Bazen bir gazete haberi bile tüm yaşananların özetini ortaya koyabiliyor.

Haber şu:

“Dersim’in Ovacık ilçesinde ve Diyarbakır’ın Tepekonak köyünde onlarca öğrenci, okulda öğretmen olmadığı için yeni eğitim dönemine başlayamadı. Yaşananlara tepki gösteren veli, ‘Sınıf öğretmeni bulamıyoruz’ dedi.”

.

Birden içiniz burkuldu değil mi?

Anadolu’muzun minik ve istekli öğrencileri öğretmenlerinin olmadığını görünce sizce neler yaşamıştır?

Sabah yataklarından erkenden kalkarak, okul kıyafetlerini giyip, o heyecanla okula koşturan minik yavrular öğretmen olmadığını görünce ne hissetmiştir?

Çocuklara bu çöküntüyü yaşatanlar!

Ne düşünüyorsunuz?

Merak ediyorum.

.

Her yıl eğitim sistemini değiştirmek için çaba gösterenler, bu çocukları da biraz düşünmek aklınıza gelmiyor mu?

.

Vicdanınız sızlamıyor mu?

.

Dahası var.

.

Yaklaşık 20 bin köy okulunu kapatıp öğrencileri taşımalı eğitime mecbur bırakan iktidar ne yaptı?

.

Milli Eğitim Bakanlığı, her yıl olduğu gibi bu yıl da köy minibüs şoförleriyle anlaşma yapmak için ihaleye çıktı.

Ancak, Erenköy, Dümrek, Kalabak, Halileli ve Çıplak köylerindeki minibüs şoförleri, ihale şartlarının kendileri için uygun olmadığını belirterek ihaleye katılmadı.

.

İktidarımız her yönde tasarrufu düşünürken köy çocuklarını da es geçmemiş demek ki.

Sisi’yi uğurlamaya giderken kilometrelerce konvoy düzenleyenlerin aklına gelmeyen tasarruf, nedense gele gele köy çocuklarının taşımalı sistemine gelmiş.

.

İşte 2 haber, işte Türkiye’nin hali.

.

Tabi haberler bununla da bitmiyor.

Geçen bizim gazetede vardı manşetten vermiştik.

“Çanakkale Boğazı’nı birbirine bağlayan 1915 Çanakkale Köprüsü’nün devlete olan zararı açıklandı. Yıllık 16 milyon 425 bin araç garantisi verilen köprüden sadece 3 milyon 336 bin araç geçti.”

.

“Köprü yaptık” diyerek övünenlere şunu rahatlıkla derim:

“Böyle paraya, böyle garantiye, böyle köprü yaptıktan sonra babam bile yapar…”

.

Oturup hesap yapıyorsunuz.

İstatistiklerle “boğazdan araç geçiş miktarı” belirliyorsunuz.

Hiçbir şey yapamasanız bile, oraya bir adam dikseydiniz yıl boyunca arabaları saysaydı geçen araba miktarını bulmak daha kolaydı.

.

“Oğlum İsmail buraya bir köprü yapsak, günde kaç araç geçer sence?”

İsmail cevaplar;

“Günde 40 bin araç geçer…”

Diğeri hayretle sorar; “Vallahi mi?”

İsmail: “Vallahi, billahi… İki gözüm önüme aksın ki…”

Diğeri; “Yazın o zaman sözleşmeye; ‘Günde 40 bin garanti araç geçiş ücreti ödenecek’ diye…”

.

Sonra ne olmuş?

Yılda, 16 milyon 425 bin araç garantisi verilen köprüden sadece 3 milyon 336 bin araç geçmiş…

.

“Hişşt İsmail bu hesap ne oğlum?”

“Ne hesabı?”

“Oğlum hani günde 40 bin araç geçecekti? Geçe geçe 9 bin araç geçmiş?”

“Kaydırma yapmışım galiba…”

“Oğlum bu hesaba göre yılda tam 281 milyon Euro zarar edeceğiz. Bu parayı 25 seneye vurursak?”

“Ben hesap edemedim.”

“Evladım 40 bin dememişmiydin?”

