Sanayileşmenin plansız yapılması sonucu olarak yoğun çevre kirliliği oluştu. Çevre yaşanmaz duruma geldi.
Doğanın en büyük tepkisi de Marmara Denizi'nden geldi...
Müsilaj...
Marmara Denizi, neredeyse otuz milyon kişinin atığının akıtıldığı kocaman bir fosseptik çukuru gibi görüldü... Atıklar, arıtılsın veya arıtılmasın denize salındı. Ayrıca, yaklaşık kırk bin geminin de sintinesi ve pis suları bu denize salındı...
Bizimkiler, zaman zaman denetlemeler yaptılar ve kirliliğe sebep olan gemilere ceza yazdılar... Bu da çaydırıcı olmadı... Kirletmeye devam ettik.
Yine, balıkçılık için vahşi yakalama sistemi geliştirdik ve dip taraması yaptık. Ayrıca, balık yumurtlama alanlarını da tahrip ettik. Marmara Denizi'nde yüz yıl önce var olan balık türlerinin sayısı yaklaşık yüz on beş kadarken şimdi on beş farklı tür olduğunu görmekteyiz.
Marmara Denizi, müsilaj salgılayarak( tek hücreli canlıların çoğalması ve oksijen yetersizliği ve kirlilik sonucu da Pina, Deniz Tarağı, Midye, Yosun, Deniz Hıyarı gibi canlıların da ölmesiyle deniz canlılarının temizleme gücünün bitmesiyle oluşan durum) bu sonucu oluşturan biz insanların yüzüne tükürmüş oldu.
Biz, büyük bir çığlık içinde bu olumsuzlukları dile getirdik ;ancak, duyan olmadı...
Tabii ki denizler kirletildiği gibi bir de termik santral faaliyetiyle de ( Çanakkale'de beş tane termik santral bulunmaktadır.) çevrede yaşayan insanların Pm - 10,Pm-5, Pm-2,5, Pm-1 gibi uçucu ve insan sağlığını tehlikeye atan kimyasal atıklarıyla da ölüm saçmaktadır.
Bu durum, insanlar için kanser yapıcı bir durum.
Yine, çevreye olumsuz etkisiyle de bitkiler üzerinden iyi temizlenmemiş besin kaynakları vasıtasıyla dolaşım ve sindirim sistemleri üzerinde olumsuz etkiler oluşturmaktadır.
Kirli su ile sulama yapılarak üretilen tarım ürünleri, bir de pestisit atıkları( kimyasal zehirler) sonucu insanlarımızı hasta etmekte ve çoğunlukla da kanser yapmaktadır.
Afşin - Elbistan termik santrallerinin baca gazları da büyük bir yıkıma sebep olmaktadır.
Bu yörede yaşayan insanlar için en büyük tehlike Pm değerleridir...
Bu yöre insanları, çevre illere sağlık problemleri için müracaat ettiklerinde, Elbistan'dan mı yoksa Afşin'den mi geliyorsunuz, sorusuna muhatap olmaktadırlar... Alınan cevapla da isabetli söylem geliştirilmiş olunuyor. Ön teşhis kanser olarak tespit ediliyor ve tahliller, filmler ve ileri tetkik çalışmaları sonucunda da ön tanı gerçek oluyor. Bu durum, neredeyse her evde yaşanan bir vak'a olarak karşımıza çıkmaktadır...
Biz, ülkemizde kanser vak'aları ne kadar Özelde de ilimizde ne kadar kanser teşhisi konmuş hasta var ve bunlar nerede tedavi görüyor, diye yazılı başvurularımıza da bilgi edinme kanunu kapsamında bir talap olmadığı için bilgi vermiyoruz cevabı almaktayız...
Yakın dönem için de en büyük tehlike metalik madencilikte altın çıkartmak için yapılan faaliyetlerde bir çevre katliamına şahit olmaktayız.
