Her daim iktidarın icraatlarına ve yapacaklarına çatıp duruyoruz ki haklıyız.
Zira tüm yaşanan olumsuzluklardan kendileri bizzat sorumlu.
Güç ellerinde, bütçe ellerinde, yaptırımlar ellerinde.
Eee!
Kime çatacağız?
Ama madalyonun diğer yüzü de var.
Muhalefet!
Evet, evet.
Onlar iyi muhalefet yapmazsa, iktidar yan gelip yatar mı?
Yatar.
Öyleyse biz seçmenler olarak sadece iktidarı değil, iyi bir muhalefeti de belirlemeliyiz.
Bu sorumluluk da bizde.
“Peki sen muhalefetten memnun değil misin?” diye sorarsanız, “Elbette değilim” derim.
Zaten sadece ben değil, bu ülke vatandaşının yüzde 72’si de memnun değilmiş.
Gazetelerde yer alan Metropoll Araştırma'nın yaptığı son ankete göre;
“Türkiye'de muhalefet boşluğu olduğunu düşünenlerin oranı %72,
Bu görüşe katılmayanların oranı ise %23,1 olarak tespit edilmiş.”
Buyurun işte.
Ben de diyorum bu ülke neden böyle yönetiliyor?
Gerçekten muhalefetin suçuymuş.
Sen iktidarı koltuğunda rahatsız etmezsen,
Alternatif politikalar üretmezsen,
Yapılan yanlışları ortaya dökmezsen,
Muhalefet olarak gününü “lay lay lom” diye geçirirsen, olacağı bu.
Atı alan da Üsküdar’ı geçiyor.
Bu iktidar, muhalefet sayesinde kaçıncı seçimini kazanıyor saymayı unuttuk 22 senede.
2023 seçimlerinde ülkenin hali perişan haldeyken bile seçim kazanamayan bir muhalefetten söz ediyoruz.
Bugün geldiğimiz noktada ise ana muhalefet lideri şunları diyor
“Geçim olmazsa seçim olur’ dediğimizde meydanlar yıkılıyor. Anketlerde 31 Mart’ın hemen sonrasından yüzde 31 erken seçim talebi varken en son yüzde 56 okudum ben.”
Düşünün gayrı siz muhalefetin halini.
Ülke yangın yeri ve erken seçim isteyenler hala yüzde 56’larda filan.
Muhalefetin lideri ekliyor ve diyor ki:
“Bu talep yükseldikçe siyaset toplumdan gelen sese kulaklarını bir yere kadar tıkayabilir. Ondan sonra bunun karşılığını vermek zorundadır.”
Muhalefet işi topluma bırakmış yani.
“Ses yükselsin” diye öylece bekliyor da kendisi “Biz bu sesi yükselteceğiz, iktidarı zorlayacağız ve seçime gidip bu iktidarı düşüreceğiz” demiyor.
Peki Erdoğan ne diyor?
“Zamanında seçim olacak”
İktidarın en büyük korkusu Erdoğan’ın bir daha seçime girememesi.
Öyle değil mi?
Çünkü herkes biliyor ki:
Erdoğan’sız bir seçime giren AKP, tarih sayfalarında yerini almaya mahkûmdur.
Durum böyleyken muhalefeti lideri ne diyor?
“Erdoğan, ‘Zamanında seçim olacak’ diyorsa ‘Ben bir daha yokum artık’ diyor demektir. Emeklilik tercih ediyorsa kendi tercihi, ama bizim onun için bir erken emeklilik planımız var.”
Kısaca diyor ki:
“Biz karşımıza Erdoğan’ı istiyoruz.”
Yahu siz yapılan onca seçimde Erdoğan’ın koltuğunu bile sallayamamışken, hala yenilen pehlivan gibi sürekli dayak peşinde niye koşuyorsunuz?
Hala muhalefete bile güvenmeyen bir seçmenle hangi seçime gireceksin?
Sizin karşınızda Erdoğan ceketini assa seçim kazanır.
Hala anlayamadınız galiba.
Bizim muhalefet lideri tüm bunlara karşılık bakın hala ne diyor?
“… Türkiye’de Türk-İş’in açlık sınırını 19 bin lira açıkladığı noktada, sen asgari ücreti 17 bin lira yapıyorsan, bütün işçiler açsa, sen nasıl erken seçime direneceksin? O direnebildiği kadar direnmeye çalışacak, biz de zorlayabildiğimiz kadar zorlamaya çalışacağız…”
Kimsenin zorladığı filan yok.
