Geçen hafta hatırlarsanız eve temizlikçi bir kadın almıştım, oğlunu da kahvede işe başlatmıştım.

Benim iyi niyetimin her zaman başıma işler açtığını takip edenler olarak bilirsiniz.

Kime yardım etmeye kalksam illa başıma bir bela gelir.

Nitekim bu da öyle oldu.

Temizliğe gelen Nazan kadında problem yoktu. Kadıncağız hem bize hem de anneme haftada birer gün geliyor, işlerini yapıp, parasını alıp gidiyordu.

Annem memnun, eşim Gülay memnundu.

Ama kahveye okul çıkışı gelen oğlu Kerim?

Baştan iyiydi, anlaşıyorduk ama biraz alışınca ergenlik tripleri atmaya başladı, sinirli sinirli tavırlar sergilyordu...

Çekilir gibi değildi.

Kendi oğlum olsa bilirdim yapacağımı ancak, elin çocuğu bir şey gelmiyor elden.

İşin zor tarafı annesine söz verdim bir kere, geri dönüş olmaz bizde, racona sığmaz.

Halledecektik bir türlü.

Benim ocakçı o akşam kahveye geldiğimde beni bir kenara çekti;

“Rüstem bu oğlan bir işler karıştırıyor, şununla ilgilen” dedi.

“Hayrola nedir bu işler?” diye sorduğumda,

“Bir takım adamlar gelip duruyor. Bununla uzun uzun konuşuyorlar ve gidiyorlar… Ama çocuk çok mutsuz oluyor…”

Haydaa!

Neydi bu şimdi?

Daha lise talebesinin ne işi olabilirdi ki adamlarla?

Hemen takibe aldırdım çocuğu.

Takip ettirdim.

Aldığım istihbarata göre “Okul çıkışı kahveye geliyor, ama adamlar da peşinden. Sanki bir şeylere zorluyorlar da çocuk kabul etmiyor, itiraz ediyor gibiydi durum.”

Bu sefer adamları takip ettirdim, onlar ise Sümüklü Haydar’ın adamları çıktı.

Uyuşturucu piyasasının adamlarıydı.

“Eyvah” dedim içimden, “Nasıl iş bu? Yoksa çocuk bu işlere mi bulaşmıştı?”

Hemen çektim kenara kahveye gelince;

“Kerim oğlum, bana anlatacağın bir şey var mı?” diye.

“Yok Rüstem ağabey, ne olsun ki?” diye cevap verdi.

“Evladım bak burada bana emanetsin, başına bir iş gelirse benden sorar annen. Ona sözüm var. Şimdi benim bilmediğim ve senin başına gelen bir dert varsa söyle, korkma hallederiz. Sana yanaşan adamlardan da haberim var merak etme…” diyerek iyice sıkıştırınca anlattı;

“Bu adamlar okullarda babası olmayan çocuklara musallat oluyorlar. Onları hap dağıtmaları için zorluyor, yapmadıkları takdirde dövmekle, ailelerine zarar vermekle tehdit ediyorlar.”

“Senden istedikleri bu mu?”

“Evet bu. Ama ben korkuyorum, bu işlere bulaşmak istemiyorum. Anneme ve kardeşime zarar vereceklerini söylüyorlar. Bana 2 gün daha müddet verdiler, yoksa harekete geçeceklermiş…” diyerek başladı ağlamaya.

“Oğlum Kerim sen merak etme, hallederiz. Sen neden bana baştan haber vermedin ki zaten?”

“Başkasına söylersem daha da beter olacağını söylediler.”

Hemen emniyeti aradım.

Başkomiser Faruk ağabeye ulaştım ve görüşmek istediğimi anlattım.

“Bekliyorum gel” dedi.

Kendisine durumu anlattım.

“Biz de zaten uzun zamandan beri takipteyiz Rüstem. Derhal harekete geçip hallederiz siz merak etmeyin. Çocuğa bir zarar gelmemesi için iki sivil memur görevlendireceğim. Sakın korkmasın biz buradayız…” dedi.

İçim rahatlamıştı.

Ertesi günü emniyet bir operasyonla bu çeteyi çökertti.

Hepsini yakaladı ve kanuna teslim etti.

Kerim sayesinde çocuklar da okullara yuvalanan bu pisliklerden kurtulmuş oldu…

LAZ MISIN?

Bugün cumartesi azıcık relaks olmak lazım değil mi?

2025’in ilk cumartesi olması sebebiyle size Temel’li bir fıkra yazmak istedim.

Temel hışımla girmiş içeri.

"Haçan bana Kara Lahana ver!"

Adam şaşırmış:

"Sen laz mısın?"

Temel kızmış:

"Sen şimdi kurbağa bacağı istesem sen ‘Fransız mısın?’ diye mi soracaksın? Ya da pizza istesem ‘İtalyan mısın’ diye mi soracaksın?"

Adam sakin: "Yooooo..." demiş.

Temel daha da kızıp devam etmiş sormaya:

"Sosisli istesem ‘Alman mısın?’, Taco istesem ‘Meksikalı mısın?’ diye mi soracaksın?"

