“Türkçemiz nereye gidiyor?” şeklinde bir soru sorsam, belli yaş üstü olanlar arasında memnun olan yoktur sanırım.

Gençler arasında resmen başka bir dil var.

Yabancı dil hayranlığı, sosyal medya alışkanlığı, globalleşen dünyanın dayatmaları.

Ne derseniz deyin ama dilimiz gerçekten yavaş yavaş bozuluyor.

Bana sorarsanız çoğu gencin konuşmalarını anlamıyorum.

Anlayana da hayret ediyorum.

İşte bu sorunumla ilgili sosyal medyada bir yazı buldum.

Kimin yazdığını bilmiyorum ama ellerine sağlık, olayı çok güzel özetlemiş.

Size aktarıyorum ve “Aynı cümlelerin değişik zamanlarda söylenmesini okudukça, bana hak vereceksiniz” diyorum.

Türkçemizin sonu!

Sene: 1965

Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım…

Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim.

Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı.

Üstümü başımı toparladım, kendimden emin bir sesle “Akşam-ı şerifleriniz hayrolsun” dedim.

Sene: 1975

Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım...

Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi.

Çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı…

Üstüme çeki düzen verdim, kendimden emin bir sesle “İyi akşamlar” dedim.

Sene: 1985

Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım…

Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi.

Amma ve lâkin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendimden emin bir sesle “Hayırlı akşamlar” dedim.

Sene: 1995

Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.

Fenâ hâlde kal geldi yâni…

“Ama bu iş bizi bozar” dedim.

Baktım o da bana bakıyor, “Bu iş tamamdır” dedim.

Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle “Selâm” dedim.

Sene: 2006

Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni…

“Oğlum bu iş bizi kasar” dedim, “Fenâ göçeriz” dedim, enjoy durumları yâni.

Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik...

“Sarıl oğlum” dedim, “Bu manita senin.”

“Hav ar yu yavrum?”

Sene: 2016

Ven ay vaz si hör; ben çok sürprays yâni öyle işte birden…

“Hayy! Beybi…” dedim ona ama ben “Ay dont nowww” yani âbi yaa…

Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita..

“Offff beybiiiii… Offffffff layf iz superrrrrr yaaaa...”

Son halimize söylenecek tek kelime var;

“Anladımsa Arap olayım…”

TABLO

Şu anket tablosuna bakın.

%37.1 Erdoğan.

%47.5 Muhalefet adayı.

%9.4 Kararsız.

%6.1 Oy kullanmayacaklar.

Hala “Kararsızım” diyen var,

Hala “Oy kullanmam” diyen var.

Bu tablo CHP’nin yaptırdığı son anketmiş.

Memleket rayından çıkmış,

Öcalan hapisten çıkmış,

Teğmenler disipline çıkmış,

Trump koltuğa çıkmış,

İsrail Müslümanların tepesine çıkmış,

Zincir marketler, dar gelirlinin sırtına çıkmış,

Teröristler sınırımıza çıkmış,

Yunanistan adalarımıza çıkmış,

İktidar tepemize çıkmış,

Faiz, altın, döviz ayyuka çıkmış,

Ortalıktaki toz, dumanın üstüne çıkmış,

Hanımefendiler, beyefendiler hala “Kararsızım” diyerek bekliyor.

Hala “Oy vermem” diyor…

Siz hangi memlekette yaşıyorsunuz allasen?

Daha ne bekliyorsunuz karar vermek için?

Uzaylıları mı getirelim?

Dünyayı yerinden mi oynatalım?

Mahalleyi mi yakalım?

Ne yapalım?

Allah aşkına bir tanesine sorsanıza;

“Ne bekliyorsun?” diye.

Demokrasi iyi bir şey belki ama bu tarafı da kötü.

Sözüm ona halk oy vererek sandıkta karar veriyor ama bir de şu taraftan baksanız;

“Aslında seçimi oy vermeyenler sonucu belirliyor…”

Yalan mı?

Geçenlerde kararsızların oyu tüm partilerin oylarından fazlaydı.

Siz düşünün artık.

Oy veremeyene cezayı vereceksin.

Madem demokrasi, al sana demokrasi.

“Öyle olmaz, böyle olur” diyeceksin, basacaksın cezayı.

Muhalefeti de yatırmak lazım yanına.

