Hiç kimse kusura bakmasın.
Ülkenin durumu ortada.
Kime sorarsan sor herkes aynı fikirde;
“Her taraf yangın yeri…”
Siz bakmayın bazı medya yazarlarına ve gazetelerinin haberlerine.
Onlara bakarsanız “Dış güçlerin oyunu bunlar, bizim hiç suçumuz yok.”
“O güçler bizi hep kıskandıklarından, ülkemizi batırmak istiyorlar.”
“Onlara göre eğer bizi ellemezlerse, dururmazlarsa Avrupa’nın bir numarası olup, hepsini mahvedeceğiz.”
Neyle mi?
Teknolojimizle,
Eğitim kalitemizle,
Ticaretimizle,
Üretimimizle,
Sağlıktaki devrimlerimizle…
Hep bizden korkuyorlar,
O sebeple bizimle uğraşıyorlar.
Ama gerçeği herkes biliyor ve nedense saklamaya çalışıyor.
Çift, hatta üç maaşlılar, liyakatsizler, sosyal medya trolleri, özel müteahhitler, asalak geçinenler ülkeyi güllük gülistanlık göstermek için yarıştalar.
Peki, biz gerçekten bu hale nasıl geldik?
Soruyu ben cevaplasam “sen her şeye muhalifisin” diyerek yaftalayıp, bana pek inanmayabilirsiniz.
O sebeple dedim ki “Herkesin kabul edebileceği daha objektif birine sorayım…”
“İktidarın, muhalifin inanması için inandırıcı olsun.”
Tuttum yapay zekâya sordum.
Sağolsun beni kırmadı ve tüm samimiyeti ile beni cevapladı.
Soru şuydu;
“Bir ülkeyi batırmak için ne yapmak lazım?”
Gelen cevap aynen şöyle;
“Bu tür bir soru, ciddiyetle ele alınması gereken karmaşık ve geniş bir konuyu ifade ediyor.
Bir ülkenin ekonomik, sosyal ve politik olarak zayıflaması veya “Batması” birçok faktöre bağlıdır.
Bunun önlenmesi için genellikle güçlü kurumlar, sağlam ekonomi politikaları, sosyal dayanışma ve uluslararası ilişkiler önemlidir.
Eğer bu soruyu daha akademik ya da teorik bir şekilde değerlendirirsek, şu faktörlerin etkili olduğunu görebiliriz:
1. Ekonomik Çöküş
Aşırı Borçlanma ve Yanlış Yönetim:
Kamu borçlarının sürdürülemez seviyelere çıkması,
Kötü mali politikalar,
Yolsuzluk ve israf ekonomik varlıklarına neden olabilir.
Üretim Kapasitesinin Zayıflatılması:
Sanayi, tarım ve hizmet sektörlerinin yeterince desteklenmemesi, bir ülkenin temel ekonomik gücünü kırılabilir.
Para Politikası Hataları:
Aşırı enflasyon, hiperenflasyon ya da yanlış faiz politikaları gibi unsurlar, para biriminin şiddetini ve saygınlığını hızla düşürebilir.
Dış Yatırımların Kaçırılması:
Güvensizlik yaratılarak yabancı yatırımların kaçırılışı.
2. Sosyal ve Kültürel Dinamiklerin Zayıflaması
Toplumsal Kutuplaşma ve Çatışma:
Halk arasında etnik, dini, ideolojik veya sınıfsal bölünmelerin körüklenmesi, sosyal uyumsuzluk yaratır.
Eğitim ve Sağlık Sisteminin İhmal Edilmesi:
İnsan sermayesinin gelişmesini sağlayan temel sistemlerin çökmesi, uzun süreli olarak büyümenin güçsüzleşmesine sebep olur.
Beyin Göçü:
Nitelikli insanların başka yerlerde göç etmesi, gelişmişlik ve ekonomik büyümeyi sekteye uğratır.
3. Politik ve Kurumsal Çöküş
Demokratik Değerlerin Erozyonu:
Hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap vermelik gibi demokratik ilkelerden uzaklaşma, ülkenin temel güvenini azaltır.
Kötü Liderlik ve Yolsuzluk:
İktidarın kötü yönetimi ve yolsuzluğun ortaya çıkması, kamuda ortaya çıkan verimsizliğin artmasına neden olur.
Askeri ve Güvenlik Sorunları:
Güvenlik açıkları, iç savaş veya dış müdahalelere kapı aralamak.
4. Uluslararası İzolasyon
Kötü Dış Politika:
Düşmanca veya hatalı dış politikalar, bir ülkenin müttefiklerini kaybetmesine neden olabilir.
Ticaret Engelleri:
Ekonomik yaptırımlar ve ticaret engelleri, ülkenin ihracat ve ithalat olanaklarını kısıtlar.
Kredi Notunun Düşmesi:
Uluslararası kredi notlarının düşmesi, finansal izolasyona yol açılabilir.