Adam gülmüş: "Hayır!" demiş yine.

Temel hızını alamamış ve devam etmiş sormaya:

"Danimarka salamı istesem ‘Danimarkalı mı?’ Suşi var mı diye sorsam ‘Japon musun?’ diye soracaksın?"

Adam artık sıkılmış:

"Yok yahu niye sorayım ki?"

Temel bağırmış:

"Peki hayvan herif, niye kara lahana istediğim için Laz mısın, diye soruyorsun o zaman?"

Adam sakince yanıtlamış:

"Beyefendi, kusura bakmayın ama burası Teknosa!"

ALKOL TARİHÇESİ

Ülkemizde Müslüman sayısı oldukça fazladır. Bir sayıma göre yüzde 90, bir diğerine göre yüzde 80’dir.

Dinimizde içkinin “Haram” olduğu açıkça belirtilir.

Ama ülkemizde buna pek uyulmaz, zira laik bir ülke olduğumuzdan kimse kimsenin içkisine karışamaz.

Çünkü devletin dini olmaz.

Her vatandaş istediği dini kabul edebilir, isterse etmez.

Buna kimse zorlanamaz.

Ancak içkiyi övmek, reklamını yapmak reşit olmayan nesil için zararlı olduğundan ve alışkanlık yapmaması açısından yasaktır.

Günümüzde çoğu ülkelerde ve bizim ülkemizde belirli saatlerden sonra içki satışı yasaktır.

Alkolün zararları konusunda başta devlet kanalları olmak üzere çeşitli sosyal oluşumlar ve dernekler de çalışmaktadır.

Tüm bu girişimlere rağmen ve pahalı olmasına rağmen ülkemizde alkol tüketimi üst seviyelerdedir.

Sosyal medyada alkolün tarihçesini gördüm ve sizlere aktarmak istedim.

Nereden gelmiş, kim getirmiş?

Bakalım hep beraber.

Yazı şöyle başlıyor:

İçki, kafayı bulmanın evriminde büyük bir adım tarımın icadıydı.

Mayalanmaya bırakılan üretim fazlası şeker ve nişastanın biraya dönüşmesini mümkün kılan tarım, içki üretimini ortaya çıkartan temel faktör olarak değerlendiriliyordu.

Farklı coğrafyalarda ve kültürlerde yaşayan insanlar, alkolü birçok kez birbirlerinden bağımsız olarak icat etti.

En eski içkiye ait Çin’de bulunan kanıtlar, MÖ 7.000’e kadar uzanıyor.

Şarap MÖ. 6.000’de Kafkasya’da fermente edilirken,

Sümerler MÖ 3.000’de Bira üretiyorlardı.

Amerika’da Aztekler, bugün aynı zamanda Tekila için kullanılan agav bitkisinin suyundan yerel bir Meksika içeceği olan Pulqueyi ürettiler.

İnkalar ise; mısırın fermente edilmesinden üretilen bir bira çeşidi olan Chichayı tüketiyorlardı.

Alkolün tıbbi kullanımından, M.Ö. 2100 yıllarına dayanan Sümer ve Mısır metinlerinde söz ediliyor.

MÖ. 1. yüzyıla gelindiğinde Şarap, Romalıların gündelik olarak içtikleri bir içki halini alıyor. Bu dönemde hem Yunanlar hem de Romalılar, seyreltilmiş Şarap içiyorlarmış.

Şarap, Antik Yunan ve Roma kültürlerinin merkezindeydi;

Platon’un Sempozyumu’nda ve İsa’nın Son Akşam Yemeği’nde servis edildi ve Yahudilerin Seder ve Hıristiyan Komünyon ritüellerinde sembolik bir içki olarak tüketilmeye devam etti.

Orta Çağ Avrupası'nda Bira, her yaştan ve her sınıftan insanlar için gündelik bir içki halini almıştı.

O dönemde, rahibelerin bile günde 3 litreye kadar alkol oranı çok düşük Bira içme hakları varmış;

Şarap ise yalnızca üst sınıftan olanlar için ulaşılabilir bir içkiymiş.

15. yüzyılda Avrupalıların Amerika'yı keşfiyle birlikte, bazı yerli kabileler kendi alkollü içeceklerini üretmeye başlamışlar.

Erken Modern Dönem'de (1500-1800) Alkolün, tanrının bir hediyesi olduğuna inanmayan yokmuş.

Martin Luther, John Calvin, Anglikan Kilisesi liderleri, hatta Püritenler bile alkolün arzuları yatıştırdığını ve eğlence ve sağlık için kullanılabileceğini düşünüyorlardı.

Alkolün ılımlı tüketiminin olumlu yönleri ne kadar destekleniyorsa da, toplumda sarhoşluk konusunda gittikçe artan bir kaygı oluşmaya başlıyordu.

Bunun sebebi; Sarhoşluğun insanlar üzerinde yarattığı, rahatına düşkünlük ve vurdumduymazlık gibi etkilerin, ruhanî kurtuluş ve toplumun refahı açısından tehdit edici olmasıydı.