Şu tabloya bakıp utanç duyacağınıza, kıvanç duyuyorsunuz; “Erdoğan’ı geçtik” diye.

Yahu 23 seneden beri Erdoğan sizi yeniyor.

23 senede memleketi ne hale getirdi.

23 sene sonunda millet inler duruma geldi,

Pahalılık diz boyu,

Geçim diplerde,

Emekliler yerlerde,

Memurlar sokaklarda,

İşçiler grevde,

Doktorlar iş bırakmada…

Siz ne istiyorsunuz daha?

Ankete bakın.

Muhalefet olarak hala yüzde elliyi bulamamışlar.

Ayıptır, günahtır.

Siz böyle yaptıkça, iktidar da sizi elinde oynatıyor.

Oraya savuruyor,

Buraya savuruyor…

Önünüze iki gündem maddesi atıyor, “Hoppaaa!”

Yine kazanıyor.

Şimdi referandum var gözüküyor.

Öcalan’ı çıkarıp oylar toplanacak belli.

Siz ne yapıyorsunuz?

Dümen suyuna devam.

El artırmaya devam.

Kim akıl veriyor anlamıyorum…

“Turp” diyorlar,

“Heybe” diyorlar,

“Büyük” diyorlar.

Herkes karşı hamle bekliyor,

O da gele gele “Kırmızı kart…” geliyor.

Bizim oralarda şöyle denir sofradan kalkılırken;

“Allah artırsın,

Sofrayı kuran kaldırsın…”

Hiç şüpheniz olmasın;

“Sofrayı kuran, kaldırıyor”

Siz de öyle bakıyorsunuz arkadan…

Hayırlı bakmalar…

HANGİ REKOR?

Türkiye % 1172,86  

Macaristan  % 105,45  

Sırbistan  % 76,33  

Bulgaristan  % 73,07 

Estonya  % 71,26  

Romanya  % 70,50  

Letonya  % 70,13  

Polonya  % 70,05  

Litvanya  % 68,57 

Slovakya  % 65,88  

Arnavutluk  % 61,42  

Makedonya  % 53,36  

Çekya  % 51,13  

Hırvatistan % 51,12  

Karadağ  % 49,80 

Kosova  % 49,67  

Almanya  % 49,15  

Malta % 49,11 

İzlanda  % 45,47  

Slovenya  % 44,57

İsveç % 44,00  

İspanya  % 41,63 

Hollanda  % 40,46 

Avusturya  % 38,57 

Belçika % 36,66  

Portekiz  % 36,22  

Lüksemburg  % 34,31  

Norveç  % 33,67 

Fransa  % 33,04

Şöyle bir tablo önünüze gelse ne dersiniz?

Yani neyden bahsediyordur?

Zira dünya ülkelerinin listesi var ve Türkiye açık ara farkla birinci.

Üretimde mi?

İhracatta mı?

Eğitimde mi?

Sanayide mi?

Ulaşımda mı?

İletişimde mi?

Sağlıkta mı?

Sizce neyi ifade ediyor bu rakamlar?

Balkan ülkeleri hemen peşimizde,

Avrupa Birliği ülkelerini kat be kat sollamışız.

Bir liderlik söz konusu olduğu ortada ama ne?

İşte bu bir kıskançlık tablosu.

Hepsi bizim arkamızda.

Biz lideriz, en öndeyiz.

Ama durum sandığımız gibi bir başarı tablosu değil,

Tablo; Türkiye gıda fiyatları enflasyonunu gösterir tablo.

Bizim açık ara şampiyonu olduğumuz acı bir tablo.

İşin kötüsü şu;

Türkiye Birinciliği 10 yıldır kimseye kaptırmıyor.

Son haber şu;

4 Milletvekili ve 20 belediye başkanı Şubat ayında yapılacak kongrede AKP’ye katılacakmış.

Bravo!

İşte buna “Taşın altına elini koymak” denir.

“Başkasından alınan oyun, başka tarafa nakliyesi” denir.

Desenize tarih kitapları ileride çok şeyler yazacak, sayfalar almayacak…

BİZ BUNU NEDEN YEDİK?

Bu hikâyeyi bilmeyeniniz yoktur belki.

Aziz Nesin hikâyesidir.

Bu hikâyeyi tiyatro oyunu olarak sahnede de oynamışlığım vardır.

Çok severim, çok şey anlatır.

