Çocuğun birine “Özlediğin eğitim hayatında yemek konusu nasıl olmalı?” diye sorsak mesela.
Şöyle der:
“Öncelikle yemekler ‘Açık Büfe’ olsun.
Bu yemekler devlet tarafından karşılansın.
Alerjisi olan, vejetaryen olanlara özel menüler çıksın.
Yemek yapacak olan aşçılar toplanıp çocukların en sevdiği yemekleri sorsun, ona göre yemek yapsın.
Öğrenciler istedikleri kadar yiyebilsin.
Kantinde yiyecek, içecek satılmasın.
Ha bir de okullar ücretsiz olsun” dese ne cevap verirsiniz?
a. Çocuğum, yatarken üstün açıkta kalmış.
b. Böyle bir dünya yok.
c. Anan güzel mi?
Ama gerçek olan şu;
İsveç’te böyleymiş.
Yani böyle bir dünya varmış.
İstenilince oluyormuş.
Bizler yoksulluktan, fakirlikten,
Bitmişlikten,
Yıkılmışlıktan,
Kent lokantaları hayal ediyoruz.
Vizyonumuz buralara kadar düştü.
Savaşta mıyız?
Kıtlıkta mıyız?
“Bittik, tükendik” diye yazmaktan elim, kolum ağrıdı.
22 sene önce devralınan ülke ne hale geldi.
“Yeni yüzyıllar, parlak gelecek” hayalleri ile sürünür hale geldik.
Çarşıda birisi kamyonla ekmek dağıtsa 3 saniyeyi bulmaz tükenmesi.
8 kamyon pilav dağıtsa 5 dakika sürmez.
“Dönmemek üzere İtalya’ya gidiyoruz” diyerek gemi kalksa limandan, memlekette bir kişi kalmaz.
Çocuğun hayaline bakar mısınız?
“Yemekler açık büfe dağıtılsın…”
İktidar olarak çocuğun hayaline bile yaklaşamıyorsunuz.
Bırakın açık büfe yemek vermeyi, okulları temizletmekten bile acizsiniz.
Derhal bırakın gidin, bu iktidar artık size göre değil…
ESKİDEN
Eskiye dönüş özlemi çekenler olur aramızda, ileriye gitmekten vaz geçip “Keşke eskisi gibi olsa” derler yakına yakına.
Neden?
Zira o zamanlar adalet vardı, hak vardı, hukuk vardı.
İnsanlık vardı,
Ekmeği bölüşme vardı,
Komşuluk vardı,
Samimiyet vardı,
Vatan sevgisi vardı,
Askerlik yapmak borçtu,
Okumak hedefti,
Mezunlar iş bulur, hak eden işe girerdi,
Torpil, rüşvet, adam kayırma yoktu,
Evlerden ayakkabı kutuları çıkmazdı,
Mahalle birliği vardı,
Çocuklar sokakta oynardı,
Öğretmene saygı vardı,
Devlet memurları saygı görürdü,
Kılık kıyafet adam gibiydi,
Ahlak vardı, terbiye vardı,
Köylü saygı görürdü,
Esnaf aldatmazdı,
Sabahları dükkânların önleri süpürülürdü,
Başkasının hakkı yenmezdi,
İnsanlar aldatılmazdı,
Büyüklerin sözleri dinlenirdi,
Bayram adetleri vardı,
Ailece oruç tutulurdu,
Cumaları camiler dolardı,
Aile meclisi vardı,
Herkes haddini bilirdi,
Siyasette ise başaramayan giderdi…
Şimdi var ya?
Şu son yazdığım cümle uygulansa memleket kurtulur…
SADAKA TAŞI
Sadaka taşı varmış Osmanlı’da.
Genellikle “Cami, Tekke, Meydan, Çarşı vb.” yerlerde bulunurmuş.
Sebep?
İhtiyaç sahiplerinin alabilmeleri için “Üzerine (veya oyuğuna) para bırakılan” özel bir taşmış.
Kökeni Selçuklu Hanedanlığına kadar uzanan bir yardım şekli olarak ortaya konmuş.
Fakir insanları rencide etmemek için düşünülmüş bir model olmuş hep.
Osmanlılar döneminde daha da yaygınlaştırılmış.
Böylece yardım yapan ile alan birbirini görmez, tanımaz ve bilmezmiş.
Alanın mahcubiyetten, verenin ise kibir riya ve gösterişten uzak durması için uygulanan ince bir yöntemmiş.
Toplum ahlakında;
“Bu taşın üstünden ihtiyacı olmadan para almak”, gerek Müslüman, gerek gayrimüslimlerde büyük ayıp ve günah kabul edildiğinden kimse bu işe tevessül etmezmiş.
Osmanlı'nın egemen olduğu farklı coğrafyalarda bile hala izleri varmış.
İstanbul'da bir zamanlar 160 adet sadaka taşının olduğu kaynaklarda yer almış.
Bu taşlar Osmanlı’ya gelen Avrupalıların dikkatini çekmiş, hatta bazıları parayı takip dahi etmiş.
