Ah Socrates ah!

Kimse seni anlayamadı.

Anlamak istemeyenler de idam ettiler zaten.

Socrates gerçekten bilge miydi?

Yoksa çağının üzerinde biri miydi?

M.Ö. 403 yılında Atina-Sparta arasındaki Peloponez Savaşı ve sonrasında binlerce insanın öldürülmesine veya sürgününe neden olan Otuz Tiran'ın kovulmasının ardından, Atina demokrasisi yeniden yapılanma sürecine girdi.

Ne tesadüf?

Bizde de aynı terane sürüyor.

Hep yeni demokrasi,

Hep yeni demokrasi.

Farklı kesimlerden Atinalılar, genç nüfusunu kaybetmiş ve salgınlarla boğuşan kenti tekrar inşa edebilmek için birlikte çalışmaya başladılar. Kentin yasaları revize edildi.

Bak şimdi tesadüfe?

Bizde de Anayasa değiştirilmek, revize edilmek istenmiyor mu?

Böyle bir dönemde “Yaşam tarzı Felsefe yapmak” olarak özetlenebilecek olan Sokrates sorularıyla, eski hikmetleri bazen denetleyen, bazen çürüten sorgulayıcılığı ve Atina'nın önde gelenlerine yönelttiği eleştirileri ile birçok düşman kazandı.

Aynı bizim ülke!

Sorguladın mı?

Çok soru sordun mu? yandın...

Ya Fetöcüsün, ya teröristsin ya da dış güç…

Yunan filozofu Sokrates (MÖ 469/470-399), batı felsefesinin babası olarak kabul edilmiş. En bilinen öğrencisi Platon’dur ve Büyük İskender'in akıl hocası olan Aristoteles’'i yetiştirmiş.

Sokrates’in öğretmek gibi bir iddiası hiç olmadığı gibi insanlara bir şey öğretilemeyeceğini çünkü onların bunu aslında bildiklerini iddia etmiş.

Sokrates, “İnsanın bütün hakiki bilgiye aslında doğuştan sahip olduğunu, ancak bunun açığa çıkartılması gerektiğini” savunmuş.

Bir gün Sokrates yine talebeleriyle sohbet ederken bir talebesi Sokrates' e sorar:

-“Eğer demokrasi çoğunluğun kararını kabul etmekse, adil olan da bu değil midir? Mesela yüz kişinin oy kullandığı bir yerde, elli bir kişinin kararına mı uymak daha adil ve doğru olur, yoksa kırk dokuz kişinin kararına uymak mı? Hem çok mümkündür ki, daha çok insanın daha az insandan yanılma ihtimali daha azdır. Şu halde sizin demokrasiye karşı çıkmanız doğru olmadığı gibi haklı da sayılmaz.”

Bunun üzerine Sokrates her zaman olduğu gibi soru cevap yöntemini kullanarak o talebeye önce sorar:

-“Bize söyler misin bilge olmak mı daha zordur yoksa cahil olmak mı daha zordur?”

Talebe:

-“Elbette ve hiç şüphesiz bilge olmak daha zordur. Bilge olmak için çok okumak araştırmak ve yorulmak gerekirken cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur.”

Sokrates:

-“Peki o halde bize yine söyler misin… Toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur, yoksa bilge insanların sayısı mı çok olur?”

Talebe:

-“Elbette ve hiç şüphesiz cahil insanların sayısı fazla olur.”

Sokrates:

-“Peki bize yine söyler misin, bir gemide yüz yolcu bulunsa, geminin nerde nasıl hangi yönde yelken açması gerektiğini kaptan mı daha iyi bilir, yoksa o yüz yolcu mu?”

Talebe:

-“Eğer yolcular içinde Denizcilik bilgisi olan yoksa pek tabi en iyi bilen kaptandır.”

Sokrates:

-“Peki o halde diyebilir miyiz ki herkes her konuda karar veremez. Herkes bildiği yerde konuşmalı. Her iş ehline verilmeli...”

Talebe:

-“Pek tabi olması gereken budur.”

Sokrates:

-”Peki, o halde, bize yine söyler misin?

Kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden, sadece çoğunluk oldukları için kararlarını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi? Hem sen de kabul ettin ki, bir toplumda cahillerin sayısı bilgelerden hep daha çok olur.”

Socrates; hakkında silik bir delikanlı olarak söz edilen Meletos adında bir genç tarafından; “Gençlerin ahlakını bozmak ve dinsizlik” suçlamalarıyla karşılaştı.

Aynı bizim yaşadığımız “Ergenekon, Balyoz” davaları gibi.

Yeniden yapılanmaya çalışan Atina demokrasisi tarafından açılan dava sonucunda 500’ler Meclisi kararıyla 70 yaşındaki Sokrates MÖ 399’da ölüme mahkûm edildi.