“Kesin bunu dış güçler demiştir onların oyunudur bu, sakın inanmayın…”

“Olur...”

 

JULIA

Julia Butterfly Hill’i tanır mısınız?

Ben tanımam.

Sizlerin de tanıdığını hiç zannetmiyorum.

Peki ne zamana kadar?

Ta ki sosyal medyada karşıma çıkıncaya kadar.

.

Yaptıklarını okuyunca bizim verdiğimiz hayat savaşının bir anlamı olmadığını anlıyorsunuz ve “Ne hayatlar var” diyerek saygı duyuyorsunuz.

.

Çok fazla meraklandırmadan yazayım size bu kızı.

.

Julia Butterfly Hill, 1974 yılında Mount Vernon, Missouri’de dünyaya gelmiş.

Küçük yaşlardan itibaren doğa ile iç içe zaman geçiren bir çocukmuş.

Henüz 6 yaşındayken bir aile gezisi sırasında parmağına konan bir kelebek sonucunda “Butterfly” lakabı ile anılmak istemiş ve nitekim de öyle olmuş.

.

Liseden sonra Arkansas Eyalet Üniversitesi’nde işletme yönetimi, pazarlama ve reklamcılık okumuş.

18 yaşında da bir restoran açarak ticarete atılmış. Ancak 22 yaşında ölüm ile yüz yüze gelmesi hayatının dönüm noktası olmuş.

Sarhoş bir sürücünün sebep olduğu bir kaza neticesinde ağır bir biçimde yaralanmış ve takip eden rehabilitasyon yılı boyunca normal bir şekilde konuşmayı ve yürümeyi öğrenmek zorunda kalmış.

İyileşme süreci, hayatının önceliklerinin yeniden değerlendirilmesine yol açmış.

.

Zorluklar ve sürekli artan çevresel endişelerle dolu bir dünyada, Julia Butterfly Hill kalpleri fetheden ve değişimi ateşleyen önemli bir şahsiyet olarak ortaya çıkmış. Sarsılmaz özverisi ve dikkat çekici, neredeyse inanılmaz aktivizm eylemleriyle, adını tarih kitaplarına kazımış.

.

Julia, “Tek başıma ben ne yapabilirim ki?” diyen birçok kişiyi, sorgulamaya sevk ediyor.

.

İşte size Julia Butterfly Hill’in olağanüstü hikâyesi…

İnancın gücünü ve bir kişinin yaşadığımız dünyayı şekillendirmede nelere sahip olabildiğini örnekliyor.

.

Julia Butterfly Hill yaşadığı kaza dönemlerinde, bir grup doğasever Pacific Lumber Company tarafından antik sekoya ağaçlarının yok edilmesini protesto ederlerken, bu olaydan haberdar olan Julia, kendini çevre aktivizmine adamaya karar vermiş.

.

10 Aralık 1997’de o sıralarda 23 yaşında olan Julia Butterfly Hill, ses getiren bir eyleme başlamaya karar vermiş ve bunun için “Luna” adlı dev bir ağaca tırmanmış.

Ağacın dalları arasında yerleştirilmiş bir platforma girerek tam 783 gün boyunca bu ağaçtan aşağıya bir daha hiç inmemiş.

.

Ağaç, Pacific Lumber Company tarafından kesilme tehlikesiyle karşı karşıyaymış.

Ağacın kendisi 1000 yaşındaymış ve geçmişte bir yıldırım çarpmasına rağmen hayatta kalmayı başarmış.

.

O sıralarda “Earth First! Hareketi”, yaşlı ağaçların korunması gerektiğine dikkat çekmek için ağaçlarda oturma eylemleri yapıyormuş.

“Ormancılar ağacı kesemesin” diye sekoya ağacında kalacak birine ihtiyaçları varmış, o da Julia olmuş.

.

Başlangıçta, ağaca oturma protestosunun yalnızca birkaç hafta sürmesini beklenirken o, yerden 55 metre yükseklikteki sekoya ağacında iki yıldan uzun süre kalmış.

.

Bu süreçte hayatını gönüllülerin kendisine getirdiği su ve erzaklar ile devam ettirmiş.

.