Bunlar en ünlüsü 17. Yüzyılda İstanbul'u anlatan bir Fransız gezgin olan Jeccues 'e aitmiş.
Sadaka taşının üzerinde bulunan paraların tam bir hafta boyunca yerinde kaldığını yazmış, sonunda fakir birinin aldığını da eklemiş.
Ancak gerileme devri ile gelen askeri, ekonomik ve ahlaki gerileme ile bu taşlar da yavaş yavaş yok olmaya başlamış.
1850'de geriye 42 tane kaldığı belirlenmiş.
Bu taşların en ünlüsü; Üsküdar İmrahor Cami önünde bulunan ve günümüzde korumaya alınan, kırmızı granitten yapılmış taşmış.
Aklıma geliverdi de;
“Şu an olsa bu sadaka taşlarından ne olurdu acaba?” diye.
Taşa para bırakanın azlığı mı, yoksa taştaki parayı almak için taşa saldıranların çoğunluğu mu sizi şaşırtırdı?
Denemesi bedava.
Belediye koysun bir tane, bakalım, deneyelim.
El mi yaman?
Bey mi yaman?
Ülkenin durumunu görelim kısa yoldan…
UTTS
Gelelim “Ulusal Taşıt Tanıma Sistemi” konusuna.
İktidarımız bu sisteme geçiş olarak son tarihi 31 Aralık Salı olarak açıklamış.
Peki nedir bu sistem?
“Kaçak akaryakıtı önleme amacıyla taşıtlara takılacak olan cihaz…”
Maliyeti ne kadar?
Vatandaşa maliyeti;
“2 bin172 lira olacak…”
Toplamda ise;
“43 milyar 440 milyon lira vatandaştan tahsil edilecek…”
Herkes mi taktıracak?
“Akaryakıt harcamasını muhasebe kayıtlarında gider olarak gösteren her vergi mükellefi, ticari amaçla kullandığı araçlarına bu sistemi taktıracak.”
Daha sonra ise;
“1 Temmuz 2025 tarihinden itibaren satın alınacak hem bireysel, hem de ticari tüm sıfır taşıtlara Ulusal Taşıt Tanıma Sistemi’ne (UTTS) dahil olma ve Taşıt Tanıma Sistemi zorunlu olarak taktırılacak…”
Benzin istasyonları ne yapacak?
8 bin benzin istasyonu da bu cihazları tanıma sistemi taktıracak.
İstasyonlara toplam maliyeti ise “5 milyar olacak…”
Nasıl olacak, kim takacak?
“Taşıt sahipleri, utts.gov.tr internet adresinde yayınlanacak cihazları, taşıt montaj firmalarından temin edecek. İlk etapta 15 milyon, daha sonra da 5 milyon araca bu sistem takılacak…”
Taktırmazsa ne olacak?
“Aracında sistem olmayan sürücü, benzin istasyonlarından akaryakıt alamayacak.”
Sistem bu: “Taktırırsan ne ala, taktırmazsan güle güle…”
Soru şu;
Benzinliklere takılacak bir cihazla sadece “Plaka tanıma sistemi olsa olmaz mı?”
Cevap:
“Olur, hem de bal gibi olur.”
Soru:
“Neden olmuyor?”
Cevap:
“Ortada 43 milyar para var, kim bundan vaz geçer?”
Soru:
“Peki bu duruma muhalefet ne diyor?”
Cevap:
“Şunu diyor; Bu soygundan vazgeçin…
AKP vatandaşın iliğini kurutmak için şimdi de Ulusal Taşıt Tanıma Sistemi getiriyor.”
“… Halen farklı istasyonlar tarafından kullanılan taşıt tanıma sistemleri zaten var. Bunlar birbirine entegre edilse vatandaş da masraftan kurtulur. Bu cihazlar çöpe atılıp, yeniden sistem kuruluyor. Vatandaş ve akaryakıt firmalarına yeni bir masraf olacak. Bu sisteme ilişkin cihazları hangi firmalar yurt dışından getirecek? Hangi firmalar montajını yapacak? Bu firmalar hangi usulle belirlendi açıklanmalı.”
Soru:
“Peki ne bu şimdi?”
Cevap:
“Maliye Bakanımızın yeni icadının ismi: ‘Para toplama makinesi…”
NEDİR BU
KARA CUMA?
Dünya çapında milyarlarca doların harcandığı orijinal adı “Black Friday” olan “Kara Cuma” nasıl başladı ve neden bu ismi aldı?
Bizde ise “Efsane Cuma”, “Süper Cuma” ve “Beklenen Cuma” gibi farklı isimlerle anılan bu gün nereden doğmuş?
“Kara Cuma”, Dev markaların büyük indirimler yaptığı ve Kasım ayında merakla ve ilgiyle beklenen bir etkinlik haline gelmiş.
