RIFAT ILGAZ

Rıfat Ilgaz’ın ismini bilmeyeniniz yoktur.

60 tane kitabı olmasına rağmen meşhur “Hababam Sınıfı” kitabı ile halk tarafından duyulmuştur.

Ama ya hayatı?

İşte o hayat:

8 Mayıs 1911 yılında Kastamonu’nun Cide ilçesinde doğmuş.

Ortaokul öğrencilik yıllarında şiir yazmaya başlamış, daha sonra “Açıkgöz (Kastamonu), Güzel İnebolu ve Güzel Tosya” gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başlamıştı.

Yatılı olarak Kastamonu Muallim Mektebi’nden mezun olduktan sonra altı yıl süreyle “Gerede, Akçakoca ve Gümüşova’da” ilkokul öğretmenliği yapmış, 1938’de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirmiş ve Adapazarı Ortaokulu Türkçe Öğretmenliğine atanmıştı.

1939’da İstanbul Karagümrük Ortaokulu’nda Türkçe Öğretmenliğine başlayan Ilgaz’ın, yazı ve şiirleri dergilerde yayınlanmağa başlamıştı.

1940’da “Çığır, Oluş, Ulus, Güneş, Yücel, Varlık, Hamle ve Yeni İnsanlık” dergilerinde şiirleri çıkmış ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girmişti.

Ömer Faruk Toprak ile 9 Eylül 1042’de “Yürüyüş Dergisi”ni çıkarmışlar, bu dergide “Orhan Kemal, Sait Faik, Cahit Irgat, A. Kadir, Nazım Hikmet (İbrahim Sabri)” ile birlikte çalışmışlardı.

1943’te ilk şiir kitabı “Yarenlik” yayınlanmış, Ocak 1944’de “Sınıf” adlı şiir kitabı çıkmış ama bu kitabı sıkıyönetim kararı ile toplatılmıştı.

1945’te Gün Dergisi’nde yazıları yayınlanmış, Aziz Nesin’in “Cumartesi” adlı dergisine ortak olmuş, 1946’da “Esat Adil, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin” ile birlikte “Gerçek Gazetesi”ni çıkarmıştı.

1946’da “Yığın Dergisi”ni “Esat Adil ve Adil Yağcı” ile birlikte çıkarmış. Şubat 1947’de “Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Mim Uykusuz”un çıkardığı “Marko Paşa” kadrosuna girmişti.

Bu dergi sık sık kapatılınca “Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Marko Paşa” gibi adlarla tekrar tekrar çıkmış.

1950’li yıllarda gazetecilik yapmaya başlamıştı.

Turhan ve İlhan Selçuk’un İstanbul’da çıkardığı “Dolmuş Dergisi”ne “Stepne” takma adıyla yazılar yazmıştı.

“Hababam Sınıfı, Pijamalar (Bizim Koğuş), Don Kişot” adlı eserleri  bu dergide dizi olarak yayınlanmıştı.

Ocak 1953’te “Devam” adlı şiir kitabını çıkarmış ama bu kitap da toplatılmış.

Rıfat Ilgaz; “Demokrat İzmir, Akbaba, Vatan, Yeni Gün, Yeni Ulus” gibi yayın organlarında yazılar yazmış.

“Sınıf Yayınları”nı kurarak kendi kitaplarını yayınlayabilmişti.

1970’te Basın Şeref Kartı’nı almış ve 1974’te emekli olmuş ve sonrasında doğum yeri olan Cide’ye yerleşmiş.

12 Eylül 1980 döneminde gözaltına alınmış, 70 yaşında gerekçesiz sorguya çekilmiş ve gözaltında kalmıştı.

Tutukluluğu sona erince oğlu Aydın Ilgaz ile birlikte ölümüne kadar İstanbul’da yaşamıştı.

Bu olayları “Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra” adlı kitabında anlatmıştı.

Hababam Sınıfı haricinde tam 60 tane kitabı vardı ve 7 Temmuz 1993’de vefat etti.

“Nereden çıktı şimdi Rıfat Ilgaz?

Doğum günü değil, ölüm yıldönümü değil” dediğinizi duymuyorum sanmayın.

Sosyal medyada birisi onun bir hikâyesini paylaşmış.

“Sizi bu güzel hikâyeden mahrum etmek istemedim ve aktarmadan olmaz” dedim.

Hazır yeri gelmişken de hayat hikâyesini de yazıverdim.

İşte yazdığı o hikâye.

Pekmez Çanağı

“Hocanın biri sefere çıkmış, bir zamanlar” diye başlar hikâye...

İnmiş konuksever bir köye, açlıktan ölüyor.

