ŞANSA BAK!
Adamın birine sayısaldan büyük ikramiye çıkıyor. Karısına bile söylemiyor.
Sabaha karşı ikramiyeyi almak için yola çıkıyor. Tam arabayla yarı yola gelmişken bir telefon.
Arayan kayınbiraderi...
-“Neredesin enişte?”
-“Dışarıdayım hayırdır?”
-“Çabuk eve gel!”
-“Ne oldu? Çok mu acil?”
-“Hemen gel! Ablam!...”
-“Yoksa hasta mı?”
-“Yok sizlere ömür! Başımız sağolsun...” Telefonu kapattıktan sonra adam bulunduğu yere çöküyor...
Ve gülmekten kendini alamayıp söyleniyor:
-“Ey güzel Allah’ım, verdikçe veriyor, verdikçe veriyor!”
DOĞRU NE?
Bir adam yalan detektörü almış.
Akşam yemeğinde denemek istemiş.
Oğluna bugün nerdeydin demiş.
Oğlu da "Okuldaydım" deyince detektör ötmüş.
Sonra oğlu itiraf etmiş, "Okuldan kaçıp maça gittik…" demiş
Babası da kızmış, oğluna
"Ben senin yaşındayken maç nedir bilmezdim bile" demiş.
Detektör yine ötmüş.
Bunu duyan anne gülmüş ve
"Al işte senin oğlun" demiş.
Detektör yine ötmüş
ANNELER BİLİR
Genç bir çocuk heyecanla annesine gelir ve âşık olduğunu, evlenmek istediğini ve tanıştırmak istediğini söyler.
Ama sadece eğlence olsun diye eve 3 kız getireceğini ve annesinin evleneceği kızı tahmin etmesini ister.
Ertesi gün 3 güzel kızla eve gelir.
Otururlar, bir süre sohbet ederler.
Bir süre sonra çocuk heyecanla annesine sorar:
-“Tahmin ettin mi?” diye.
Anne duraksamadan cevap verir:
-“Ortadaki kızılsaçlı olan.”
Oğlan hayretle annesine sorar:
-“İnanılmazsın anne!… Peki Nasıl bildin?”
Anne cevaplar:
-“Bir tek ondan hoşlanmadım...”
MADEM ÖYLE
Kayserili bir iş adamının karısı ölür.
Gazeteye ilan vermek üzere bayiye gider ve şöyle yazdırmak ister.
-“Karım vefat etti… Perşembe öğle namazı sonrası herkesi cenaze namazına bekleriz.”
Gazetede çalışan der ki:
-“3 kelime daha hakkınız var."
-“Tamam o halde…” demiş.
Ertesi gün gazetelerde şöyle çıkar.
-“Karım vefat etti… Perşembe öğle namazı sonrası herkesi cenaze namazına bekleriz. Satılık Doğan Var!”
İLAÇ NASILDI?
Doktor yolda karşılaştığı hastasına sorar:
-“Geçen gün size verdiğim ilaç iyi geldi mi?”
-“Evet, neden sordunuz?”
-“Ben de aynı hastalığa yakalandım da.”
1 AY!
Bir işadamı, oldukça yoğun ve yorucu geçen bir seneden sonra tatile çıkmaya karar verir.
Eşi de kendisi gibi meşgul olduğu için birlikte tatil yapacakları bir dönem ayarlamak zor olur. İspanya kıyılarında bir otel bulur ve bulduğu ilk uçakla oraya gider.
Otele yerleşirken bir aylık bir rezervasyon yaptırır.
Bir hafta kadar güzelce tatil yaptıktan sonra, bir akşam yemeğinde garson kendisine bir mektup iletir.
Mektubu okuyan işadamı, tatilini geçirdiği otelin yöneticisinin yanına gider.
-“Ne yazık ki tatil sona erdi...”
Yönetici şaşırır ve üzülür.
-“Ama beyefendi, bir aylık rezervasyon yaptırmıştınız, ne oldu böyle aniden?” İşadamı çaresiz bakışlarla cevap verir:
-“Evet bir ay kalacağım, ama tatil bitti. Karım işinden izin almayı başarmış ve iki gün sonra burada olacakmış...”
GÖREV!
Nasa Uzay Üssü’nde yeni bir deneme yapılıyormuş.
Gönüllü başvuranlar arasından Temel, astronot adayı olarak seçilmiş.
