İnsan olmak gerçekten bu kadar zor mu acaba?
Bence zor.
Aslına bakarsanız, herkes de insan olmamalı.
Sosyal medyada bir video seyrediyorum hayretler içinde.
Bir orangutan.
Elinde bir viyolonsel.
Bir güzel çalıyor mübarek, hem de klasik eserlerden.
Seyredenler şaşkın…
Ben sabahları Sarıçay kenarından yürüyorum.
Mis gibi hava.
Martılar sabah ava çıkmış, balık kolluyor.
Karabataklar keza öyle.
Balıklar su yüzeyinde yiyecek peşinde, kıpraşıp duruyorlar…
Bu tarafı çok güzel.
Gelelim insanlık tarafına.
Sarıçay kenarında;
Kamyon garajından kaçmış koca koca kamyonlar çay kenarına konuşlanmış.
Devasa tekerlekleri asfaltı ve kaldırımları bozmuş, kırmış.
Görüntü kabul edilir gibi değil.
Demir damperlerinden dökülen pislikler aykırı bir görüntü oluşturuyor.
Çanakkale Belediyesi çay kenarının Barbaros tarafını çimle kaplamış adeta.
Resmen insanın içini açacak.
"Açacak" diyorum ama insan faktörü burada da devreye girmiş.
Çimlerin üzerinde akşamcıların içki şişeleri, ıslak mendiller, mandalina kabukları, kâğıtlar, ambalaj atıkları ve hiç eksik olmayan sigara izmaritleri.
Yaya köprüleri başka alem zaten.
İnsandan fazla motosiklet geçiyor yasak olmasına rağmen.
"Orangutana" insan gibi "Keman çalmayı" öğrettik de, insanlara "İnsan gibi yaşamayı", davranmayı öğretemedik.
SÜLEYMAN DEMİREL
1 Kasım Ülkemiz için özel bir gün.
Sebebi ise Süleyman Demirel'in doğum günü olması.
Bu sene 100. Yıl dünümü Isparta'daki anıt mezarında anıldı.
Yapılan törene; Isparta Valisi Abdullah Erin, eski Çevre Bakanı Hamdi Üçpınarlar, eski Demokrat Türkiye Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Bayar, Demirel'in özel doktoru eski Isparta Milletvekili Aylin Cesur, Demirel Vakfı Başkanı Nihan Atasagun, siyasi parti temsilcileri ve çok sayıda vatandaş katılmış.
9 yıl önce vefat eden Süleyman Demirel'in Ülkemiz siyasetine damga vurmuş olması ile duyulan vefa, doğumundaki anma töreni ile gösterilmiş oldu.
27'nci dönem Isparta Milletvekili ve aynı zamanda Süleyman Demirel'in özel doktoru ve manevi kızı Dr. Aylin Cesur törende yaptığı konuşmada; Demirel'in 90 yıllık ömrünün 50 yılını ülkesine adadığını ve hakkaniyetli bir yönetimden hiç şaşmadığını dile getirerek, "Vefat eden siyasi liderlerin doğum günlerinde bir anma etkinliği düzenlenmez. Lakin bizim için 1 Kasım'ın ayrı bir önemi vardır. Her 1 Kasım'da Güniz Sokak’ta bulunan evinde yol arkadaşları ile toplanır ‘Hangi taşın üstüne bir taş daha koyarız, hangi projeyi hayata geçiririz’ bunların muhasebesi yapılırdı. İşte bu yüzden 1 Kasım bizim için anılması gereken bir tarih olarak kaldı. Kendisini rahmetle yâd ediyorum" diye konuştu.
Kısa biyografisi şöyle;
Türk siyasetinin önemli mihenk taşlarından biri olan Süleyman Demirel, 1924 yılında
Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de dünyaya gelmiş.
Siyasi yaşamına 1962 yılında Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyeliği ile başlamış, 16 Mayıs 1993’te Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı seçilmiş ve 16 Mayıs
2000’de görev süresini tamamlayarak Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrılmıştı…
Kendisi için şöyle deniliyor:
"Türk siyasi yaşamında hükümet başkanı, muhalefet lideri, parti başkanı sıfatlarıyla ve Cumhurbaşkanı unvanıyla anılmıştır. Bununla beraber Süleyman Demirel’in halkın içinden gelme, halkın gereksinimleriyle ilgili bilgilerle biçimlenme, zaman mekân ve insanı ayrışmaz bir aydın narsizmi yerine, onların içinden gelen ayrılmaz bir parçası olma anlayışını her makama taşımış olma özellikleriyle kendine özgü yanları bulunmaktadır…"
Süleyman Demirel’in siyasi kimliğinin oluşma sürecinde çocukluk yılları, yetiştiği çevre ve ailesinin etkisi olmuştur. Liderlik rolünün oluşmasında hafız olan dedesi ve dindar olan anne ve babası katkı sağlamıştır.
Muhtar olan babası sayesinde köylüye yakınlaşmış ve ilerde onların sorunlarını daha iyi anlama fırsatı elde etmiştir.