Sonuç:
Bu ekonomik birleşimin bir kaynağı olabilir, ancak hiçbir ülke kolay kolay “Batmaz”
Toplumların dağıtımı ve iyileştirme yeteneği genel olarak küçümsenmez.
Bununla birlikte böylesi bir duruma yönelik temas, etik açıdan dikkatli olunması gereken bir şeydir.”
Gördünüz mü dış güçleri…
Bu yapay zekânın ortaya koyduğu “Batış hikayesinin” neresinde dış güçler var?
Yapay zekâya bile sorsalardı, gayet de güzel yol gösterirmiş.
Size birçok örnek sayabilirim ancak, bu günlerde yine gündeme gelen “Köprü” örneği ile basit olarak cevap vermek istiyorum.
2024 yılında 1915 Çanakkale Köprüsünden geçen araç sayısı açıklandı.
Buna göre köprüden tam;
2 milyon 684 bin 738 araç geçmiş…
Şöyle yukarıdan bakında bu sayı size “Çok iyi yahu!” şeklinde bir gurur kaynağı olarak gelebilir.
Ama durum hiç de öyle değil.
Zira canımız hükümetimiz bu köprünün ihale aşamasında müteahhidine “Garanti bir geçiş sayısı” vermesi gerektiğini düşündü ve istatistikçilerine haber saldı; “Bakın bakalım bu köprüden kaç araba geçer?”
Onlar da oturup hesap, kitap yaptılar.
Saydılar, topladılar, böldüler, çıkardılar ve şu sonuca ulaştılar;
“Bu köprü yapılırsa günde ortalama 40 bin araç geçer…”
Hesap yapıldığında bu yıllık olarak yklaşık;
“14 milyon 600 bin araca” denk geliyordu.
İhale öncesi müteahhidin biri sormuştur muhakkak;
“Yıllık 14 milyon araç geçmezse ne olacak?”
Verilen cevap şuydu;
“Yahu olur mu öyle şey? Bizim istatistik kurumlarımız var, onlar yanlış mı hesap edecek? Bunlar yıllardır enflasyonu hesap ediyor, hiç şaşıyor mu? Hem o kadar araç geçmezse üstünü öderiz merak etmeyin… Zaten üç aşağı, beş yukarı bir sayı olacaktır…”
Ve sonunda evdeki hesap çarşıya (hatta bırakın çarşıyı AVM’ye bile) uymadı.
Verilen araç taahhüdü ile gerçek arasındaki fark tam olarak yıllık; 11 milyon 915 bin 262 araç oldu.
Şimdi ne mi olacak?
Araç başına 15 Euro+KDV ödenecek.
Bu ne kadar yapar?
Şöyle yapar:
547,5+98,5 (KDV)
Araç başına 646 Türk lirası.
Toplam bu yıl müteahhide sırf yapılan yanlış hesaptan dolayı ödenecek para:
7 milyar 106 milyon Türk lirası.
(Köprü 2022 yılında açıldığına göre varın siz hesaplayın uçup giden paracıkları)
CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat “Köprünün açılışından bugüne kadar garanti edilen ancak geçmeyen araçlar için ödenen toplam tutarın 700 milyon Euro’ya ulaştığını” bildirdi ve ekledi; “Köprüyü yapan firmalar maliyetini önümüzdeki 3 yılda çıkartacak ve aynı zamanda kalan 7 yıllık işletme süresince de 1 köprü parası daha kazanacak” dedi.
Halbuki Maliye ve Ekonomi Bakanı köprülere ödenen parayı piyasadan toplamak için sürekli zam peşinde.
Memurlara, işçilere ve emeklilere verilmeyen maaşlarda bu paranın bile payı var…
Tabi sadece bu köprü de değil, daha niceleri var.
Yanlış hesap bize Bağdat’tan dönmediğinden, sürekli olarak bütçeden paralar akıp akıp gidiyor.
(Para bulamayınca devlete mallarını özelleştirme ile satıyorlar zaten. Şimdiye kadar yaptıkları gibi. Bir şey bulamayınca da madenlere, ormanlara göz diktiler)
Köprüler, otoyollar, havalimanları, şehir hastaneleri gibi garantili ihalelerle bütçemiz her yıl katlanarak deliniyor.
Olmayan paralar su gibi akıp gidiyor.
İşte bu aşamada dış güçler bize piyasa faizinin çok üzerinde para vermek için sıraya giriyor.
Şimdi gelelim en başa;
Hani yapay zekâya sormuştum ya;
“Bir ülkeyi batırmak için ne yapmak lazım?” diye.
İşte durum ortada.
Bu örnek sadece köprülerle filan ilgili.
Diğerlerini de katın hesaba.
Sonuç mu?
Üüüüü!
40 PARALIK ADAMLAR
Bazı sözler vardır kullanıldığında etrafınızdaki kişilerden üzerine alınan olabilir.