Ön elemede oldukça sıkı testleri geçen Temel; 3 aylık ikinci bir eğitim ile iyi bir astronot olabilmiş.
Beklenen an gelmiş ve Temel bir maymunla birlikte uzay mekiğine binerek havalanmış. Atmosfer aşıldıktan sonra Temel’in ilk işi; kendisine sıkı sıkıya söylenildiği gibi zarfları açıp maymunun ve kendisinin görev kartlarını okumak olmuş.
Maymunun görevleri:
“Yerküre ile bağlantıyı sürekli kontrol altında tutmak; her 2 saatte bir yörüngedeki sapmaları ayarlamak; füze içindeki hava basıncı, ısı, iletkenlik değerlerini aşağıya bildirmek; yakıt harcamasını ve motorların sırasını belirlemek...” diye devam ederken; okumaktan sıkılan Temel, kendi görev kartını açmış. Sadece şu yazıyormuş:
“Maymunu besle!”
NEDEN?
Temel arabası ile Taksim Meydanında dönüp duruyordu.
Aynı trafikçinin önünden beşinci defa geçerken, polis de merak etti ve Temel’i durdurup sormuş:
-“Bir yeri mi arıyorsunuz? Niye meydanın etrafında dönüp duruyorsunuz?”
Temel gayet sakin cevaplamış:
-“Yok be memur bey… Sol sinyal takıldı da…”
NASİLSUN?
Torun sahibi iki eski arkadaş Temel ve Dursun uzunca bir aradan sonra köy kahvesinde karşılaşırlar.
Sarılıp öpüşüp hasret giderdikten sonra sohbet başlar.
Temel:
-“Ula Tursun nasılsın, iyi misun?"
Dursun:
-“Heç iyu deyilim Temel… Ula bu yaşlılık ne kötü bi şeydir... Ellerum, kollarum, ayaklarum, dizlerum her yanım ağriyu. Sen nasılsun uşağum?”
Temel:
-“Ben ise anamdan yeni doğmuş gibiyim. Başımda saçlarım yok. Ağzumda dişlerum yok. Altıma edeyrum haberim yok.”
DAVAN NE?
Müthiş Avukat Recai, şehrin en gözde semtinde yeni bir büro tutmuş, içini güzelce döşemiş, kapıya da: ‘Avukat Recai Şaşmaz’ yazılı bir tabela asmış.
Bürosunda sabah sabah otururken kapı çalmış, Recai sekreterine:
“Kapıyı aç kızım!” demiş.
Sekreter kapıyı açıp, gelen adamı Recai’nin odasına aldığında, Recai eline telefonu alıp konuşmaya başlamış:
-“O iş tamam beyim, zaten benim aldığım bir davada kötü bir netice çıkamaz, tabi... tabi hemen kurtarırız. Şaban’ı da ben kurtarmıştım Mahir’i de. Siz hiç merak etmeyin Ankara’da çok tanıdık var..."
Konuşma böylece bir kaç dakika daha devam ettikten sonra Recai sekreterinin odaya getirdiği adama dönüp:
-“Ahh efendim” demiş, “Kusura bakmayın sizi beklettim. Ama görüyorsunuz ki işler çok yoğun. Sizin ne davanız vardı?”
Adam:
-“Hiiç” demiş, “Benim davam filan yok, ben telefonu bağlamaya gelmiştim.”
MAYMUNLAR
Şapka satarak geçinen bir adamın yolu bir gün bir ormana düşmüş.
Adam biraz yürüdükten sonra sıcaktan ve yorgunluktan bunalmış, bir ağacın altına oturup şapkalarla dolu sepetini de yere koymuş ve uykuya dalmış.
Birkaç saat sonra adam tuhaf sesler duyarak uyanmış. Bir de bakmış ki yanındaki sepet bomboş... Şapkalar gitmiş.
Kafasını kaldırıp ağaca bakmış, ağacın dallarında bir sürü maymun, her birinin kafasında adamın şapkaları...
Adam başlamış düşünmeye; “Şimdi ne yapmalı, şapkaları bu maymunlardan nasıl geri almalı” diye.
Düşünceli bir şekilde kafasını kaşırken bakmış ki, maymunlar da adamın taklidini yapıyor ve kafalarını kaşıyorlar.
Adam ellerini havaya kaldırmış, maymunlar da...
Derken adam ne yapacağını bulmuş, kendi kafasındaki şapkayı çıkarıp yere atmış, maymunlar da şapkaları çıkartıp aşağı atmışlar...
