"Ülkemizin iyi yöneltildiğini" söyleyen kaldı mı?

Kalmadı.

Kim kaldı?

"İyi yönetilmiyoruz ama iyi yöneticiler var" diyenler kaldı.

Peki kim bu yöneticiler?

Ekonomistler…

Kim bu ekonomist?

Devlet Bahçeli…

"Yanlış yazdın galiba?" demeyin.

Açın bakın Wikipedi'ye.

Şöyle yazıyor:

"Devlet Bahçeli (d. 1 Ocak 1948, Osmaniye), 1997'den beri aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi'nin Genel Başkanı olan Türk akademisyen, ekonomist ve siyasetçidir."

Neymiş?

Ekonomist.

Bugün ülkeyi yönetmek için ekonomist olmaya gerek yok.

Neden?

Çünkü sokaktan geçen her hangi biri ülkeyi daha iyi yönetir.

Peki nasıl yönetiliyormuşuz?

Ekonomiden bahsetmeyerek.

Nasıl mı?

Son 2 haftadır siz hiç "Ekonomiden bahsedildiğini duydunuz mu?"

Haber başlıkları şöyle:

Beşiktaş Belediye başkanı,

İmamoğlu davası,

Otel yangını…

Başka konu var mı?

Yok.

İşte ekonomi böyle yönetilir.

Adını anmazsan, andırmazsan, bahsetmezsen ekonomi iyi gider.

Halk ne zaman anlar?

Çarşıya pazara gittiğinde…

Ama sonra unutur.

Zaten vatandaş sandığa gittiğinde de bu günleri hatırlasa, neler olur da.

İşte öyle olmuyor.

Burada balık hafıza devreye giriyor.

Unutuluyor.

Yüzde 45 oy çıkıyor.

Dedim ya; Ekonomist olmaya gerek yok, iyi bir siyasetçi ol yeter...

5 YILDIZLI OTELDEKİ ÖNLEM!

Gündemin en önemli konusu:

Yangın!

Sebebi Kartalkaya'daki otel yangını.

Herkes bir suçlu ararken otel iç mimarı olan Suat Çelik sosyal medyadan bir paylaşım yaparak otellerdeki yangın önlemlerinden bahsetmiş.

Şöyle anlatmış:

"Bilenler bilir; ben bir otel iç mimarıyım. Batum'da yıllarca bir sürü 5 yıldızlı otel inşaatlarında uygulamacı teknik personel olarak görev yaptım."

"Çalıştığımız projelerde en önemli konu yangın önlemleridir;

Odaların girişlerinde 'A sınıfı' 60 dk boyunca alev almaz kapılar zorunlu olarak  (bazı pahalı otellerde 120 dk) takılır.

Bu kapılar aynı zamanda duman da geçirmez özelliktedir.

Fitilleri yanmaz veya erimez malzemeden imal edilir.

Kasa kapısı gibi ağır olur."

"Odaların içinde hem 'Alev ve duman' ikaz alarmı, hem de alev söndüren yangın muslukları bulunur.

Bu sprinkler sistemlerinin 68 derece sıcaklıkta ucundaki cam patlayarak 12 m² alana su fışkırtır, herhangi bir insan müdahalesi beklemez.

Oda büyükse iki tane veya üç tane takılır. Bu su depodan direk gelir, şebeke ile alakası yoktur."

"Odadan odaya borulardan alev geçmesin diye tesisat için açılan delikler alev almaz kırmızı silikon ile körlenir."

"Elektrik tesisatında halojen free (alev almaz kablo) kullanılır. Hatta kablo kanalları da tutuşmaz ve duman çıkartmaz özelliktedir."

"Tüm koridorlarda tavanlarda çıkış (EXIT) yazıları bulunur. Bunlar elektrikli değil, şarjlıdır. Alev vurup eriyene kadar görevlerini yaparlar. Koridorlarda aynı zamanda zeminde acil durum aydınlatmaları da olur. Yangın anında duman önce tavana yükselir, sonra zemine çöker. Bu yüzden tahliyeler her zaman zeminden sürünerek yapılır. Koridor halıları bile kolay alev almaz özelliktedir. Hatta sigara külü düşünce kül kendi kendine söner."

"Yangın kaçış merdivenlerine 'iki adet' 120 dakika boyunca yanmaz kapıdan geçilerek ulaşılır.

Bu kapılar da duman geçirmez özelliktedir.

Yangın kaçış bölümüne büyük fanlar ile dışarıdan sürekli taze hava basılır. Dumanı ise ayrıca emilip dışarı üflenir.

Bu yangın merdivenlerinin duvarları alev almaz 'Pembe veya bordo' alçıpan ile çift kat yapılır.

Yangın kaçış merdivenlerinde asla eşya bulundurulmaz.

Kapılarda kilit olmaz!"

"Mutfaklar köpüklü yangın söndürme tertibatı ile donatılır.

Köpük, tutuşmuş yağı bile söndürecek kadar boğucu tipte tercih edilir."

"Tüm binalarda yüzlerce yangın tüpü bulundurulur."

"LPG'li araçlar kapalı otoparklara sokulmaz."

