Bizim Gülay hatun tutturdu “Termal otele gidelim de, gidelim.”
Neymiş, “Annemi de alırmışız, onun ağrılarına iyi gelirmiş.”
.Akşam eve gittiğimde önce alt katta oturan anneme uğrarım bilirsiniz.
“Nasılsın annem?” diye sorduğumda, “Çok ağrılarım var oğul, Gülay dedi ki ‘Termale gidersem ağrılarım azalırmış’ Ben de ‘Akşama gelince söylerim Rüstem’ime, götürürse götürür, götürmezse canı sağ olsun’ dedim…”
Kanımca bu resmen kadın dayanışması.
Belli ki Gülay, annemi fişfişlemiş.
Doldurmuş, bana karşı koz olarak kullanmış.
Hepsini adım gibi bildiğim halde, “Bu budur” diyemiyorsun.
İnkâr müessesesi hızlı çalışır kadınlarda, maazallah altta kalırsın.
“Olur anacığım, sen iste yeter ki” diyebildim mecburen.
O saatten itibaren hazırlıklar başlandı evde.
Ben karışmıyorum, karışırsam ortalık karışır.
Kadın kısmışı ne derse o.
Sanki dediğimi yapacakmış gibi bir de bana soruyor;
“Aşkım… Havuza giderken ne giyeyim?”
“Havuzdan çıkınca ne giyeyim?”
“Akşam yemeğinde, öğle yemeğinde, akşam çayında, sabah kahvaltısında…”
Liste uzadıkça uzuyor.
“Bir kazak, bir kot pantolon al, bir de bornoz alsan tamam aslında” diyeceğim de cesaret edemiyorum.
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” diyerek açar ağzını, “Millet şıkır şıkır elbiseler giyerken ben mahalle kızları gibi mi giyineyim?” diyerek kapar.
Annemin bavulu hariç 3 bavulla yola çıktık.
Anneme sordum arabayı kullanırken; “Anne sen ne eşyası aldın öyle?” diye
Cevapladı; “Havuza giderken ne giyeceğim, çıkarken ne giyeceğim? Akşam yemeği, sabah kahvaltısı…”
“Tamam anne” dedim, “Anladım, anladım…” diyerek sustum.
Yahu 80 yaşını geçmiş kadın bile her aktivite için ayrı elbise tasarlıyor, gerisini siz düşünün artık.
Gülay’ın rezervasyonlarını yaptığı otele geldik.
Her şey iyiydi.
Bizi kapıda karşıladılar, bavullarımızı odalarımıza götürdüler.
Şunu her zaman derim; “Bu kadar ilginin bir karşılığı muhakkak vardır” diye.
Odamıza gidince sordum;
“Gülay’cığım, biz kaç para verdik bu otele acaba?”
“Anladım ne demek istediğini” diyerek yüzüme baktı, “Kocacığım bu kadar hizmeti bedava yapacak halleri yok herhalde” dedi.
“Elbette ‘Bedava olsun’ demedim zaten de, kaç para diye sordum sadece.”
Hemen lafı karıştırdı;
“Kocacığım biradan öğle yemeğine ineceğiz, ne giyeceksin?”
3 gün kaldık o otelde ve inanın otele ne kadar para verdiğimizi öğrenemedim.
Kadın milleti başka canım.
Dönüş yolculuğumuzda soruyu tekrarlamaya kalksam da lafı ağzıma tıkadı; “Anneme termal suları iyi geldi, yine gelelim değil mi anneciğim” dedi.
Annem altta kalır mı?
“Tabi benim güzel gelinim. İyi ki getirdin beni buralara. Azıcık yorucu ama değdi doğrusu, ağrılarım kalmadı” diye cevapladı ve ekledi; “Allah senden razı olsun, kesene bereket oğul” dedi annem.
İyi de Allah kesemize ne kadar bereket verdi bilemedik.
Zira Gülay hiç söylemedi ve ne zaman sorsam lafı değiştirdi.
Eve döndüğümüzün ertesi günü kahveye gittim.
Bizim Eşref ağabey beni görünce “Hayrola Rüstem kaç gündür yoksun ortalıklarda” diye sorunca, “Hiç sorma ağabey, Annem ve eşimle termal otele gittik, 3 gündür oradaydım” dedim.
“Ooo! Epey paran var herhalde. Nerden baksan geceliği 6 bin liradan başlar oraların tek kişilik fiyatları. Ama olsun değer tabi, ailenle olunca…” der demez beynim şimşek çaktı tabi.
O an Gülay’ın neden lafı karıştırdığını anladım…
Desenize gitti bizim paracıklar.
MOR CEPKEN
Yörük Kadını yaşlanıp iyice deneyim kazanınca “Kezbence” olurmuş adı.
Nereden mi biliyorum?
Sosyal medyada karşıma çıkan bu yazıdan.
Size aktarmadan edemezdim doğrusu.
O oymağın bilge kişisi, akıl danışılanı olurmuş “Kezbence.”