Julia tek gözlü bir propan ocağında yemek pişirmiş ve bir uyku tulumunda uyumuş.

Sıcak, soğuk, hastalık ya da herhangi başka bir durum onu ağaçtan indirmeye teşvik etmemiş. Ağaçtan indirmek için helikopterler etrafını sarmış, öfkeli ağaç kesiciler onu taciz etmiş, etrafında lastikler yakılmış dumandan etkilensin diye.

Julia Butterfly Hill ancak ağacın kesilmesinden vazgeçilmesi durumunda aşağı ineceğini söyleyerek diretmiş.

.

Hill, eylemi boyunca güneş enerjili telefonlar aracılığıyla röportajlar vermiş ve büyük ilgi uyandırmış.

Hill’in hedefleri “Luna’yı korumak, bölgede ağaç kesmeyi yavaşlatmak ve geniş bir halk tabanında farkındalık yaratmakmış.” Aslında süreç içinde de bunların hepsini başarmış.

.

Sonunda 18 Aralık 1999’da, şirket pes ederek, ağaçları kesmekten vazgeçmiş buna karşılık 26 yaşında olan Julia ağaçtan inmiş.

Çünkü başarmıştı…

.

Hayatta başarmak için zorluklar çekmemiz gerektiğini biliyoruz ama yaşadığımız dünyada “Kurnazlıklar, uyanıklıklar, şeytanlıklar” yaparak, kısa yoldan başarıya ulaşmak için elimizden geleni yapmayı da ihmal etmiyoruz.

.

Günümüzde “Torpil, adam kayırma, particilik” gibi kısa yol tuşlarını kullanmak neredeyse moda olmuşken, amacı uğruna 55 metrelik ağaçta 2 yıl boyunca hiç yere inmeden ve sonuçta mutlu sona ulaşan bir genç kızdan ders almamız gerçeğini de bilmemiz gerekiyor.

.

26 yaşındaki genç bir kızın azminin onda biri bizde olsaydı keşke, neler yapardık…

 

SİSTEMLER?

Şu habere bakınca iç geçirmemek elde değil.

“Kent içi raylı sistemler sayesinde özellikle büyükşehirlerde yaşanan trafik sıkışıklığını çözdüklerinin altını çizen Bakan Uraloğlu, mega kent İstanbul’un yolcu yükünü omuzlayan Marmaray’ı 8 ayda 143 milyon 692 bin 146 kişinin kullandığını vurguladı.”

.

“Marmaray sadece Ağustos ayında 16 milyon 679 bin 354 yolcumuza hizmet verdi. İstanbul’daki diğer iki kent içi raylı sistem hattımız olan Sirkeci Kazlıçeşme Raylı Sistem Hattı ile Halkalı-Bahçeşehir Hattını ise 2024 yılı Ocak-Ağustos döneminde 1 milyon 896 bin 219 vatandaşımız kullandı.” diye konuştu.

.

Raylı sistem Çanakkale için hep konuşulmuş, tartışılmış ve sonuçta nüfusa gelip takılmıştır.

Biz hala otobüslerle uzun bir aks üzerine kurulu olan Çanakkale’de vatandaşa hizmet vermek için boğuşup duruyoruz.

Çözüm üretmek varken, sadece konuşuyoruz.

.

Bu şehrin tek sorunu havaalanıdır.

Boylamasına şehri ikiye böldüğünden etrafında dolanmak gerekiyor.

Dar alanda paslaşmalar yaptığımız havaalanından ise İstanbul, Antalya, Diyarbakır, Erzurum gibi yönlere sefer düzenlemek varken sadece Ankara’ya uçak kaldırmakla koskocaman havaalanının başını tek uçakla beklemiş oluyoruz.

.

“Efendim yolcu yok!” tartışmalarını bir yana bırakıp “Devlet kar beklemez, aslı hizmettir” diye cevap vermek bize düşer.

Daha biraz önceki haberde yıllık 280 milyon Euro zarar eden geçilmeyen köprü yapacağımıza, havaalanından zarar etmek hizmet açısından daha ehvendir.

.

Madem sefer düzenlenmiyor o halde başka alana taşıyalım, şehir olarak rahatlayalım.