"Otellerin çevresi de 'Hidrant' dediğimiz, itfaiyelere su veren yangın muslukları ile donatılır."

"Bu kurallar tüm dünyada yönetmelikler ile uygulanır.

Ruhsat almadan önce bu binalar itfaiye ekipleri tarafından denetlenir.

En ufak hatada bile binaya açılma izni verilmez.

Bunca tedbirin maksadı toplu ölümlere engel olmaktır."

"5 yıldızlı otellerde konaklama bedelleri o yüzden yüksektir.

Bu para dekorasyona göre belirlenmez.

Bu yüzden lüx bir otelin 78 kişiye mezar olması akıl alır gibi değil!"

RENO

Konya'da bir araç sahibinin yayımladığı ilan Türkiye'nin en usta mizahçılarını bile gölgede bırakıyor.

Aracım 1977 model olup 1300 motor hacmine sahip bir yer uçağıdır (Benim gözümde).

Model yılının 83 yazdığına bakmayın, 83'ten aşağısını bilgisayar kabul etmedi. Onun için öyle yazmak zorunda kaldım.

Benim onu taşıdığım kadar o beni taşımamıştır.

ABS, Klima, Aırbag, Açılır Tavan, Alaşım Jant, Navigasyyon, Yol Bilgisayarı gibi özellikleri yoktur.

Fakat; Direksiyonu, Sigara Küllüğü, Yaylı Koltukları Ve Çakmaklığı vardır.

Açılıp kapanabilen camları ve kapı kolları çalışır durumdadır.

Komple orijinal olan aracımda aranırsa birkaç yerde lokal boya çıkabilir.

Hatta iyicene didik didik edilirse komple boyalı olduğu ortaya çıkabilir.

Yüzeysel boyaların yanı sıra bir kaç küflü bölgeye de rastlanılmıştır.

Aracımın rengi aslen eflatundur.

Fabrika çıkışı ise koyu yeşil ile cırtlak mor arası bir şeydir.

Bu boyalar zaten o dönemki Renoların orijinal boyalarıydı.

Bizim elimize geçtiğinde beyazdı.

Biz de daha sonra kanunlara uygun olsun diye ruhsattaki yazan renk olan eflatuna boyattık.

Fakat renk seçeneğinde aradım bulamadım.

Ona yakın bir renk olan Mor seçeneğinin işaretlemek zorunda kaldık.

Çorum kaloriferini 1 yıl önce başka bir araca taktırdığımızdan dolayı şu anda kaloriferi yoktur.

Fakat kışın yedek bir aküye bağlı olarak bir elektrikli battaniye iş görebilir.

Veya 2.5 litrelik bir kola şişesine sıcak su doldurarak belinize koyabilirsiniz.

İmkânlar olmayınca parlak fikirler artıyor haliyle.

İLGİNÇ HAYVANLAR

Ahtapotun anneliği hiçbir canlının anneliğine benzemezmiş meğer.

Süreç şöyle başlıyormuş:

Dişi Ahtapot çiftleşmeden sonra bir oyuk bularak oraya yerleşiyormuş.

Yumurtlamaya başlıyor ve yumurtlama işlemi bittikten sonra kuluçkaya yatarmış.

Yumurtalarını yuvanın tavanına çengelle asar gibi dizermiş ve yumurtalara devamlı su pompalayarak onların temiz kalmalarını sağlarmış.

Bu süreçte her ne pahasına olursa olsun yuvasını terk etmezmiş.

Yavrular yumurtadan çıkmadan önce açlığa dayanamazsa, birkaç kolunu yer ve bu şekilde tüm yavrular yumurtadan çıkıncaya kadar hayatta kalarak yumurtalarını korurmuş...

Ancak uzun süren kuluçka dönemi onu aç ve bitkin bırakır, tüm yavrular yumurtadan çıkınca kendi yuvasında dramatik bir şekilde can verirmiş.

Hayata yeni başlayan yavrular için anne ahtapotun cansız vücudu, yaşama tutunmaları için iyi bir besin kaynağı olurken hiçbir dişi ahtapot yavrularının büyüdüğünü göremezmiş...

Kuzeybatı Avustralya'nın kurak bölgelerinde bulunan küçük fare benzeri keseli hayvanlar olan erkek "Kalutalar" semelparmış.

Yani çiftleştikten kısa bir süre sonra ölürlermiş.

Bu aşırı üreme stratejisi omurgalılar arasında nadir görülen bir şeymiş.

Bu şekilde ürediği bilinen sadece birkaç düzine varmış ve bunların çoğu balıkmış.

Siz hiç çiftleştikten sonra eşlerini öldüren hayvan biliyor musunuz?

Erkek Mantis Çekirgesi çiftleştikten sonra dişisine yem olur. Daha da korkuncu dişinin, çiftleşme devam ederken erkeği yemeye başlamasıymış.

Hayvan dünyasında eşini yiyen en popüler hayvanlardan biri Karadul Örümceğiymiş.

Dişi Sıçrayan Örümceklerin yalnızca bir kez çiftleşme şansı varmış.

Bu yüzden de çok seçici olularmış.