Gözünü karartıp deve gibi çökmüş, karşısına çıkan ilk biçimli evin önüne.

Evin erkeği çiftinin çubuğunun başında. Evin kadını, oğluyla bir çömlek pekmez göndermiş hocaya. Bir de somun...

Hoca batırıp batırıp indirmiş gövdeye. Bakmış ki, ekmek batırmakla çömlekteki pekmezin tükeneceği yok.

Çocuktan bir kaşık istemiş.

Başlamış bu sefer kaşıklamaya.

O da olmamış, kaldırmış çömleği dikmiş. Lıkır lıkır...

Hâlâ tüketememiş çömlekteki pekmezi.

“Oğul”, demiş “pekmeziniz halis üzüm pekmeziymiş siz böyle her gelen Hoca'ya bol bol pekmez çıkarır mısınız?”

“Yok”, demiş çocuk, “çıkarmayız!”

Hoca biraz böbürlenmiş.

“Ya”, demiş; “çıkarmazsınız demek? Peki, bana neden bu kadar bol pekmez çıkardınız?”

“Geçenlerde küpün içine sıçan düşmüştü baktık pekmez ziyan olacak, olmasın istedik...”

Hoca Efendi'nin kavuk tepesinden fırlamış.

Kaldırdığı gibi pekmez çömleğini vurmuş yere; tuz buz etmiş.

Olandan bitenden ürken çocuk, seslenmiş içeri.

“Anneee! Hoca, babamın sidik kabını kırdı…”

Rıfat Ilgaz’ın günümüz dünyasını eleştirdiği bir çok şiiri de var.

Onlardan birini de yazıvereyim dedim.

Çember

Büyük kentlerde artık

Çocuklar çember çevirmiyorlar…

Yazık!

Sokaklar tıklım tıklım,

Çocuklara yer yok ki çevirsinler.

Ama büyüklerin altında dört teker,

Bir gidip bir geliyorlar!

İş mi yaptıkları sanki!

Belki iş… Kim bilir,

Belki de gösteriş…

Nerde bu hoyratça dönen tekerlekler

Gösteriş için…

Nerde o başımızı döndüren,

Şıkır şıkır çemberin güzelliği!

TUTAN SOYUYOR

Sosyal medyada Nihat Genç’e rastladım.

Veryansın ediyor yine sinirli haliyle:

“Size böyle bir hayat sundukları için ve siz de bu hayatı kabul ettiğiniz için.

Şu anda;

Fetö geldi sizi soydu,

Menzil geldi sizi soydu,

AKP’li zenginler soyuyor,

Tutan soyuyor.

Şimdi Araplar geldi soyuyor,

Aklına kim gelirse sizi soyuyor.

Sizin bu rahatlığınızdan dolayı.”

MUTLUĞUN SIRRI

Kahvede sohbet eden adama arkadaşları:

“Senin aile yaşantına hayranız, eşin ve çocuklarınla çok mutlu bir yaşantın var.

Karının bir dediğini iki etmiyorsun.

Bu mutluluğunun sırrını bize de anlat yoksa pısırık olduğunu düşüneceğiz.” derler.

“Kısaca anlatayım...” der adam.

“Düğünümüz bittikten sonra karım kendi atına, ben de kendi atıma bindik evimize doğru gidiyoruz.

Benim bindiğim atın ayağı takıldı ve sendeledi. Karım eğildi ve benim atıma 'Bir' dedi.

Biraz daha ilerledik ve benim atımın ayağı tekrar takılıp tökezlediği zaman eşim tekrar eğilip atıma 'İki' dedi.

Az sonra atım tekrar aynı şekilde tökezleyince eşim atından indi ata 'Üç' dedi ve çeyizinden tabancasını çıkartıp atımı alnından vurdu. Ben şok olmuştum...

Eşime bir hışımla çıkıştım ‘Yazık değil mi, atı neden vurdun kadın, manyak mısın sen?’ diye bağırdım...

Karım arkasını döndü ve bana 'Bir' dedi.

Ve o günden sonra karımın bir dediğini iki etmedim.”

Bu yazının sonuna bir de şunu eklersem size mutlu olmanın mecbur olunduğu hakkında iyi bir fikir vermiş olurum sanırım.

Orta çağda Fransa’da bir kasabadaki kadınlar, sabah evden çıkan eşlerine “düşük dozlu, öldürmeyen ama hastalanmalarına sebep olan bir zehir” verirlermiş.

Akşam olup da eşler “ola ki geceyi başka bir yerde geçirmek isterlerse” ağrı ilerleyen saatlerde şiddetini arttırır, ateşlenme kusma vs. de eklenirmiş mevcut rahatsızlığa.