.

Hiçbir şey yapamıyorsak altından tünellerle şehri çevre yoluna bağlayalım.

.

Gittiğimiz yurt dışı seyahatlerimizde raylı sistemlerin yukarılara taşındığını gördük.

Alttan geçen araba trafiğine ve üstünden geçen raylı sistemlere tanık olduk.

Zor mu?

Evet zor, ama oturup sürekli konuşmaktansa bir yerden başlamak her zaman iyidir.

.

Yolları trafiğe kapamak, otobüs duraklarını değiştirmek hep geçici tedbirler.

Asıl soru şu;

Yaylı sisteme biz ne zaman geçeceğiz?

 

ZAVALLI KARINCA

Ülkede neler oluyor” başlıklı bir yazı yazsak bu hikâyeye “Cuk” otururdu.

Belki de çoğunuzun bildiği hikâyelere benzer bu yapı, ülkemizi anlatıyor bize.

.

Küçük bir Karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı…

Çok çalışır… Çok üretir... Ve bunları keyif içinde yapardı.

Patronu Aslan, Karıncanın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı.

Bir gün karlılığı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi.

Eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı.

Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı.

Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti.

İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı.

Bu nedenle; hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı.

Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi.

Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti.

Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu.

Artık artan ekipmanlar için de bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı.

Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı.

Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu.

Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü. Ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı.

Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu.

Tabii ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı.

Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısını işe aldı.

Karıncanın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekâna dönüşmüştü.

Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti.

Bunun üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü farketti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı.

Baykuş, Karıncanın departmanında 3 ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı. Raporun sonucu şuydu:

“Departmanda aşırı istihdam vardı”.

Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi.

Ve elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karıncayı işten çıkardı.

.

Ülkede işler böyle yürüyor artık.

Nereden mi anladım?

 

ASLINDA NE YAPMAK LAZIM?

Zenginliği tartışılacak bazı kişilerin ülkemizde kol gezdiği dönemleri yaşıyoruz.

Bazı imkânları kendi lehlerine kullanarak haksız kazançlarla zengin olanları gözlüyoruz.

Her şey tamam da görgü konusunda eksiklikleri bir türlü giderilemiyor.

Eğitim kolay değil, parayla pulla alınacak şey de değil.

Kazanılması zor şeyler.

.

Zengin bir genç kadın, uçakta yaşlı bir adamın yanında oturuyordu.

Yerine otururken hostesi çağırdı. Kadın sert bir şekilde: “Lütfen hemen bana başka bir koltuk bulun” dedi.

Hostes gülümseyerek cevap verdi, “Üzgünüm hanımefendi, fakat ekonomi sınıfı dolu.”

Zengin kadın, “Ama değersiz bir serseriyle yan yana yolculuk yapamam. Bir şeyler yap!” diye yanıtladı.

Yaşlı adam inanamaz bir şekilde kadının yüzüne bakarken, hostes, “Bunu kaptana danışacağım” dedi.

Hostes kaptanın yanına gidip, “Kaptan, bir kadın yaşlı fakir bir adamın yanında oturmaktan rahatsız oluyor. Ne yapmalıyız?” diye sordu.

Şaşırtıcı bir şekilde kaptanın yüz ifadesi değişti. Eğlenmiş gibi görünüyordu ve, “Bu kadın ilginçmiş. Daha önce böyle bir sorunla karşılaşmamıştım. Bir planım var. Dinle...” dedi.

Kaptan, hostese yapmak istediği şeyi anlattı. Hostes kaptanın planı karşısında şaşkınlık içindeydi. Aslında hayrete düşmüştü.

Birkaç dakika sonra hostes geri döndü. “Kaptan, birinci sınıfta boş bir koltuk kullanabileceğimizi söyledi. Ayrıca bu kadar korkunç bir insanla yolculuk yapmak zorunda kaldığınız için özür dilemek istiyor” dedi.

Kadın koltuğundan kalkarken, hostes kolunu yaşlı adama doğru uzattı ve:

“Hanımefendi size söylemedim. Beyefendi, lütfen beni takip eder misiniz?” dedi.