Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın çocuklar için sağladığı “Şartlı Eğitim Yardımı” varmış.

Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın çocuklar için sağladığı “Şartlı Eğitim Yardımı” varmış.

Kısaltması da “ŞEY” miş.

Açıklamasında şöyle deniyor:

“Sosyal güvencesi olmayan ihtiyaç sahibi olan ailelerin çocuklarının örgün öğretime devam etmeleri ve okulun açık olduğu aylarda bir ay içerisinde 4 günden fazla devamsızlık yapmamaları şartıyla ‘Şartlı Eğitim Yardımı’ yapılmaktadır.”

Yardım miktarları.

2024-2025 yılında öğrencilere yapılacak olan Aylık Ödeme Tutarları:

İlköğretime devam eden erkek öğrenci için:

Aylık 90 TL

İlköğretime devam eden kız öğrenci için:

Aylık 100 TL

Ortaöğretime devam eden erkek öğrenci için:

Aylık 130 TL

Ortaöğretime devam eden kız öğrenci için:

Aylık 150 TL

(Not: Ödemeler 2 ayda bir yapılmaktadır).

Yani erkek öğrenci için günlük 3 lira.

Yahu el insaf!

Hakikaten insaf!

Resmen dalga geçilmiş bence.

Yahu çocuk yolda 3 lira bulsa almaz.

Dilenciye 3 lira versen suratına bakar “Dalga mı geçiyorsun?” diye.

Davulcuya bahşiş versen, adam düğünü terk eder gider.

Pazarda alışveriş yaparken artan 3 lira için “Üstü kalsın” desen, pazarcı sopayla kovalar.

Markete gidip sorsan “3 liralık ne var?” diye kasiyer “Aşağılandım diyerek” mesleği bırakır.

Bu çocuğun günlük 3 lira aldığını duyan diğer arkadaşları resmen dalga geçerler.

Ayıptır yahu, ayıp!

Uzaya gidene 50 milyon dolar var,

Diyanetin bütçesinin katlanması var,

Otoyollara, köprülere garantili geçiş var,

İtibara var,

Çocuklara gelince günde 3 lira…

Vay, vay, vay…

Ben iktidara bir şey demiyorum.

Seçim zamanı tüm bunları yaşamış olanların hala gidip, bu iktidara nasıl oy verdiklerine şaşıyorum.

Bu resmen kul hakkıdır.

Söylenecek sözü de zaten siz biliyorsunuz…

Daha ne diyeyim?

VERGİ Mİ?

Mizahı seven biri olarak, bazı acı gerçekleri yazarken zorlanıyorum.

Hiç bana göre değil.

Bu ülkede yaşadığımızdan dolayı da neler gördük neler.

En komik haberlerden, en acı haberlere kadar yaşadık hep beraber.

Önüme gelen haberi görünce aklıma Matild Manukyan’ın vergi rekortmeni olduğu günler geldi.

Bilmeyenler için o günleri hatırlatayım istedim, çünkü bağlantılı başka bir haberim var.

Genelev patroniçesi Matild Manukyan, 19 Nisan 1993 günü üç kez üst üste vergi rekortmeni olmuştu.

Dikkatli okudunuz mu bilmem; 3. Kez yazıyor.

İşin daha trajikomik yanı 6. kez vergi şampiyonu olması.

O zamanlar ülkede gündem değişmişti resmen.

Manukyan ise yöneltilen eleştirilere “Ben namusu ile çalışan biriyim. Çalmıyorum, çırpmıyorum, sattığım kadınların vergisini son kuruşuna kadar ödüyorum. Demek ki namuslu vatandaşım” yanıtını vermişti.

Buradaki komiklik, servetiyle sosyete boy gösteren, her haberde zenginliği ile hava atan kişilerin vergi vermeye gelince ortada gözükmemesiydi.

Yatlardan, katlardan, lüks arabalardan eksik kalmayan sosyetenin o vakitler vergide Manukyan’a geçilmeleri manidardı.

Trajikomik olan ise, Manukyan’ın “Ben namusum ile vergi ödedim” demesiydi.

Manukyan ardında, 500 Daire, 50 Dükkân, 4 Han, 4 Yazlık, 220 Ticari Taksi Plakası, 37 Genelev, 40 Bina, 2 Fabrika, 1 Tekne, 1 Rolls-Royce, 4 BMW Ve 4 Mercedes Otomobil İle 1 Otel bıraktı.

Günümüzde de aynı olay yaşandı.

Nerede?

Adana’da.

Haber şöyle geldi:

“Adana Demirspor'da Eylül 2021-Haziran 2023 yılları arasında görev yapan A Milli Takım Teknik Direktörü Vincenzo Montella, 36 milyon 479 bin liralık vergi beyanıyla Adana'nın gelir vergisi rekortmeni oldu.”

Buyurun buradan yakın.

Habere bakınca iki sonuç çıkacak.