Sokrates'in mahkemesi (MÖ 399), filozofun iki suçunu belirlemek için yapıldı:

Atina panteonuna karşı asebeia (dinsizlik) ve şehir devletinin gençliğinin yozlaşması; suçlayıcılar Sokrates'in iki dinsiz eylemine atıfta bulundular:

“Şehrin kabul ettiği tanrıları tanımamak” ve

“Yeni tanrılar oluşturmak.”

Sokrates idama mahkûm edilmişti.

Rivayete göre, ölmeden birkaç saat önce vedalaşmak için eşi gelir yanına.

Kadıncağız bu sırada ağlar ve “Ah Sokrates, bu kötü adamlar seni haksız yere öldürecekler” der.

Sokrates ise karısına şöyle cevap verir:

“Evet, haksız yere öldürecekler, haklı yere öldürseler daha mı iyiydi?”

Filozof Sokrates, 51 tane jüri önünde yargılanarak ve idam kararı veriliyor, baldıran zehri ile öldürülüyor.

Ondan önce sevenleri, “Seni hapishaneden kaçıralım” diyorlar.

Şöyle cevap veriyor;

“Bu ahlâksızlıktır…” diyor ve kabul etmiyor.

Tarihe geçen savunmasında idam kararı veren jüriye şunları diyor.

“Ölümden korkulmaz, çünkü ölümün çaresi var. Ölürsün kurtulursun. Ama yanlış yapmanın çaresi yoktur. Yaptığınız yanlış kıyamete kadar sizinle birlikte gelecektir.”

Bugün 2500 yıl geçmesine rağmen, Sokrates'in ismini bilmeyen yok.

Peki, onu mahkûm eden jüri heyetinin isimlerini bilen var mı?

Yok!

“Şu hayatı öyle bir yaşa ki kapanışta kendini alkışlayabilesin...”

Sokrates...

Bizim yaşadığımız şu hayatta acaba kimler alkışlanacak?

SINAV

Evi terk etmeye karar vermişti.

“Diş fırçalarken suyu açık bırakma!”

 “Salondan en son kim çıktı? Işıklar neden açık!”

 “Makası neden yerine bırakmıyorsun?” gibi annesinin ikaz ve söylemlerine dayanamıyordu.

Sabah bir iş görüşmesine gidecekti ve eğer kabul edilirse aile evini bırakıp, kendisine bir ev kiralayacaktı.

Artık kendi hayatını yaşamak istiyordu.

Sabah, annesi onu kapıda uğurladı.

-“Dikkatli ol ve bütün soruları cevaplamaya çalış, oğlum” dedi.

Görüşme adresine gelince, kapıda bekçi yoktu. Bahçe kapısı açıktı ama sürgülü kilidinin demiri dışarıdaydı, giren çıkan herkes bu demire değiyordu. Hemen kilit sürgüsünü geri çekti ve içeriye girdi.

Bahçede bir hortum suyunu boşa akıtıyordu.

Onu aldı ve sulasın diye bir ağacın dibine bıraktı.

Bir avluya girdi, duvar dibinde boşa çalışan bir vantilatör gördü, gayri ihtiyarı bir hareketle, vantilatörü kapattığını fark etti.

Artık huyu nefsine galip geliyordu.

Kendisini tuhaf hissetti.

Oradan küçük bir odaya girdi.

Üzerindeki okla “Görüşme salonuna gider” yazan bir kâğıt ters bir şeklide asılı duruyordu. Kâğıdı düzeltip, görüşme salonuna girdiğinde diğer adaylar oturmuş sıralarını bekliyorlardı.

Salonun ışıkları açıktı ve günün ışığı yeterince her yeri aydınlatıyordu. Aldırmak istemedi fakat annesinin sesini duyar gibi oldu sanki “Kapatın bu ışıkları!” diyordu. Bu ses dikkatini dağıtıyordu. Duramadı hemen gidip ışıkları kapattı ve sırasını beklemek için bir kenara oturdu.

Sırası gelince görüşme odasına çağrıldı.

Masanın öbür tarafında oturan kişi evraklarını istedi. Diplomalarını inceledikten sonra, “İşe ne zaman başlayabileceğini” sordu.

Bunu bir tuzak sandı ve “İmtihanın bir parçası olmalı” dedi kendi kendine.

Ne cevap vereceğini bilemedi.

Tedirginliği yüzüne yansımaya başladı.

Karşısındaki adam; “Neyi düşünüyorsunuz?” diye sordu

“Biz burada kimseye soru sormadık. Adayları cevaplarıyla değil davranışlarıyla değerlendirmek istedik. Adaylardan hiç birisi senin gibi davranmadı. Bahçe girişinden itibaren herkesi izledik. Açık sürgü kilidi, boşa akan su, vantilatör, ışıkları ve ters kâğıt hepsi imtihanın birer aşamasıydı. Bu sınavı başarılı bir şeklide tek sen geçtin. Yeni işin hayırlı olsun.”

