahatlerimize.
Annem Gülay’ın bu hallerini gördükçe “La havle” çekiyor, “Ne olacak bu kızın hali?” diyerek sürekli bana soruyordu.
“Sönmüş yanardağı harekete geçirdik” diyerek, “Cimriliği en azından çekiliyordu” şeklinde konuşarak kaynanalığını gösteriyordu.
Uzun bir süre “Çok işim var, kahveyi bırakamam” gibi bahanelerle oyalamaya çalıştım ama artık bana inanmıyordu; “Rüstem, sen Avrupalara gitmemek için bahane uyduruyorsun gibime geliyor” dedi.
“Aslında biraz haklısın, bir bahanem var ama sana söyleyemiyorum.”
“Neymiş o?” diye merakla sordu.
“Hayatım o kadar harcayacak paramız yok. O sebeple seni kırmamak adına söyleyemiyordum. Ama artık bilmelisin, bütçemiz için bu para…”
“Ay kız sen onu mu merak ediyorsun” diyerek patlattı kahkahayı, “Elbette biliyorum bu paranın bize fazla olduğunu, ama ben annemden istedim. Hani ona miras kalmıştı ya, ‘Olur kızım senin canın sağolsun’ dedi ve bizim seyahat paramızı çıkarıp verdi… Artık kıvırma sebebin kalmadı Rüstemciğim, hazırlan haftaya Avrupa seyahatine gidiyoruz” dedi.
DÜRÜSTLÜK ÇİÇEĞİ
Bir Çin prensi tahta çıkacaktı ama yasalara göre, daha önce evlenmesi gerekiyordu.
Uygun bir aday bulmak için bölgedeki genç kızları huzuruna çağırdı.
Saraydaki hizmetçilerden birinin kızı prensi çok seviyordu, o da prensin huzuruna çıkmak istedi.
Annesinin uyarılarını dinlemedi, çünkü sevdiği adamı bir kere bile görmek onu mutlu edecekti.
Beklenen gece geldi.
Genç ve güzel kızlar en güzel giysilerini giymişler, süslenmişler, kendilerini beğendirmek için her çareye başvurmuşlardı.
Prens kızlara birer tohum verdi.
Bunu saksılarına dikmelerini, altı ay sonra gelmelerini söyledi.
En güzel çiçeği yetiştiren kızı kendine eş olarak seçecekti.
Herkes tohumu alıp heyecanla evlerine geri döndü.
Genç kız da kendisine verilen tohumu alıp saksıya ekti.
O kadar bakmasına, özenmesine karşılık toprakta tek bir filiz bile görünmedi.
Her şeyi denedi, uzmanlara danıştı ama bir fayda göremedi.
Altı ay dolmuştu ama saksı hâlâ bomboştu.
Prense sunacağı bir çiçek olmadığı halde gene de belirtilen gün ve saatte boş saksıyla saraya gitti.
Oysa diğer kızlar güzel çiçekli saksılarla gelmişlerdi...
Sonunda beklenen an geldi.
Prens salona girdi, kızların arasında dolaştı, saksıları birer birer inceledi.
Hizmetçinin kızını kendine eş olarak seçtiğini duyurdu.
Herkes şaşırmıştı.
Diğer kızlar bu karara tepki gösterdiler, itiraz ettiler.
Boş saksıyla gelen kız nasıl eş olarak seçilirdi?
Prens durumu şöyle açıkladı:
“Bu genç hanım en değerli çiçeği yetiştirip bana sundu. O çiçeğin adı dürüstlük çiçeğidir. Çünkü sizlere dağıttığım tohumların hepsi sahteydi ve çiçek açmaları olanaksızdı.”
İşte böyle.
Keşke hepimiz böyle çiçekler yetiştirsek ve yetiştirdiğimiz çiçekleri hiç soldurmasak…
BAŞARI
Eski Mısır dönemlerinde kadınlar bir erkekten daha büyük ve kutsal olarak görülür ve onurlandırılırdı.
“Kadın herkesin anasıdır, hayat veren ve öğretendir.”
Eskiler, bir erkeğin çok bilgi, maneviyat ve güç kazandığında, bir kadına eşit bir seviyeye ulaştığını simgelemek için uzun saç peruk takma hakkına sahip olacağına inanırlardı.
İkisi bir araya geldiğinde erkeğini tutuyor, ona güç ve koruma veriyor.
Bugün hala etrafta dolaşan
“Her başarılı erkeğin arkasında onu tutan güçlü bir kadın vardır” diye bir söz vardır.
Ama bu söz bence şöyle olmalı;
“Her başarılı çift yanyana durandır…”
KADIN
Kadın doğduğu için herkes tarafından alay edildi, aşağılandı, aşağılandı, eleştirildi!