Birincisi; Ülkede ekonomi dibe vurmuş ki Adanalı sanayiciler, işadamları vergi veremeyecek duruma düşmüşler.

İkincisi ise; Ülkede kimse vergi filan vermiyor.

Düşünsenize bir teknik direktör vergi rekortmeni oluyor.

Vay ülkem vay!

Koskoca Adana, kendi içinden bir vergi rekortmeni çıkaramamış.

İktidarımıza vergi toplama konusunda söylenecek çok laf ama neyse ki bu haberler anlatacaklarımız için tercüman oluyor bize…

CANIM YANDI

İstiklal Madalyası satılığa çıkmış.

Haberi görünce resmen şok oldum.

Benim de anne dedemin var.

Kurtuluş savaşına katıldığı için almıştı.

Erkek çocuğu olmadığından en büyük teyzemde duruyor.

O bizim canımız, kanımızdır.

Dedemin bu topraklar için verdiği çabadır, inançtır, güçtür, onurdur, şandır, namustur.

Parayla alınmaz, satılmaz.

Adam Kayseri’de tezgâha koymuş satıyor.

Kırmızı şeridiyle beraber.

10 bin lira fiyat biçmiş kendince, ama değer biçilemez olduğundan haberi yok.

Orada olsam hiç pazarlık etmeden kesin alırdım: “Bu ülkenin namusu tezgâhlarda satılamaz” diyerek.

BİR YAHUDİ HİKÂYESİ...

Şahabettin (Kalfa) ağabey sosyal medya hesabından yayımlamış.

Ama nereden almış, bilemedim.

Her hangi bir açıklaması yoktu.

Güzel bir hikâye olarak gördüğümden dolayı da, sizlerle paylaşmak istedim.

Gençliğimde Şişhane'de, “Sarı Madam” adında bir kahve vardı.

İnsanlar oraya gelir, oyun oynardı.

Aileler de gelir çay içer, simit yer, sohbet ederdi.

Çok güzel bir Haliç manzarası vardı.

Şişhane'den Hasköy'e dönen köşedeydi.

Eskiden kahvenin anlamı, sadece oyun oynanan yer olmaktan çok uzaktı, tam anlamıyla sosyal bir ortamdı.

Kaçamak sigara içmek için de çoğu zaman oraya giderdik…

Bir gün oranın müdavimlerinden “Şapat” diye bir bey geldi.

Biz de yandaki masada arkadaşlarla oturmuş, çay içiyorduk.

Adamın orta halli bir görüntüsü vardı ama sıkıntılı olduğu her halinden belliydi.

Arkadaşları da bu durumu fark etmiş olacak ki, içlerinden biri, “Hayrola Şapat, bir derdin mi var?” dedi.

“Sormayın...”

İlk bulduğu boş sandalyeye çökercesine oturdu.

“Anlat be Şapat.”

Adam anlatmaya başladı.

Yanımızdaki masada oturduğu için anlattıklarını bir bir duyuyorduk.

“Benim dört tane dairem vardı. Bankada param vardı. Karımdan kalan ufak tefek birkaç mücevher de vardı. İki kızımı ve damatlarımı çağırdım ve 'Bunları size taksim edeyim, sonra birinizin evinde kalırım, yalnız yaşamak istemiyorum,' dedim.

Yaptım da.

Her şeyimi onlara verdim.

İki kızımda birer yıl kalacaktım, böyle konuşmuştuk.

Baştan her şey yolunda gitti.

Sonra bu anlaşma aylara, haftalara, şimdi de günlere indi. İkisi de kendi düzenleri bozulduğu için beni evinde istemiyor.

Anlayacağınız, beni kapının önüne koyacaklar.”

İshak Efendi diye bir adam, “Bu mudur senin bütün derdin?” dedi ; “Sen merak etme, yarın sabah burada buluşalım, senin derdini çözeceğim.”

Biz olanları sonradan kahvenin sahibine sorarak öğrendik.

Zavallı amcanın sonunu çok merak etmiştik.

Bu iki amca, ertesi gün buluşmuş, İshak Efendi cebinden bir anahtar çıkarmış ve Şapat'a vermiş.

Bu bir banka kasası anahtarıymış ve üstünde “OB” harfleriyle bir de numara varmış.

“OB”, Osmanlı Bankası'nın kısaltmasıydı. Bankanın itibarı da çok büyüktü.

“Bak, bu anahtarı hangi kızının evinde daha çok kalmak istiyorsan o evde kaybetmiş gibi yapacaksın. Dikkat et de nereye attığını unutma. Sonra 'anahtarım kayboldu' diye ortalığı ayağa kaldıracak, sonra da bulacaksın. Kızın sana 'Bu ne anahtarı?' diye sorduğunda, 'Ne anahtarı olacak, kasa anahtarı. Sen bütün varlığımı size verdiğimi mi zannediyorsun? Paralarım, tahvillerim, banka kasasında duruyor. Kimin evinde ölürsem, anahtar ve kalan servetim onun olacak. Kafamdaki plan bu' diyeceksin.”