Adam böylece bütün şapkaları toplamış, sepetine koyup yoluna devam etmiş.
Aradan 50 yıl geçmiş... Artık adamın bir torunu varmış, o da dedesi gibi şapka satıcısı olmuş.
Günlerden bir gün onun da yolu aynı ormana düşmüş. Hava yine çok sıcakmış ve genç adam bir ağacın altına oturmuş, şapkalarla dolu sepetini yanına koymuş ve uykuya dalmış...
Bir saat sonra uyanmış, bir de bakmış ki sepetin içinde şapkalar yok...
Derken tuhaf sesler duymuş, bir de kafasını kaldırmış ki ağacın üstünde bir sürü maymun, hepsinin kafasında birer şapka.
Düşünmüş, düşünmüş...
“Tamam buldum… Dedem yıllar önce bana bir hikâye anlatmıştı... Ne yapacağımı çok iyi biliyorum...” demiş ve kafasını kaşımaya başlamış.
Maymunlar da aynısını yapmışlar...
Adam ellerini havaya kaldırmış,
Maymunlar da..
Ve adam gülümseyerek kendi başındaki şapkayı çıkarmış yere atmış...
O anda ağaçtaki maymunlardan biri yere inmiş, adamın yere attığı şapkayı kapmış, adama da bir tokat atarken ve şöyle demiş:
-“Sadece senin mi deden var, salak!"
PAPAĞAN
Üç Amerikan askeri Iraklı yaşlı bir adamın bakkalına girerler, alış veriş yaparken
“Kahrolsun Amerika” diye ses duyarlar. Etrafa bakınırlar ve sesin bir papağandan geldiğini görürler.
Bunun üzerine Iraklı bakkal amcaya:
“Bu papağanı buradan yok et yarın geldiğimizde görürsek seni mahvederiz” diyerek çıkıp giderler.
Askerler gittikten sonra bakkal amca kara kara düşünmeye başlar, çünkü papağanı çok sevmektedir.
Derken aklına cami imamlarının papağanı gelir. Hemen imamın yanına koşar başından geçenleri anlatır ve “Hocam eğer sakıncası yoksa papağanları değişelim.” der.
Hoca kabul eder ve değişim gerçekleşir.
Ertesi gün işgalci Amerikan askerleri gelir, papağanı görürler ve kızarak: “Biz sana bunu yok edeceksin demedik mi?”
Amca “Bu papağan o değil ki, başka bu!” dese de inandıramaz.
Uyanık askerin biri, “Ben şimdi anlarım bunun dünkü papağan olup olmadığını” der ve papağanın tekrarlamasını umarak bağırır:
“Kahrosun Amerika!”
Ses çıkmayınca bakkal amca dahil hep birlikte bağırmalarını söyler:
-“Kahrolsun Amerika!”
(ses yok)
-“Kahrolsun Amerika!”
(ses yok)
-“Kahrolsun Amerika!”
İmamın papağanı o anda dile gelir ve tüm gücüyle bağırır:
-“Amin ey cemaat!”
SİHİRBAZ
Las Vegas’ta harika kumarhane otellerinin birindeki gece kulübünde sihirbaz nefis bir gösteri yapmış.
Arka sırada oturan bir adam bağırarak, sihirbaza, o numarayı nasıl yaptığını sormuş…
“Söyleyemem!” demiş sihirbaz, “Öğrenirseniz sizi öldürmek zorunda kalırım!...”
Kısa bir duraklamadan sonra,
“Tamam" demiş adam, “O zaman karıma söyle!”
GÖZÜNÜZ GÖRMÜYOR
Çok havalı ve zengin bir avukat, yeni aldığı spor arabasını ofisinin önüne park eder. Ofisteki arkadaşlarına nasıl gösteriş yapacağını düşünerek arabasından inerken, yoldan hızla geçen bir kamyon arabasının kapısını koparır atar.
Avukat derhal cep telefonunu kapar ve polisi arar. Bir dakika içinde polis olay yerine gelir, fakat daha tek bir soru sormasına fırsat bırakmadan avukat isterik bir şekilde haykırmaya başlar…
Daha geçen gün aldığı arabası mahvolmuştur ve kaportacı ne kadar ince işçilik gösterse de artık eskisi gibi olmayacaktır. “O kamyonun sürücüsü derhal bulunmalı ve yaptığı hasar ona mutlaka ödettirilmelidir.”