Tarım ve hayvancılıkla uğraşılan bir köyde çocukluğunu geçiren Demirel’in “Çoban Sülü” lakabını almasının sebebi; bazen tatillerde ailenin hayvanlarına çobanlık yapmasıdır. Hayatının çocukluk döneminde yaşadığı tecrübelerden, siyasette istifade ettiği de bir gerçek.
Su¨leyman Demirel’i lider yapan ve siyasette başarılı olmasını sağlayan özelliklerinin başında "İnsan sevgisi, içtenliği, zekâsı ve çok kuvvetli bir hafızaya sahip olması" geliyordu.
150 bin kişiye ismen hitap ettiği ve büyük çoğunluğunu simalarından ve seslerinden tanıdığı bilinmekteydi.
İsim hatırlama konusunda müthiş bir zekâsı olduğu bilinirdi.
Bir anektot anlatılır bu konuda.
Size aktarmak istedim;
"Erzurum'da çok çocuklu bir aile varmış.
Bir gün baba çocuklardan birini ismini unutmuş.
Eşine demiş ki; "Yahu bu veledin adı neydi?"
Karısı, "Vallahi unutmuşumdur, bu Mehmet'tir, şu Ahmet'tir, bu Ömer, bu Hamza, bu Ayşe, şu Hatice, şu Emine'dir. Amma onun adı neydi unuttum." demiş ve sormuş, "Şimdi ne yapacağız herif?"
Adam düşünmüş, taşınmış.
"Ne idek, kimlere sorak?" diye.
Kahvede Süleyman Demirel'in Erzurum'a geleceğini duyduğunu hatırlamış, hemen heyecanla karısına; "Buldum kadın, ismini Demirel'e soracağım. Geçen sene geldiğinde başını okşamış, sevmişti." demiş.
Karısı gülmüş tabi, "Allah canını almıya herif, biz anası babası kendi veledimizin ismini bilemezken, koskocaman Demirel nereden bilecek sabinin ismini?"
Adam o sabah bindirmiş atın arkasına çocuğu, doğru Erzurum'un yolunu tutmuş.
Kalabalık arasından ittirerek, kaktırarak o anda halka konuşma yapan Demirel'in kürsüsünün altına ulaşmış.
Korumalara derdini anlatmış, "Görüşmem lazım" diyerek.
Korumalar gülmüş tabi, "Hele gardaş git buradan… Eften-püften şeylerle rahatsız etme sayın Demirel'i" deseler de görüşme inadını sürdürmüş.
Tam o sırada Demirel konuşmasını bitirmiş kürsüden inerken önüne atlamış adam; "Baba, bak sana kimi getirdim?" demiş.
Demirel kapkara gözleriyle, cin gibi bakan çocuğu görünce şevkatle başını okşamış ve:
"Bu Mustafa ne kadar da büyümüş maşallah. Allah uzun ömürler versin" diyerek uzaklaşmış oradan.
Nur içinde yatsın.
Allah gani gani rahmet eylesin…
YILBAŞI AĞACI
Yılbaşı geliyor.
Hazırlıklar başladı bile.
Çoğu mağaza vitrinlerini başta çam ağacı olmak üzere süsledi bile.
Kırmızı çamaşırlar, hediyelik eşyalar filan.
Ancak bazı dinciler yılbaşı adetlerinin Hristiyan âdeti olduğunu, dine uygun olmadığını, ağaç süslemenin yanlış olduğunu tarihler boyunca insanlara aktardılar.
Geçtiğimiz günlerde 110 yaşında hayatını kaybeden Dünyaca ünlü Türk Sümerolog, arkeolog ve dilbilimci Muazzez İlmiye Çığ ise tüm bunların aksine yılbaşı ağacının süslenmesi ile ilgili şunları söylemişti.
“Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir.” Diye iddia ediyor ve noktayı koyuyor: "Bu adet Türkler’den Avrupa’ya geçmiştir."
Anlatımına; "Eski Türklerde yerin göbeğinden göğe kadar bir ağaç tasavvur ediliyor ve buna Hayat Ağacı deniyordu. Bu Sümerlerde de vardı." diyerek devam eden Çığ şunları aktarmış:
"Bir ucunda Gök Tanrısı duruyordu.
Halen Orta Asya’da 22 Aralık’taki gündönümünde, evlerine Akçam Ağacı getirip, dallarına ertesi sene için Tanrı’dan niyaz ettikleri şeyler, adak olarak istedikleri şeyler için kurdele koyuyorlar.
Türklerdeki bu ağaç süslemenin, Hıristiyanlıktaki Noel ile bir ilgisi yoktur.
Bu adet, daha sonra Türkler yoluyla Avrupa’ya geçmiş, 16’ncı yüzyılda Almanya’da başlamış ve buradan da dünyaya yayılmıştır.”
Coğrafi bir olgu olarak, 21/22 Aralık gecesi, günler uzamaya, geceler kısalmaya başladığı tarih boyunca bilinir zaten.
Eski Türkler’in inanışlarına göre, Güneş, 21/22 Aralık gecesi, Karanlığı yenmekte ve bu güne "Nardugan" denmekteydi.