Önce size aktarayım, sonra nedenini yazacağım.

Ağa ile marabası, at arabasıyla kasabaya gidiyorlarmış.

Yolda bir öbek sığır tersi (b.ku) çıkmış karşılarına…

Zaten çok muzip olan Ağa, marabasına “Bu sığır tersini yersen, bu arabayı sana veririm” demiş.

Maraba düşünmüş taşınmış ve sığır tersini zorlanarak da olsa yemiş ve at arabasının yeni sahibi olmuş.

Köylüsünün tersini yiyeceğini düşünmeyen ağanın yüz düşmüş, canı sıkılmış.

Biraz gittikten sonra bir sığır tersi öbeğiyle daha karşılaşmışlar.

Ağanın pişman olduğunu fark eden köylü, “Ağam, bu pisliği yersen, arabayı sana geri veririm'' teklifinde bulunmuş.

Arabayı geri alma fırsatını yakalayan ağa, zorlanarak da olsa sığır tersini böğüre böğüre yemiş ve arabasını geri almış.

Biraz gittikten sonra köylü dönüp ağasına “Ağam, bu araba senindi, şimdi yine senin. Peki biz bu boku neden yedik?” diye sormuş.

Şimdi gelelim asıl konuya.

Çanakkale’nin merkezinde bir devlet hastanemiz vardı.

Küçük nüfusumuza yetiyor ve kaliteli bir hizmet veriyordu.

Derken bu iktidar, yeni bir hastane yapma kararı aldı ve hastaneyi kışın kurtların indiği, tilkilerin, ayıların dolaştığı bir yere yaptı.

Nihayetinde hastane merkezden başka diyarlara uçmuştu.

Yapımı sonrası daha başında merdivenlerle ilgili sıkıntılar, çatıdan akan yağmurlardan göle dönen servisler oluştu.

Halkın bu hastaneye ulaşımı ise berbattı.

Şikâyet üzerine şikâyet alındı.

Sonunda başa dönüldü ve merkeze hastane yapılma kararı alındı.

Yani Ağa arabasına kavuştu.

Olay bu kadar.

Anlayan anladı…

ÖĞRENMENİN ŞEKLİ

Olaylar yaşanır, insanlar ders alır, öğrenir ve bu dersler insan ömrüne bir yol haritası çizer.

Okumak da aynı şeydir.

Kuran-ı Kerimin ilk cümlesi “Oku” değil mi zaten?

Misal;

İncil “Sev” demiş,

Tevrat, “Yaşat” demiş.

Müslümanlar, okumamış ve hala okumuyorlar.

Hristiyanlar, sevmemiş ve hala sevmiyorlar.

Yahudiler, yaşatmamış ve hala yaşatmıyorlar…

Neyse bırakalım şimdi bunları ve günü öğrenmeyle ilgili hoş bir hikaye ile kapatalım ne dersiniz?

Bir üniversitenin kütüphanesinde delikanlı, kızın masasına yaklaşarak sessizce sorar:

“Yanınıza oturabilir miyim?”

Kız, yüksek sesle yanıt verir:

“Gecemi sizinle berbat etmek istemem!..”

Kızın sözlerini kütüphanedeki herkes duymuş, başlarını kaldırmış, dik dik ayakta duran delikanlıya bakmaktadırlar...

Delikanlı çok utanmıştır ve hiçbir şey diyemeden, şaşkın şaşkın kendi masasına geri döner...

Birkaç dakika sonra kız yerinden kalkar, delikanlının masasına yaklaşır ve ona fısıldayarak şöyle der:

“Ben psikoloji öğrencisiyim; demin, şaşıran bir erkeğin nasıl tepki vereceğini öğrenmek istemiştim. Bu arada sizi de herkesin önünde biraz utandırdım sanırım, özür dilerim!...”

Bu kez delikanlı onu yüksek sesle yanıtlar:

“Ne! Bir geceliğine 200 dolar mı? Çok para!”

Delikanlının dedikleri kütüphanede yankılanır.

Herkes duymuş ve ayaktaki kıza dik dik bakarlar.

Delikanlı şok geçirmiş kızın kulağına yaklaşıp şöyle fısıldar:

“Ben de hukuk öğrencisiyim: birini çevreye suçluymuş gibi nasıl gösterebilirim onu öğrenmek istemiştim, özür dilerim!”