Avukat kızgın ve öfkeli, şikâyetini nihayet bitirdiğinde, polis bıkkın ve inanamaz bir şekilde başını sallar “Siz avukatların bu kadar maddeci olmalarını bir türlü anlayamıyorum…” der, “Sahip olduğunuz şeylere öyle bağlanıyorsunuz ki, başka bir şeyi gözünüz görmüyor. Sol kolunuz dirseğin altından kopmuş. Kamyon size çarptığı sırada kopmuş olmalı, ama siz bana kaportacıdan bahsediyorsunuz.”
Üzerine başına bakan avukat, “Aman Allah’ım!” diye bağırır, “Rolex’im de gitmiş…”
KİM?
Temel İtalya’da Fiat fabrikasında çalışan bir işçiymiş...
Dönemin Sovyet lideri Krusçev resmi bir ziyaret için İtalya’ya gelmiş.
Programda Fiat tesisleri de var.
Fabrikanın tezgâhları arasında dolaşırken Temel’e rastlıyor.
Herkesin gözü önünde “Vay Temel sen ha?” diye sarılıp kucaklaşıyorlar ve ayaküstü sohbet ediyorlar.
Tüm protokol bu dostluktan şaşkın...
Konuk gittikten sonra patron Temel’i çağırıp, Krusçev’i nereden tanıdığını soruyor.
Temel "Hiiç…" diyor, ‘‘ben eskiden komünisttim. 1 Mayıs kutlamaları için parti beni Moskova’ya göndermişti. Orada tanışmıştım.’’
Olay unutuluyor.
Üç beş ay sonra bu kez Amerika başkanı Nixon geliyor İtalya’ya.
Yine aynı program ve fabrika ziyareti.
Tezgâhların arasında ‘‘Vay Temel!”, “Vay Nixon!’’ muhabbeti...
İyice meraklanan patron ziyaretten sonra Temel’i yine çağırtıyor.
Soru da, cevap da aynı; “Bir ara Amerika’ya göç etmeye kalkıştım. New York’ta başım polisle belaya girdi. Bu Nixon o zaman çiçeği burnunda bir avukattı. Beni o savunmuştu..’’
Olay bu kadarla kalsa iyi.
İki ay sonra Fransa başkanı De Gaulle’ün ziyaretinde de aynı manzara yaşanınca Patron Agnelli derin bunalımlara giriyor. Kendisini tanıyan yok, ama yanında çalışan bir işçinin uluslararası çevresi var.
-“De Gaulle’ü nereden tanıyorsun?”
-“Nazilere karşı Paris’te yeraltı savaşı yapıyorduk... Özel kuryesiydim.”
-“Sen herkesi tanır mısın?”
-“Evet, hemen hemen...”
Patron iyice hırslanıyor.
-“Neredeyse Papa da arkadaşım diyeceksin.”
Temel gülüyor. ‘‘Tabii. Yakın arkadaşımdır.’’
Çıldırma noktasına gelen Agnelli haykırıyor:
-“İspatla... İspatlayamazsan kovarım...”
Temel:
-“Tamam, bu pazar ayininde Vatikan meydanında olun. Papa balkondan halkı takdis ederken ben yanında olacağım.”
Patron pazarı iple çekiyor.
Pazar günü soluğu Vatikan’da alıyor…
Papayı bekleyen kalabalığın arasına karışıp beklemeye başlıyor.
Bir süre sonra Papa balkona çıkıyor. Yanında Temel...
Temel de kalabalığa bakıp, patronunu bulmaya çalışıyor ki ona el sallayacak...
O esnada ön sıralarda bir kargaşa görüyor. Biri için “Bayıldı! Bayıldı” çığlıkları atılıyor.
Temel bayılanın kendi patronu olduğunu görüyor ve Papa’ya “Bana müsaade” deyip meydana koşuyor.
Agnelli yerde yatıyor.
Bir iki kişi de başında ayıltmaya çalışıyor.
Temel çevresindekilere, ‘‘Bu benim patronumdur; ne oldu?’’ diye sorunca biri cevap veriyor:
-“Siz Papa ile balkona çıktığınızda bunun yanında iki Japon turist vardı. Japonlardan biri senin patronuna dönüp, ‘Şu sağdaki bizim Temel, ama yanındaki kim?’ diye sorunca seninki düşüp bayıldı.”