Adı Grazia'ydı, “Grazia Deledda.”
Dokuz yaşındayken ailesi ona okulu bırakma zamanının geldiğini şöyle söylemişler: "Çünkü sen bir kadınsın." Ancak Grazia kendini onlara kaptırmaya izin vermez ve kendi kendini eğitmeye devam eder.
Yıllar sonra; “Azimli bir Kalbimden başka hiçbir şeyim yoktu” diyerek “biz kadınlar acı çekmek için değil, parlamak için yaratıldık” diyecektir.
Ve sonunda birisi onu fark eder:
Hikâyelerinden birini yayınlarlar!
Grazia çok mutlu olur ama herkes bu skandalı haykırır.
Komşular, papaz ve ailesi!
“Kadınların evle ilgilenmesi gerektiğini” söyleyip, güya uyarırlar. Grazia Daha sonra Roma'ya kaçar ama hiçbir şey değişmez.
Romalı aydınlar onu küçümserler eleştirmenler ise onu ciddiye almazlar.
Neticede “Bir kadındı o.”
Üstelik eğitimi olmayan bir kadın.
Bir gün Palmiro adında nazik ve biraz tuhaf bir adamla tanışır.
“Değerinizin gücünü ortaya koymak için, zayıflığınızı göstermediğiniz zaman sevileceksiniz...”
Palmiro sadece yazar bir eşe sahip olmaktan mutlu olmakla kalmamış, aynı zamanda onun menajeri olmak için işinden ayrılmış.
Şehrin alay konusu olmuşlar.
Bir kadın yazar ve kendisini onun hizmetine adayan bir adam!
Bundan daha saçma bir şey görülmemiş şimdiye kadar.
Ancak Grazia Szmi gözünün korkmasına izin vermemiş.
“Mücadele eden ve pes etmeyen kadınlar hakkında, çok fazla ya da çok az seven erkekler hakkında, Ay ışığının peşinde koşanlar ve bizlerle gerçekten ay aracılığıyla konuşanlar hakkında” yazmaya devam etmiş.
“Çünkü hayattaki en önemli şeylerin kelimelere ihtiyacı yoktur, bunun yerine davranışlar bunu sessizce söyler” demiş hep.
Hikâyeleri dünyanın her yerinde dolaşmış.
Ve sonra uzun zamandır beklenen olur ve artık tanınmıştır.
Yıl 1926.
Tarihteki ilk ve tek İtalyan kadın yazar olan Grazia Deledda, Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanır.
Beşinci sınıfa bile gitmemiş küçük bir Sardunyalı kadın.
Sahneye çıkarken kendisine inanan, her şeye ve herkese rağmen yanında kalan kocasıyla el eledir...
Çünkü sevgi budur...
Fırtınada kucaklaşabilmek.
Ve “Sana teşekkür etmek istiyorum” diyebilmek...
Bize, “Kadınların parlayabileceğini ve parlaması gerektiğini” gösterdiği için Grazia’ya minnettarız.
AZİM
Kanada'da yaşayan 59 yaşındaki Donna Jean Wilde, bir saat içinde 1.575 şınav (Shnaw) çekerek ikinci kez Guinness Dünya Rekoru'na adını yazdırmış.
59 yaşındaki Wilde, “Bir saatte en fazla şınav çeken kadın” kategorisinde rekor kırmış.
Wilde’ın şınavlarının kabul edilmesi için belirli bir standarda uyması gerektiği belirtilmiş.
Şınavın en alt noktasında dirseklerini 90 derece bükmesi ve yukarı kalkarken kollarını tamamen açması gerektiği ifade edilmiş.
12 toruna sahip olan Wilde, daha önce de 4 saat 30 dakika 11 saniye boyunca Plank pozisyonunda kalarak Guinness Dünya Rekorları'na adını yazdırmış.
Wilde, ilk rekoru için yaptığı yoğun antrenmanların ikinci başarısına da katkı sağladığını söylemiş.
Plank hazırlığı sırasında günde 500 şınav çekmesi gerektiğinde bu egzersize ilgi duymaya başlayan Wilde, rekor girişiminin sonuna doğru omzunun çıkıp yerine geri oturduğunu hissettiğini belirtmiş.
Yeni rekoru hakkında konuşan Wilde, “Yaş sadece bir sayı. İnsan kendine inandıktan sonra neler başarabileceğini görmeli. Hayat boyu aktif kalmayı hedefliyorum” demiş.
Bir insan nereye giderse gitsin, yanında götürdüğü en önemli iki şeyden biri Yüreği, diğeri de Zihnidir...
Eğer kafası sıkıntılarla doluysa, dünyanın en huzurlu yeri bile rahatlatmaz...