Göçebe yörüklerinin kadınlarına tanıdığı yüce bir hakmış meğer mor cepken.
Erkeklerin ise korkulu rüyası olurmuş.
“Mor Cepken”, Karacaoğlan türkülerinde geçermiş.
Günümüzde Ege, Muğla, Antalya ve Toros Yörüklerinde yaşlı kadınlar tarafından hâlâ bilinirmiş.
Yörük kızlarının çeyiz bohçasına kenarları sarı sırmalarla işlenmiş, yelek biçiminde, mor renkli bir giysi olarak önce konurmuş bu “Mor Cepken…”
Yörük kızları sevdikleriyle evlenirlermiş.
Başlık parası gibi alışkanlıkları hiç olmamış.
“Mor Cepken” evlilikte;
Yeri, zamanı geldiğinde darda kalan Yörük kadınının, erkeğine karşı kullandığı bir boşanma özgürlüğünün simgesi olmuş.
Mor renk ihanete uğramış, aldatılmış, aşkın rengiymiş.
“Mor Çatı” adı oradan gelirmiş.
“Bizler dünyaya Mor Cepken’i yeterince tanıtabilseydik 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü ‘Mor Cepken Günü’ olarak kutlardık” deniyor.
Evli yörük kadını, ihanete uğrayınca ya da kocası tarafından aşağılanıp dövülünce, bir şekilde Mor Cepken’i giyip herkesin görebileceği bir yere otururmuş.
Bu “Ben bu herifi boşadım” demekmiş.
O zaman akan sular durur, herkes işini gücünü bırakır, Masal anaları ile doğum ebeleri “Mor Cepken” giyen kadının çevresini alırlarmış.
Boşadığı kocası ise evinden dışarı çıkamaz, kahveye gidemez, kimse yüzüne bakmazmış.
Çünkü; Büyük ödün verip de karısına Mor Cepken’i çıkartamazsa ömür ömüre dul kalacakmış.
Kimse ona dul-şaşı kızını bile vermez. Körocak olarak kalırmış.
Göçebe Yörüklüğünün kadınına tanıdığı hakka, özgürlüğe bakın siz!
1800 yılların sonlarında Nazilli kasabasının Aydın dağlarında, dağa çıkarak kadın hakları için savaşan “Gizemli Kadın Efe” de bunlardan biriymiş meğer.
Ege yöresinin unutulmaz bir eriymiş.
“Mor Cepken”, Ege efelerinin giydiği bir giysi olmakla beraber, buralarda efelik kadın-erkek işi değil, yürek işiymiş.
Kybele, Artemis ve Tahtacı Yörüklerinden bu yana “Kadın baş tacıymış” bu topraklarda...
MÜJDAT GEZEN ve AYŞEN GURUDA AŞKI
Ayşen Gruda ve Müjdat Gezen ile röportaj yapılıyor:
“Yıl, 1963... Yer, Muammer Karaca Tiyatrosu... ‘Şeş Beş’ oyunu için oradasınız... Birbirinizi ilk kez gördüğünüz an?”
Ayşen Gruda:
“‘Ne komik adam ya!’ dedim...”
Müjdat Gezen:
“Ben de ‘Ne güzel bir kız’ diye düşündüm...”
“Müjdat Bey, 13 yıl önce hayatınızı anlatan bir kitap yazdınız. Ve eski aşklarınızdan birini ‘G.A’ kod adıyla verdiniz. Onun Ayşen Gruda olduğu iddia edilmişti o dönem... Siz gerçekten aşk yaşadınız mı?”
Müjdat Gezen:
“Evet. Eh nişanlandık da sayılır aslında…”
“Sonra ne oldu?”
Müjdat Gezen:
“Ne olacak, askerdeyken Ayşen’e sinirlenip alyansı helaya attım. (gülüyor)”
“Adım adım gidelim... Nasıl başladı aşk?”
Ayşen Gruda:
“Dur Müjdat! Ben anlatacağım bu kısmı. Biz 1963’te tanıştık ve bir sene aynı oyunda oynadık. Ama arkadaşız yani... Sonra Müjdat askerlik için İskenderun’a gitti... Daha dün gibi hatırlıyorum; Saraçhane’de, yolda yürüyorum, Müjdat asker iznine gelmiş. Arkamdan ‘Deli, deli!’ diye bağırıyor. ‘Bir yerde çay var, gidelim mi?’ diye teklif etti. E gidiş, o gidiş... Flörte başladık Hakan’cığım. Sonra izni bitti ve askere döndü. Bir görsen, bana kilolarca aşk mektubu yazardı.”
Müjdat Gezen:
“Ama bunun karşılığında ne oldu? Bir gün Ayşen bana, ‘Ben başkasıyla evleniyorum’ dedi!”
“İlişkinin en derin yerinde neden terk ettiniz Müjdat Beyi?”