Erkekler, dişileri dans ederek ya da yerde titreşim oluşturarak ikna etmeye çalışırlarmış.

Dişisini bu danstan etkileyebilirse çiftleşebilir, ancak etkileyemezse dişisinin akşam yemeği olurmuş.

Dişi Anakondanın hamileliği 4 haftaya kadar sürermiş.

Bu sebeple fazla hareket edemediği için çiftleştiği erkeği avlayarak açlığını giderirmiş.

Dişi Akrepler ise tek batında 100 kadar yavru doğurabilirmiş. Doğurma sürecinde çok fazla zaman ve enerji harcadıklarından dişiler, yanlarında kalan erkekleri yiyerek enerji eksiklerini giderirlermiş.

Ah! Ah!

"Bir hilal uğruna ne güneşler batıyor!"

KEHANET

2 Şubat 1905’te, Saint Petersburg’da, Rus asıllı filozof ve yazar Alissa Zinovievna doğdu.

Edebiyat dünyasında Ayn Rand adıyla tanınan bu isim, şu sözleriyle dikkat çekti:

“Bir gün;

Hiçbir şey üretmeyenlerden izin almadan bir şey yaratamayacağını fark ettiğinde;

Para akışının mal veya hizmet üretenlere değil, sadece ayrıcalıklarını kullananlara yöneldiğini gördüğünde;

Birçok kişinin çalışarak değil, yolsuzluk ve etkilerle zenginleştiğini anladığında;

Yasaların seni onlardan korumak yerine, onları senden koruduğunu fark ettiğinde;

Yolsuzluğun ödüllendirildiğini ve dürüstlüğün bir fedakârlık haline geldiğini keşfettiğinde;

İşte o zaman, toplumunun mahkûm olduğunu tereddütsüz bir şekilde söyleyebilirsin.”

Bu sözler, zamana meydan okuyan bir gerçeklik gibi yankılanıyor, adeta mermer üzerine işlenmiş bir uyarı niteliğinde.

Anlayana sivrisinek sazı,

Anlamayana biber gazı…

RESTORAN

“Restoran” kelimesi nereden geliyor?

Bilmem merak ettiniz mi?

Bence siz de benim gibi pek merak etmemişsinizdir.

Ama bu yazıyı sosyal medyada görünce merakla okudum ve ilginç geldi tabi.

Siz de okuyun bakalım ilginç bulacak mısınız?

Her şey; 1765 yılında Paris’te, Dossier Boulanger adında bir çorbacının (et suyundan yapılan bir çeşit çorba) yer açmaya karar vermesiyle başlamış.

Mekânın girişine şu Latince ifadeyi içeren bir tabela asmış:

“Venite ad me vos qui stomacho laboratis et ego restaurabo vos.”

Yani;

“Midesi yorgun olanlar, bana gelin, sizi yenileyeceğim.”

O dönemde Parislilerin çoğu Latince bilmezmiş, ancak bu mesaj büyük bir etki yaratmış.

“Restorare” kelimesi, orijinal anlamıyla “Yeniden güçlendirmek, yeniden sağlığa kavuşturmak” demekti ve buradan hareketle yemek yenilen tüm bu yerlere "Restoran" adı verildi.

Boulanger sadece müşterilerini doyurmakla kalmamış, kendi yaptığı tatlılarla da onları adeta büyülemiş.

Tatlıları o kadar ünlendi ki, adına atfen ekmek yapılan yerlere "Boulangerie (fırın)" adı verilmeye başlanmış.

Evet, bugün Fransa’daki “Boulangerie” kelimesinin kökeni de Boulanger’e dayanıyormuş meğer!

Kısa sürede restoran konsepti yaygınlaşmış ve daha önce yalnızca krallara, soylulara ya da bakanlara hizmet eden ünlü şefler, ya kendi mekânlarını açtı ya da ilk "Restoratör" adı verilen girişimcilerle çalışmaya başlamış.

Bu terim sınırları aşarak 1794 yılında Atlantik’i geçmiş.

Fransız Devrimi’nden kaçan bir Fransız mülteci olan Jean Baptiste Gilbert Paypalt, Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk Fransız restoranını Boston’da kurmuş: "Julien’s Restorator."

Böylece “Restoran” kelimesi Amerikan kültürüne girmiş.

Ancak kelimenin kökeni kadar, taşıdığı anlam da evrensel bir mesaj barındırıyormuş.

"Restorasyon", Ruhları, yüzlerdeki gülümsemeyi, sağlığı yeniden yerine getirmek anlamını taşımış…

Her aşçı, garson veya restoran sahibi bu asil misyonun bir parçası olmuş.

Bu hikâye bizi daha geniş bir düşünceye davet ediyor aslında.

Hangi işi yaparsak yapalım, hepimiz bir şeyler “Sunuyoruz.”

İster bir koruma, ister bir yardım eli, isterse küçük bir gülümseme…

Hepimiz bir şekilde birilerini yeniden güçlendirebilir, yeniden umut verebiliriz.

Anlatım burada biterken şunu soruyor bize:

"Peki siz, bugün neyi veya kimi restore ediyorsunuz?"