ABD’de kutlanan en önemli bayramlardan biri olan ve Kasım ayının son haftasına denk gelen “Şükran Günü”, ülkede aynı zamanda Noel ve yeni yıl kutlamalarıyla biten uzun bir kutlama döneminin başlangıcı olarak bilinirmiş.
Bu dönemde hediye alma ve alışveriş yapma davranışları yükselişe geçtiği için, hem markalar, hem de tüketiciler için fırsata dönüşen bu “Alışveriş günü” ortaya çıkmış.
Şükran Günü'nden bir gün sonraki cuma gününe denk gelen bu alışveriş günü, yıllar içerisinde ABD'nin en yoğun alışveriş gününe dönüşmüş ve tarihi “Şükran Günü” ile belirlenmiş.
ABD’de Şükran Günü'nün ne zaman kutlanacağı uzun yıllar boyunca belirsiz olduğundan tartışmalara neden olmuş.
Kökeni 1600’lü yıllara uzanan ve hasat bayramı olarak kutlanan Şükran Günü, uzunca yıllar “25 Kasım’da” kutlanmış.
1789’da ABD Başkanı George Washington, tüm bu tartışmalara son vererek, 26 Kasım Perşembe gününü Şükran Günü ilan etmiş.
Ancak ilerleyen yıllarda tarihe ve güne yönelik pek çok kafa karışıklığı yaşanmış ve 1941’de Kongre tarafından alınan bir kararla bu günün Kasım'ın dördüncü Perşembesinde kutlanmasına karar verilmiş.
Böylece Kasım'ın dördüncü Cuması da “Black Friday” olmuş oldu.
“Black Friday” ismi nereden geldi sorusuna verilen farklı cevaplar var.
Bu hikâyelerden ilkine göre siyah; “Satış yapan işletmeler ve muhasebecileri için olumlu anlam ifade eden bir renkmiş.”
Çünkü muhasebeciler defterlerinde kârı belirtmek için siyah, zararı belirtmek için de kırmızı mürekkep kullanırlarmış.
Yıl boyunca zararı temsil eden “Kırmızı renk” ile dolan defterler, bu günde “Siyah renge” dönüp kârla dolduğu için bu güne “Black Friday” dendiği tahmin ediliyormuş.
Bir başka hikâye ise şuymuş;
Bu alışveriş gününde yaşanan “Kaos, yoğun trafik, mağazalarda yaşanan izdiham gibi manzaralar” sebebiyle çok yoğun çalışan Philadelphia'daki polis memurları, bu yorucu güne “Black Friday” demeye başlamışlar.
Bir başka hikâye ise şöyleymiş;
24 Ekim 1929 Amerika’da Büyük Buhran’ın başladığı tarihtir.
Bu tarihte, iki borsacı altın piyasasına müdahale etmek ve haksız kazanç elde etmek için adım atarlar ancak bu adımların tespit edilmesi sonrası piyasalar aniden çöküşe geçer ve binlerce Amerikalı iflasa sürüklenir.
Borsanın çöktüğü Perşembe günü, Cuma günü gazete manşetlerine “Black Thursday (Kara Perşembe)” olarak yansır. Etkilerinin hissedildiği ilk gün ise “Black Friday (Kara Cuma)”dir...
Kayıtlara göre en kötü “Kara Cuma” 2008 yılında yaşanmış.
ABD’nin en büyük market zincirlerinden biri olan Walmart’ta, alışveriş yapmak isteyen kalabalığın altında ezilen bir vatandaş hayatını kaybetmiş.
2011 yılının “Kara Cuması”nda Los Angeles Walmart’ın teknoloji bölümünde, bir vatandaş, %60 indirimle Nintendo Wii alabilmek için kalabalığa biber gazı sıkmış.
2009 yılında ise Kaliforniya Walmart’ta garip bir olay gerçekleşmiş.
Alışveriş yapmaya gelen kalabalık o kadar çığırından çıkmış ki, mağaza polis tarafından korunmak zorunda kalmış.
2012 yılının “Kara Cuma”sı ise Florida Walmart’ta kötü olaylara ev sahipliği yapmış.
İndirim peşinde koşan kalabalığın mağazaya kalıcı hasarlar vermesi Kara Cuma zamanı alışılmış bir şeymiş.
Ancak bu sefer, yalnızca bir park yeri hakkında tartışan insanlar birbirlerini vurmuşlar.
Ülkemizde geçtiğimiz birkaç yılda “Black Friday” kültürü “Efsane Cuma” ismiyle yaygınlaştı.
Artık pek çok e-ticaret platformu Kasım ayında farklı tarihleri “Efsane Cuma” indirimleri ile geçiriyor.
Böylece bu ekonomik sıkıntıya rağmen insanımız alışverişe para bulup, bu çılgınlığı yaşıyor.
Örnek vermek gerekirse;
Kara Cuma’da (veya Efsane Cuma’da) Türkiye’de bulunan bir alışveriş platformunda “Saniyede 12 ürün” satılmış.
Desenize “Kara Cuma”, o platform için “Pembe Cuma”ya dönüşmüş.