Artvin, Erzincan, Giresun, Tokat, Kayseri, Balıkesir, Kütahya, Muğla ve son olarak da Çanakkale, bu faaliyetler için hedef iller arasına girmiştir.
Daha önce Lapseki ilçemizde faaliyet gösteren bir metalik madencilik şirketinin yıkımı tüm hızıyla devam etmektedir.
Şimdi de Kazdağları ile Yumru Dağları arasında bulunan bir dağ silsilesi olan Ağı Dağı üzerinde de yıkım çalışmaları devam etmektedir...
Bizce, ÇED Raporu, bilimsellikten uzaktır. Daha önce, bu işle ilgili olarak yaptığımız itirazımıza, Bakanlık olarak, tekliflerinizi dikkate alacağız, diye cevap yazmışlardı. Biz, ÇED Raporunu incelediğimizde, bizim tekliflerimizin hiçbirinin dikkate alınmadığını gördük.
Çağın gereklerine göre hazırlanması gereken ÇED Raporunun çağ dışı olduğunu da gördük. Mevzuatı değiştirmeyen ve tamamen şirket lehine hareket eden bir kamu otoritesi ortaya çıkmıştır, derim.
Yine, bu yörede, beş tane dere, onlarca tepe, milyonlarca ağaç ve yirmi bir köy bulunmaktadır.
Anayasamıza göre mülkiyet hakkı zedelenemez ve legal görünümlü illegal oyunlarla yüz yıllarca o yörede yaşayan insanlara, biz burayı tarumar edeceğiz, çevreyi zehirleyip, sularınızı da içilmez hale getirip on yıl sonra çekip gideceğiz, demektedirler ki bu kabul edilemez bir durumdur...
Tabii ki bu dönemde de üç köy haritadan silinecek, böylece köylülerimizin dedelerinin, babaannelerinin gömülü olduğu mezarlıklar bile yıkacaklardır.
Biz, bu yıkımı daha önce tüm Balkanlarda da görmüştük... Sırp, Bulgar, Yunan, Makedon, Hırvat, Romen ve diğer ülkelerde var olan Türk Mezarlıklarını, camileri, medreseleri ve diğer yapılarımızı yıkmışlardı...
Türkiye, yapılan uygulamalarla sanki işgale uğramış bir ülke konumuna gelmiş gibi... Bizim aklımıza bile gelmeyecek böyle bir yıkıma maruz kalacak uygulamaları görmekteyiz...
Bu faaliyetlerin sonuçlarının yıkım olduğunu göremeyen kamu otoritesinin buna nasıl izin verdiğini anlamakta da zorlanmaktayız.
Bu konuda talebimiz, bir an evvel bu yıkım faaliyetine son verin. Kesilen ağaçlar için kampanya yaparak ağaç dikme faaliyeti gerçekleştirelim ve böylece çevre insanımız da huzur içinde evlerinde oturmuş olsun...
Geçtiğimiz günlerde hem çevre katliamının olduğu yerde hem de il merkezimizde bu yıkım faaliyetini protesto eden çevre ve doğa dostu insanlarımızı gördük...
Bu insanları, tepkilerini barışçıl yollarla dile getirdikleri için kutlarım.
Medeni bir ülkede olması gereken bu protestolara katılanların profiline baktığımızda genellikle kadınlsarın olduğunu gördük. Bundan da mutluluk duyduk.
Kadınların, hem iyiyi hem de kötüyü önceden görmek ve hissetmek gibi bir duygu bütünlüğü içinde olduğu söylenirdi ki biz, bunun canlı şahiti olduk...
Kadınlarımızı kutlarım.
Var olsunlar...
Son sözümüzde, lütfen kadınlarımızın tepkisine sessiz kalmayın ve taleplerini yerine getirin, derim.
Sağlıklı bir toplum istiyorsak sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızın olduğunu da unutmamak gerekir.
Siyaset kurumuna mesajımız da bu işe bir an evvel çare bulun olacaktır...
Kamuoyuna duyurulur...