O sebeple ağıza alınması pek istenmez.
İşte o sözlerden birini buldum sosyal medyada.
Yorumu da peşinde tabi.
Şöyle giriş yapılmış söze:
Toplumumuzda çok kullanılan bir sözdür.
“Kaç paralık adam ki?”
Sanki adamlığın ölçü birimi paraymış gibi.
Parası olana “Beyefendi” denir.
Parası olmayan “Adam bile değildir”
Yaşlılar daha iyi bilir.
Eskiden öğrenciler de parayla değerlendirildi.
“40 paralık adamlar” denilirdi.
Eylem yapan, hakkını arayan öğrencinin genel adıydı bu.
“40 paralık adamlar…”
Peki, neden “10, 20, 30” değil de, “40 paralık adamdı öğrenciler?”
Tarih; Teşrinisani 1924.
Yani 1924 yılının Kasım ayı.
Bundan tam 90 yıl önce.
İstanbul’da tramvay şehir ulaşımı “Konstantinopol” isimli bir Belçika şirketine aitti.
Cumhuriyet kurulduktan sonra yabancı şirketlerle masaya oturulmuş ve sözleşmeye bazı şartlar konmuştu.
Bu şartlardan birine göre;
Öğrenciler kimliklerini göstermek şartıyla yarı fiyatına tramvaya binecekti.
Tramvayda tam bilet 80 para, öğrenci 40 paraydı.
Ancak Osmanlı döneminde her istediği yapılan Belçika şirketi sorun çıkarıyordu.
Öğrencilerden de tam bilet parası, yani 80 para istiyordu.
15 Kasım 1924’te Tıp Fakültesi öğrencileri örgütlendi.
İstanbul'un tüm duraklarında tramvaya binecekler ve 40 para ödeyeceklerdi.
Harbiye durağından binen bir grup öğrenci 40 para verince biletçi kabul etmedi ve tramvayda olaylar çıktı.
Kavganın büyümesi üzerine vatman tramvayı durdurdu.
Olay yerine yetişen şirket işçileri ile öğrenciler arasında arbede yaşandı.
Yoldan geçen bazı vatandaşlar da hakkını arayan öğrencilere tepki gösteriyordu.
“Ne olacak? bunlar 40 paralık adamlar!”
Bir anda iki el silah sesi duyuldu ve iki öğrenci vurularak yaralandı.
Silahı ateşleyen polis Harbiye Karakolu’na sığınarak linçten zor kurtuldu.
Ertesi gün İstanbul’daki tüm üniversite öğrencileri ayaklanmıştı.
Belçika şirketinin Beyoğlu'ndaki Metrohan’da bulunan merkezini basıp her şeyi talan ettiler.
Şirket yetkilileri canlarını zor kurtarıp Sirkeci'de bulunan Sansaryanhan’daki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne sığındı.
Polisin ve şirket yetkililerinin tüm girişimlerine ve sözlerine rağmen olaylar 3-4 gün yatışmadı.
Sonunda 21 Kasım 1924’te, Konstantinopol şirketi pes etti.
Artık öğrenciler her yerde tramvaya 40 paraya binecekti.
Bu, Cumhuriyetin ilk toplu öğrenci eylemiydi ve başarıyla sonuçlanmıştı.
İki öğrenciyi yaralayan polis memuru Hüseyin Efendi ise, “Silahım kendiliğinden ateş aldı” deyince, hapisten kurtuldu ama meslekten el çektirildi.
Bugün öğrenciler toplu ulaşım araçlarına yarım biletle biniyorsa, bu 1924 yılındaki o “40 Paralık adamlar”ın sayesindedir…
Eskilerin öğrencilere “40 paralık adamlar” demesinin nedeni de budur…”
20 DAKİKA
20 dakika çok bir zaman değil tabi.
Ama üst üste konulunca uzun bir zaman oluyor.
Nasıl mı?
“İngiltere'de yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, içilen her bir sigara yaşam süresinden 20 dakika çalıyormuş…”
Buyurun hesaplayın şimdi 20 dakikayı.
Ama zahmet olmasın onu da hesaplamışlar.
“Buna göre günde bir paket sigara içmek ömrü yaklaşık 7 saat azaltıyormuş…”
Habere göre;
“Günde 10 sigara içen bir kişinin, 1 Ocak'tan itibaren sigarayı bırakması halinde 8 Ocak’a kadar yaşam süresine 1 gün ekleyeceği” belirtilmiş.
“Buna göre, bu kişi, sigara içmemeyi sürdürdüğü takdirde 5 Şubat’ta yaşam süresinin 1 hafta, 5 Ağustos'ta 1 ay kısalmasının önüne geçebilirmiş.
Bu da 1 yılda yaşam süresinin 50 gün kısalmasının engellenebileceği anlamına geliyor.”
Sigara içenler!
Ben yazdım, artık siz düşünün…