Erkekler eve geldiklerinde eşleri tarafından “Panzehir içirilir” ve bir anda eski sağlıklarına kavuşurlarmış.

Huzuru mutluluğu, “Eşlerinden başka bir yerde aramamaları gerektiğine” de böylelikle “Mecburen” ikna olurlarmış.

SAĞLIK

Ben bu yazıyı buldum ama denemedim.

Peki deneyecek miyim?

Elbette ama doktoruma danışarak.

Yoksa öyle her bulduğumuzu denersek, deneme tahtasına döneriz.

Amacımız dünyaya kazık çakmak değil ebette, ama sağlıklı yaşamak bizim de hakkımız.

Yazılanlar doğruya benziyor ama yine de doktora sormak gerek.

“Hiç kimse kanserden ölmek zorunda değil” diyerek başlamış yazıya.

İlk adım;

Tüm şeker tüketimi durdurmak, vücudunda şeker olmadan, kanser hücreleri doğal olarak ölür.

İkinci adım;

Bir bardak limon suyu ile bir bardak sıcak su karıştırılır ve yaklaşık 1 ay sonra,  kanser hücreleri azalacaktır,

Üçüncü adım;

3 yemek kaşığı organik Hindistan cevizi yağı, sabah ve gece kullanılırsa kanser riski azalacaktır.

“Sıcak limon suyu içmek kanseri engelleyebilir.

Şeker eklemeyin.

Sıcak limon suyu, soğuk limon suyundan daha faydalıdır.

Sarı ve mor patates, kanseri önlemede müthiş özelliklere sahiptir.” denmiş öğütte.

Sonra devam:

Sık sık akşam yemeği yemek, içmek, mide kanseri ihtimalini artırabilir.

Asla Hafta da 4’den fazla yumurta yemeyin.

Tavuğun arka kısmını yemek (but vs.) mide kanserine neden olabilir.

Yemekten sonra asla meyve yeme. Meyveler yemekten önce yemek zorundayız.

Adet döneminde çay içmeyelim.

Daha az soya sütü tüketelim, soya sütü ve yumurta tüketmeyelim...

Boş mide (Aç karnına) domates tüketme.

Safra kesesini yormamak için her sabah yemekten önce bir bardak su iç.

Yatmadan önce 3 saat yemek asla yok.

Sudan uzak durursak diyabet ve hipertansiyona neden olabilir. Beslenmenin esas temeli su tüketimi çok olmalıdır.

Fırın veya tost makinesinde kızarmış ekmek yeme.

Uyurken yanı başınızda telefon şarj etme.

Mesane kanserini önlemek için günde mutlaka 10 bardak su iç.

Gün içinde daha fazla su iç, gece hariç

Günde 2 fincan kahveden fazla içme, uykusuzluk ve mide sorunlarına neden olabilir.

Öğütler bunlar.

Ama illa da doktora danışmayı unutmayın…

AH SEÇMEN AH!

Binali Yıldırım'ın 2023 seçimleri öncesinde elindeki mikrofonla halka yaptığı bir konuşması şöyle:

“Suriye’de SDG, YPG, PYD ve PKK peşi peşine ‘Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyin’ diye açıklamalar yapıyor.”

“Kemal Kılıçdaroğlu gelirse İHA’lar gidecek, SİHA’lar gidecek, mapushaneler boşalacak. Öcalan serbest kalacak.”

Şu son duruma bakarsak “Öcalan serbest kalacak” belli oldu.

Binali Yıldırım’ın dediği de çıkmış oldu.

Ama tek farkla…

Seçmen yanlış yere oy vermiş gözüküyor…

PİŞMİŞ KELLE

Pişmiş kelle gibi sırıtma derler ya.

Sebebi şuymuş;

Kelleler ısıtıldığında yüzündeki deri çekilirmiş.

Böylece kelle, “Sırıtıyormuş” gibi bir hal alırmış.

İşte bu sebeple;

“Anlamsız, çirkin, yersiz, dişlerini göstererek gülmek, sırıtmak” anlamına gelen “Pişmiş kelle gibi sırıtmak” deyimi buradan gelmekteymiş.

Günümüzde böylesi şekilde sırıtan çok kişi olduğundan merak etmiştim nedenini.

Artık öğrendim neden sırıttıklarını.

Sıcak suya girince derileri çekiliyormuş meğer.

Bunlara “Derisiz, suratsız, tiyniyetsiz” de denilebilir aslında, hem de hiç çekinmeden.

Peki onlar ne yapar?

Elleriyle yüzlerini ovuşturarak “Ya Rabbim Şükür!” derler…