Ayşen Gruda:
“İntikam için! Aslında, çocukça bir şey diyeyim. Bu yine askerden izne geldi; ‘Yasak Sokaklar’ isminde bir film çekiliyor ve Müjdat da orada asistan. Bir gün baktım ki filmde oynayan Pervin Par’ın kirpiğini takmış, kıyafetlerini giymiş, taklitler yapıyor. Çok sinirlendim. Neden başkasının elbiselerini değil de Pervin’inkileri giyiyor diye...”
Müjdat Gezen:.
“Pervin’e de Allah rahmet eylesin!”
Ayşen Gruda:
“Ay ay, öldü mü Pervin Par?”
Müjdat Gezen:
“Evet.”
Ayşen Gruda:
“Güzel kadındı... Neyse hikâyeye döneyim; bu duruma ben çok kızdım.
Üst kata çıktım, ağladım, ağladım... Hatta oyuncu arkadaşlar ‘Müjdat’ı dövelim mi?’ dediler. İstemedim tabii. O yeniden askere gittikten sonra ben de evlenmeye karar verdim. Bunu duyan Müjdat, bana okkalı bir mektup yazdı... Zaten bizim aşkımızın yüzde 90’ı mektuptu…”
“Hiç mi temas olmamıştı aranızda?”
Ayşen Gruda:
“Aa! Daha neler!”
Müjdat Gezen:
“Yalnız bir şey söyleyeyim; Ayşen’in bende bikinili fotoğrafları vardı... Foto Esmer’de çekilmiş... Askerdeyken göndermişti, jest olsun diye (gülüyorlar).”
“Çapkın mıydınız?”
Ayşen Gruda:
“Çapkındım ama gözlerim fıldır fıldır değildi. Hayatımda biri varken hayatımda sadece o vardır... Benim için önemli olan cerbeze...”
“Nedir o?”
Ayşen Gruda:
“Beni güldürebilen erkeği severim... Kabak gibi oturanı sevmem…”
“Daha sonra birçok projede birlikte rol aldınız. Birbirinize karşı bir daha bir şey hissetmediniz mi?”
Ayşen Gruda:
“Ay tutturdun be aşk, aşk! Bizi burada evlendireceksin! Biz çok iyi arkadaş olduk. Müjdat da evlendi. Aramızda ne kin ne de nefret kaldı…”
“Birbirinizi nasıl anlatırsınız?”
Müjdat Gezen:
“Bütün kadın komedyenlerle çalıştım. Ama Ayşen kadar yaratıcı olana rastlamadım. Çok iyi dostuz. İş yoksa bile hâlâ geceleri telefonlaşır, sanat ve Türkiye meselelerini konuşuruz.”
Ayşen Gruda:
“Müjdat’ın insanlara belli etmeden yardımcı olan bir tarafı var. Herkesin burun kıvırabileceği oyunculara daima rol vermiştir. Mesela Lale Oraloğlu... Ne güzel oldu, bir oyunda oynadı.”
“Kimsenin bilmediği bir anınız var mı?”
Müjdat Gezen:
“Bu anlattıklarımızı zaten ilk kez paylaştık ama bir şey daha var: Yıllar önce ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ oynuyoruz. Kamer Genç, o dönem çapkınlık yaparken yakalanıyor ve gazetecilerin ‘Neredeydiniz’ sorusuna ‘Çiçek suluyordum’ diyor... O sırada Ayşen’le Ateşböceği Ercan karı-kocayı oynuyorlar. Ayşen oyunda kocasına ‘Neredesin?’ diye soruyor, Ercan da doğaçlama olarak ‘Çiçek sulamaya gittim’ diye cevap veriyor. Ortalık yıkılıyor. Ayşen buna cevap veremedi ya uykuları kaçıyor…”
MERAK ETMEYİN
Adamın biri polisi aramış;
“Karım alışverişe gitti. Dönmedi. 8 saat oldu. Ne olur onu bulun!” demiş.
Görevli polis sormuş:
“Karınızı tarif eder misiniz?”
Adam anlamamış “Nasıl yani?”
Polis: “Boyu ne kadar ?”
Adam: “Ne bileyim, bazen yüksek topuk giyer beni geçer, evde yalınayak benden kısa.”
Polis: “Göz rengi?”
Adam: “Bilemem, bazen yeşil bazen mavi lens takar, aslında galiba ela…”
Polis: “Saçı ne renk?”
Adam: “En zor soru. Her hafta başka bir renk desem?”
Polis: “Üzerine ne giymiştir?”
Adam: “Hiç dikkat etmedim valla…”
Polis: “Peki arabayla mı gitmişti alışverişe?”
Adam: “Evet! Siyah Audi R8, süperşarj 3.5 litre V6 silindirli motor, 290 beygir.
İçi geyik derisi taba renginde, LED farları var, sağ kapıda görünür görünmez hafif bir çizik var.”
Polis: “Tamam tamam beyefendi, hiç merak etmeyin arabanızı bulacağız!”