Şapat Bey, İshak Efendi'nin bütün dediklerini yapmış ve sonradan takip ettiğimize göre de küçük kızının evinde krallar gibi yaşayıp ölmüş.

Öldükten sonra kızı ve damadı anahtarı alıp bankaya gitmiş.

Banka da onlara, “Ne böyle bir kasa numaramız var, ne de böyle bir anahtarımız” demiş.

Şapat Bey bir de yazı bırakmış ardından:

“Sizi ancak böyle adam edebilirdim!”

Son sözü söylemiş hikâyeyi anlatan;

İbranice bir söz : “Yeş mamod, yeş kavod”

Yani : “Paran varsa, itibarın da vardır.”

Günümüz yaşlılarını fazla hafife almayın…

Yaşam, tecrübedir.

Her zaman alınacak bir ders vardır…

Eh günümüzde de yaşlılarımıza bakmak, onlara hizmet etmek gittikçe zorlaşıyor.

Kiminin iş-gücü var, kiminin durumu iyi değil.

Kolay değil tabi.

Bugün bir bakıcı tutmaya kalksanız hastanın durumuna göre 25 ile 35 bin lira arası ücret istiyorlar.

Yatılısı ayrı istiyor, gündelikçisi ayrı.

Genelde yabancı uyruklu kadınların çalıştığı bu sektörde Türk Lirası da geçmiyor.

Her şey dolarla.

Ülkemize turist olarak gelen yabancı kadınların çalıştığı bu sektör oldukça yaygın.

Devletimiz uygun şartlarda hizmet veremediğinden, uygun bakımevleri, yaşlı yurtları açamadığından yaşlılarımız mağdur.

Kaderimiz diyerek yabancı kadınların elinde oyuncak oluyoruz.

Şapat gibi uyanık olmamız gerekir mi?

Onu da bilemedik…

BASTIR FASULYE

Kuru fasulye fiyatları çok önemli yer tutar bizim ülkede.

Altın fiyatı gibi her sene kimler tarafından belirlenir onu da bilemem.

Bu sene 150 lira olmuş bizim taze-kuru dediğimiz şekli.

Bir zamanlar fiyatı artınca şarkısı bile yapılmış fasulyenin.

Bu fasulye 7.5 lira

Bu fasulye yedi buçuk lira.

Hem kaynasın hem oynasın,

Hem kaynasın hem oynasın.

Hey gidi günler hey!

O tarihte adama 150 lira olacak deseydiniz, kesin gülerdi ve “Atma işkembeden. Sırf iktidarı kötülemek için söylüyorsun” derdi.

Mesela aynı şeye yakını Ekonomi Bakanı Berat Bayraktar 2020 yılında demişti;

“Birileri Dolar 7 Lira, 8 Lira olacak, Türkiye ekonomisi batacak diye hayaller kurdu.”

Bak sen şu hainlere.

7-8 lira olacakmış?

Ne 7’si, ne 8’i?

Tam 35 lira oldu…

Bakan Nebati de 2021 yılında şunu demişti: “Bu model tutmazsa üzülürüm…”

Ekonominin tutmayan bu halini görünce ne yapıyor merak etmiyor değilim.

Anlayacağınız fasulyenin bu kadar pahalı olmasının sebebi bu ekonomi bakanları değil mi?

Ama olsun, adamlar ne yaparsa yapsın, siz yine gidip oy veririsiniz nasılsa.

Bastır fasulye, bastır!

ŞAİR EŞREF

Eşref, Anadolu’nun kuzeyinde, doğusunda ve batısında pek çok kasabada kaymakam olarak görev yapmıştır.

Gördes kaymakamı olduğu sıralarda “Maskat-ı re’sinde tahakküm ediyor diye” Sivrihisar’a nakledilmek istenmiştir.

Bu istemediği tayinin gerçekleşmesini önlemek için dönemin İzmir valisi Kâmil Paşa’ya bir hiciv kıtası yazmıştır.

Eşref, Kâmil Paşa’dan merhamet dilemekte ve ona “Kerem” kılmasını istemektedir.

Buraya gitmek istemeyen şair; hicvinde Sivrihisar yerine, Akhisar’a gönderilmesini isteyerek şöyle demiş;

Beni Sivrihisar’a

Merhamet et oturtturma,

Kerem kıl Akhisar’ı dersen

İzmir’den ırak olsun,

Mücerred bir hisara

Gönderilmekse eğer maksad,

Efendim başı Sivri olmasın da,

Bari Ak olsun…

Şimdi yaşasaydı Şair Eşref, kesin şöyle bir şey yazardı:

Allah’ım bize vereceksen bir iktidar,

Her durumda buyruğuna hazırız.

Tek itirazımız olur bizden yana,

Başı AK olmasında, ne olursa olsun razıyız.