Kocaman, huzur ve sevgi dolu bir kalbe sahipse de nereye giderse gitsin yalnız kalmaz...
Size doğru yolu gösterecek, yapmanız gereken şeyleri söyleyecek tek şey Yüreğinizdir...
Beyin Akıl verir, ama Ruhu yoktur...
Vicdan, Merhamet, Sevgi gibi duyguları barındırmaz...
Ama Yürekler, bize yol gösteren
en büyük hazinelerdir.
Paulo Coelho
EĞRİ AĞAÇLAR
Polonya’daki “Eğri Orman” günümüzde de gizemini koruyor…
1930-1934 yılları arasında, bir zamanlar Almanların yönetimindeki Pomeranya bölgesinde 1,7 hektarlık alana çam ağaçları dikilmiş ve yaklaşık 8-10 yıl sonra ise, nedenini anlayamadıkları bir nedenle bu bölgede ekilen ağaçlar 90 derece eğim kazanmaya başlamış.
Hatta daha sonraki yıllarda aynı bölgeye yeni ekilen fidelerin dahi, bu şekilde eğimli büyümeye devam ettiği söyleniyor.
80 yaşındaki eğik ağaçlar yaklaşık 15 metre uzunluğa sahiplermiş; ancak araştırmacılara göre bu yaşta olan bu tip ağaçların boyu normalde daha uzun olmalıymış.
Eğri ağaçlar hakkında araştırmalar yapan bilim adamlarının emin olabildiği tek konu ise, ağaçların bu şekilde eğri olmasının sebebi kesinlikle insan ya da makine değil.
Bu gizemli ve ayırt edici eğrilik onlarca yıldır bilim insanlarını, ormancıları ve ziyaretçileri şaşırtmış.
Bu oluşum hakkında birçok teori ve şehir efsaneleri konuşulsa da henüz kesin bir bilgiye ulaşılamamış.
EN BÜYÜK GEMİ
Şimdiye kadar inşa edilmiş en büyük gemi hangisidir?
Bir uçak gemisi veya buna benzer bir şey tarafından batırılabilir miydi?
İşte cevabı bu satırlarda;
Şimdiye kadar inşa edilmiş en büyük gemi, Knock Nevis, Happy Giant, Jahre Viking veya Mont olarak da bilinen “Seawise Giant”mış meğer.
1979'da inşa edilen ve 2010'da hurdaya çıkarılan bir süper tankermiş aslında.
1.504 fit (458 metre) uzunluğunda,
226 fit (69 metre) genişliğinde,
81 fit (25 metre) draftında ve
657.019 ton (595.214 metrik ton) ağırlığındaymış.
Seawise Giant o kadar büyükmüş ki, Süveyş Kanalı'ndan veya Panama Kanalı'ndan geçemiyormuş.
Sadece Hint Okyanusu, Basra Körfezi ve Güney Çin Denizi'nde hareket edebiliyormuş.
Günlük dünya petrol tüketiminin yaklaşık %5'ine denk gelen 4,1 milyon varil (650.000 metreküp) kadar ham petrol taşıyabiliyormuş.
Ancak bir uçak gemisi veya buna benzer bir şey tarafından batırılabilir mi?
Kısa cevap şöyle verilmiş:
Evet, ancak kolay değilmiş tabi yine de.
Uzun cevap ise şöyle:
Kullanılan silahların türüne ve miktarına, çarpmanın yeri ve açısı ile alınan hasar kontrol önlemlerine bağlıymış.
Bir uçak gemisi, uçağını veya füzelerini kullanarak gövdesine, güvertesine veya kargo tanklarına saldırarak Seawise Giant'ı batırabilirmiş.
Ancak bu kolay bir iş olmazmış yine de.
Çünkü Seawise Giant, bazı darbelere ve patlamalara dayanabilen kalın bir çelik gövdeye sahipmiş.
Ayrıca, petrolün sızmasını veya tutuşmasını önleyebilen veya yavaşlatabilen bölmeler ve batar-dolarla ayrılmış birden fazla kargo tankı varmış.
Seawise Giant ayrıca yangın söndürme ekipmanı, pompalar, vanalar ve acil durum jeneratörleri gibi bazı hasar kontrol önlemlerine sahipmiş.
Ayrıca gerektiğinde onarım veya tahliye gerçekleştirebilecek yaklaşık 40 kişilik bir mürettebatı varmış.
458 metre uzunluğa bakılınca epey bir mesafe.
Kaptan dalgalı bir havada size; “Evladım şu baş kısmındaki vanayı aç, gel!” diyerek size emir verse, emri yerine getirdikten sonra üç gün izin ister insan.
O kadar yani.
Madem bu kadar geniş, içine bir halı saha yapmalı gerekirdi sanırım.