Annesinin disiplini ve sürekli ikazlarına kızması geldi aklına…

Ondan pişmanlık duydu ve bu işi sadece disiplinle kazandığını anladı.

Eve çok mutlu döndü.

Ama ülkemizde bu tasarruf tedbirlerini annesinden öğrenmeyen memurlar olduğunu varsayan iktidarımız yayımladığı genelgeyle “Uzaktan Eğitim Kapısı’ndan (UEK) Tasarruf Tedbirleri Eğitim Programı verilecek.”

Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan genelgeye göre 4 milyonun üzerindeki memura verilecek olan eğitimde, “Kamu kurum ve kuruluşlarının harcamalarında tasarruf sağlanması, bürokratik işlemlerin azaltılması, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanımına ilişkin olarak” gerekli tedbirlerin alınması istenecek.

“İtibardan tasarruf olmaz” şeklindeki uygulamanın memurlar kısmında geçerli olacağı anlatılacak sanırım.

Zira Sisi’yi uğurlamaya giden 2 km uzunluğunda konvoy oluşturan araba sayısına bakınca bu tasarrufu göremedik.

İhalesiz yapılan alımlar ve kiralanan milyon liralık makam araçlar da cabası tabi.

“Tasarruf” adı altında memurun “Servis, mesai, giyim yardımı, nöbet ücretleri” gibi haklarını tasarruf genelgesine sığdırarak iç eden iktidar,  şimdi de kamu kurum ve kuruluşlarının harcamalarında tasarruf sağlanması, bürokratik işlemlerin azaltılması, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanımına ilişkin olarak gerekli tedbirlerin alınması amacıyla memurları eğitime tabi tutacak.

1598 kurumdaki yaklaşık 4 milyon 100 bin çalışanın bu eğitimden faydalandırılmasını istendi.

Haydi bakalım memurlar işbaşına.

Tasarruf sizden, itibar onlardan…

KAÇAK BOĞA

Eğer bir gün pes etmeyi düşünürseniz. Aklınıza bu Boğa gelsin:

 21 kasap, 11 polis, 24 zabıta, 6 Kurban ortakları ve yakınları ile beraber toplamda 323 kişinin elinden kurtulmuş.

Rize’den Trabzon’a yüzmüş.

Karaya çıktıktan 12 saat sonra, yorgunluktan yakalanmış.

Yaralı sayısı 34…

Haluk Levent tarafında satın alındıktan sonra “Ferdinand” ismi verilen boğa İzmir’in Kemalpaşa ilçesindeki “Kurtarılmış Çiftlik Hayvanları Barınağı”nda yaşıyormuş.

TÜRKİYE YAPAY ZEKÂDA BİRİNCİ

Preply’nin yaptığı araştırmada, Türkiye’nin “Z ve Y kuşaklarının” yapay zekâ kullanımında dünyada birinci olduğunu ortaya koymuş.

Türk gençlerinin %61'i yapay zekâ kullanırken, %40'ı kendi işini kurmayı hedefliyormuş.

Araştırma, 5.400 katılımcı ile yürütülmüş ve Türkiye’deki gençlerin iş kurma isteği yüksek çıkmış.

Girişimcilik ruhumuz ortaya çıkmış meğer baksanıza sonuçlara.

Türkiye'de her 5 kişiden ikisi kendi işini kurmayı hedeflerken, ortak hedef ise kariyer odaklıymış.

Araştırmada katılımcıların %54'ü aktif olarak yapay zeka asistanları kullanırken, Türkiye bu alanda %61 oranla dünya genelinde birinci olmuş.

Türkiye'deki gençler, yapay zekâyı en çok iş amaçlı kullanıyormuş.

Bu araştırmayı görünce hemen aklıma Bit Pazarından az kullanılmış ayakkabı alıp, internetteki alış-veriş sitelerinde satmayı düşünen çocuk aklıma geldi.

Ya da bana, “Yapay zeka at yarışı oynar mı?” diye soran bir delikanlı.

“Tabi” dedim, “Hatta piyango sonuçlarını bile söylüyormuş” dediğimde cevabı şu oldu: “Vallahi mi?”

Bizim gençliğin ruhu bildiğimden yapay zekâyı hangi anlamda kullandıklarını veya kullanacaklarını da iyi bilirim.

Tembellik ruhuna işlemiş bir gençliğin yeni nesil olarak geldiğini gördükçe, yapay zekânın kendisine sorulan sorular karşısında yakında gümleyeceğinin garantisini de verebilirim.

Hele hele yapılan araştırmaya göre “Yapay zeka kullanımında dünyada birinciysek”, bu teknoloji yakında çökecek demektir…