Nar; "Güneş",
Dugan veya Tugan; "Doğan",
Nardugan; "Doğan Güneş", anlamına gelir.
Türkler, Nardugan’da, Hayat Ağacı (Sonsuz Hayat)’nı temsilen bir Akçam’ın altına "Duaları Tanrı’ ya gitsin" diye hediyeler koyuyorlar, ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlardı.
Yaşlılar ziyaret ediliyor ve bir arada yemek yeniyordu.
Bu gelenek halen "Tatarlar, Başkırlar, Çuvaşlar ve Karaçay-Malkarlar" tarafından yaşatılmaktadır.
“Hayat Ağacı” (Sonsuz Hayat) motifi, "Hitit, Urartu" ve daha sonraki dönemlerde "Selçuklular ve Osmanlılar" da farklılık gösterse de göze çarpar.
Muazzez İlmiye Çığ son olarak şöyle noktayı koyuyor;
"Halı ve kilim desenlerinde de, 'Hayat Ağacı' motifi sıklıkla görülür.
Nardugan’da Ağaç süslemek eski Türk kilimlerinin başlıca motifidir" der.
ENGELLİ ARACI
Son günlerin gündemi "Engelli araç satışları…"
Habere göre; "2024 yılında satılan otomobillerin yüzde 40’ının engelli aracı olduğu belirtilmiş…"
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan 2022 yılı Engelli ve Yaşlı İstatistik Bülteni, ülkedeki engelli nüfusun durumunu detaylı bir şekilde ele almış. Bültende Türkiye’de en az bir engeli olan nüfusun oranının %6,9 olduğu ve 300 bin araca tekabül ettiği belirtilmiş.
Şimdi gelelim açıklamaya;
"Aracı kim kullanabilir?" sorusunun cevabı şöyle:
Engellilik oranı %90 ve üzerinde olanlar için; "Engelli kişinin eşi, il sınırı içerisindeki birinci derece akrabaları, sıhrî hısımları (kan bağıyla değil, kanunen hısım) ve kardeşleri aracı sahibi yararına kullanabilir…"
Bu satışlar için MTV muafiyeti var.
Yani araç alınırken, satış fiyatının neredeyse yarısı ödenmiyor.
İşte söylenen bu.
Yakını % 90 engelli olanlar bunu raporla ispat ettikleri takdirde "Engelli aracı" alabiliyorlar.
5 sene bu aracı satamıyorlar.
Ve bu aracı sadece engellinin kanunen belirtilen yakınları kullanabiliyor.
Eğer engellilik oranı %90'dan az ise o zaman sadece hak sahibinin kendisi MTV indirimli engelli araç alabiliyor ve kullanabiliyor.
Bu arada Şehitlerimizin veya vefat etmiş gazilerimizin 1. derece yakınları da bu hakka sahipler.
Ayrıntıları otomobil firmalarında var zaten.
İşte bu haklardan faydalananlar araçlara sahip olabiliyor.
Kanunen verilmiş bir hak.
Ortada vergi kaçırma, Devlet dolandırma gibi bir durum söz konusu değil.
Her şey kanuni…
Derseniz ki "Bu kanun yanlış", onu da kanunu çıkaran meclistekiler düşünsün, ben bilemem…
PLASTİK PARÇALAR
Plastik hayatımızın bir parçası oldu.
Onları her yerde kullanıyoruz.
Ancak sağlığa zararları konusunda oldukça fazla mücadele edilmesine rağmen, hala bir ilerleme yok.
Bazı Avrupa ve dünya ülkeleri plastik kullanımına bazı kısıtlamalar getirdi.
Zira bu küçük plastik parçaları her yerdeydi;
Okyanuslarda, yemeklerimizde, hatta dağların zirvelerinde bile.
Bunlarla ilgili bir yazıda şöyle bahsediliyor:
"Bunların en küçük parçaları nanoplastik olarak bilinir ve canlı yaşamına daha zararlı oldukları düşünülmektedir. Çünkü çok küçük boyutta oldukları için hücre zarından geçmeleri daha kolaydır.
Nanoplastikler, bitkiler ile pek çok şekilde etkileşime geçebilirler. Bu nedenle, bilim insanları bu parçacıkların nasıl biriktiğini ve bitkinin yapısı içinde nasıl hareket ettiğini anlamak üzerine çalışırlar.
Bitkilerin nanoplastikleri topraktan nasıl aldığını anlamaya yönelik, marul ve buğday ile yapılan bir çalışma, plastiklerin bitkilerin sürgün kısımlarından ziyade köklerinde biriktiğini ortaya çıkardı.
Bu, plastiklerin bitkinin tüketilebilir kısımlarında daha az miktarda bulunduğunu gösteriyor. Ancak yine de bulunması, sağlığımızı ve geleceğimizi tehlikeye sokmuyor değil."
Görüldüğü üzere plastik ve mikro parçaları insan sağlığında çok etkili.
Ülkemiz de derhal harekete geçmeli ve plastik kullanımına son vermelidir.