Aynı zamanda;

Dünya, benlik ve çalışma disiplini üzerindeki mantık hâkimiyetini yok ettiği düşünülüyordu.

Bildiğiniz gibi o dönem, felsefe çalışmaları sebebiyle, mantığın hâkimiyetinin yüceltilmeye başlandığı bir dönemdi.

Tüm bunlara rağmen, 16. yüzyıl Avrupası'nda Alkol, su yerine tüketiliyordu.

Çünkü su, hastalık taşıyabiliyordu.

17. yüzyılda Şampanya ilk kez ortaya çıkıyordu.

Bu içkinin ortaya çıkışı, bir Fransız manastırında şarap ustası olan Dom Perignon'la ilişkilendiriliyor olsa da, daha öncesine dayanıyor.

Dom Perignon yalnızca bu içkinin içeriğini geliştiren isimdi aslında.

Viskinin damıtılmasının ilk olarak İrlanda ve İskoçya'da gerçekleştirildiği düşünülüyor.

Fakat yine de bu konu hakkında kesin bir bilgi yok.

Kanıtlanan ilk belge, 1405 yılı İrlanda’sına dayanıyor.

İskoçya'da, malt haline getirilmiş arpadan yapılmış ilk Viskinin kanıtlara dayanan tarihi ise 1494.

Fakat iki ülke için de bu işlemin, söz konusu tarihlerden yüzyıllar öncesine dayanıyor olabileceği düşünülüyor.

19. yüzyıl Amerika’sında tüketilen yıllık alkol miktarı, kişi başı yedi galona ulaşıyordu.

Amerika'da, her tür alkollü içecek bolca tüketiliyordu.

Bunun sebebi, o yıllarda Amerika'da üretilen mısırın bolluğuydu.

Bu da tüm ülke çapında yaygın olarak ucuz Viski üretilmesi anlamına geliyordu.

İşte bu dönemde Amerikalılar için alkol, günlük bir alışkanlık halini aldı.

Aynı zamanda bu dönemde alkol, her türlü milli ve askeri kutlamada yaygınlaşmaya başladı.

Katılımcılar bazen zehirlenene kadar içiyorlardı.

İstenmeyen etkileri yaygınlaşınca;

1920 yılında çıkarılan bir yasa ile Amerika'da alkolün üretimi, satışı, ithalat ve ihracatı yasaklandı.

Fakat böyle olunca, 1933 yılı civarında illegal alkol ticareti patlıyor ve yasa bu yüzden geri çekiliyordu.

Amerika’da psikedelik (uyuşturucu) maddeler de oldukça önemli bir yere sahipken, Avrasya ve Afrika uygarlıklarında ise alkol tüketimi daha çok tercih edilmiş gibi görünüyor.

Ama siz siz olun insan vücuduna zerre kadar faydası olmayan bu mereti çocuklarınızdan uzak tutun…!

GÜNÜN SON MİZAHI

Uçakta yan yana koltukta giden kişilerden erkek olan yanındaki kadına der ki;

“Sohbet edelim yolculuk kolay geçer.”

Kadın konuşmak istemez ve “Ne konuşacağız? Gerek yok!” diyerek cevaplar adamın bu isteğini.

Adam konuşmakta ısrar eder ve “Konuşalım, belki birbirimizden bir şeyler öğreniriz… Hem ben fizik profesörüyüm uzaydan gezegenlerden, iklim değişikliği vb. konular konuşuruz birbirimizden bir şeyler öğreniriz” der.

Kadınn konuşmak istemediği için der ki;

“Size bir soru sorayım, bilirseniz konuşuruz.”

Adam heyecanla “Peki sorun” der.

Kadın sorar;

“Öküz, inek, at, eşek, koyun, kuzu ve keçi hepsi ot yerler ancak bunlar tuvaletini yaparlarken;

Öküz ve ineklerin dışkısı marmelat gibi,

At ile eşeklerin dışkısı baklava dilimi gibi,

Koyun, kuzu ve keçiler leblebi gibi dışkıları olur. Neden? Hâlbuki hepsi ot yemiştir?”

Profesör düşünür, düşünür ve der ki;

“Vallahi bilmiyorum!”

Kadın kızarak cevap verir:

“Beyefendi anladığım kadarıyla siz bir b.ktan anlamıyorsunuz. Öyleyse sizinle ne konuşacağım da ne öğreneceğim? Lütfen ağzınızı kapatıp yerinizde oturun, gevezeliğin lüzumu yok!”

SÖZLER

“İnsanların ikiyüzlü olması sizi hala şaşırtabiliyorsa, iyi bir insansınız demektir.”

“İyi insan ol; fakat bunu kanıtlamak için vakit harcama.”

“Hayatta her şey ol, fakat birilerinin alternatifi asla olma.”

“Kendi doğrusu olmayan, başkasının yanlışını sever.”

“Bazen noktayı koyabilmeli insan.”