Adamın istediği bir göz, bizim muhalefetin verdiği iki göz.
Adam normal bir seçimde zaten aday olamazken, muhalefet “Olmaz illa aday ol” diye ısrar ediyor.
Bırak iktidar halkın baskısına dayanamayıp seçime giderse gitsin.
O zaman “Korktu kaçtı!” diyerek politika yaparak halka şikâyet edersiniz.
Ha!
Erken seçime gitmezse de, zaten Erdoğan aday olamaz.
Elbette bu iktidardan kurtulmak için hiç kimsenin 5 saniye bile sabrı yok.
Perişan olduk.
Duman olduk.
Sürünüyoruz.
Ama sen muhalefet olarak hala alternatif sunamamışsın, asıl ona bak!
Ankete bak, anlarsın…
Neyle ve kiminle seçime gideceksin?
Yapılacak bir erken seçim (şimdilik), iktidarı koltuğa perçinler sadece.
Bunun da müsebbibi muhalefet olur.
Adı da “Perçincibaşı” olarak kalır…
TACİZ
Çarşı Caddesinde gezerken sürekli olarak yanımdan, motosikletler, bisikletler geçiyor.
O kalabalığın içinden fütursuzca hızlıca dalıp geçiyorlar.
Yahu biz yaya rahatlığı için caddeleri, sokakları kapatmadık mı?
Bir dolu esnafı sırf bu yüzden mağdur etmedik mi?
Şimdi de saniyede 20 insanın geçtiği Çarşı Caddesi’nde, motosiklet ve bisikletleri kontrol edemiyoruz.
Ne çelişki ama.
Lütfen yetkililer derhal harekete geçsin ve şu motosiklet tacizinden milleti kurtarsın…
DEĞER BİLMEK
1916 senesinde 19 yaşında genç bir delikanlı Erenköy’de yürümektedir. Talimgâh denilen yerde bir kalabalık fark eder.
Kalabalığa yanaştıkça bir müzisyenin enstrümanından yükselen melodiyi duyumsar.
Yaklaşır.
Delikanlı, enstrümandan yükselen tınıya gözlerini kapatarak huşu içinde bir süre zevkle dinleyerek eşlik eder.
Gözlerini açıp da kalabalığın önüne ilerleyince o canım melodiyi çıkaranın yere bağdaş kuran bir müzisyen olduğunu fark eder.
Müzisyen pistir, perişandır, berduştur.
Genç delikanlı evsiz diye düşündüğü bu adamcağıza acır gözlerle bakar.
Garipser de hani biraz…
Öyle ya böyle berduş bir adam nasıl olur da bu kadar güzel ezgiler çıkarabilir…
Delikanlı birkaç gün sonra aynı yol üzerinden geçerken görür o müzisyeni.
Her ne kadar giyiminden, kuşamından, küfürbaz halinden rahatsız olsa da acıdığı için o müzisyene para vermek ister.
Müzisyen işte kendisine para vermeye yeltenen gence; “Haydi oğlum, git işine! Bak benim mataram rakı dolu. Vereceğin bu parayla git de akşama birkaç kadeh iç keyiflen. Benim paraya ihtiyacım yok” der.
Utanır birden genç.
Müzisyen devam eder; “Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın.” Kıyafetlerini göstererek, “Görmüyorsun ben kimseden utanıyor muyum! Başkaları benim bu halimden utansın!”
Delikanlı neye uğradığını şaşırır.
Tokat gibidir adamcağızın lakırdıları…
Eve gider düşünür uzun uzun…
Acıdığı adamın kendisine böyle bir karşılık vereceğini hiç düşünmemiştir.
Aradan zaman geçer.
Delikanlı bu adamcağızı İstanbul’un münferit yerlerinde kah işkembecide, kah kuytu meyhanelerde, kah Yenicami arkasında, kah Çemberlitaş’ta görür…
Hatta bir arada Ali Emiri’nin Kütüphanesi’nden kitap okurken görmüştür ki şaşkınlığı katbekat artmıştır.
Delikanlı, edebiyata heveslidir, bir şiir karalar o müzisyen için…
Dönemin mecmualarının birinde “Dehâyi Mensi” diğer bir deyişle “Unutulan deha” ismiyle bu müzisyeni kaleme alır.
Sonra kulağına gider bu müzisyenin. “Kim yazdı bunu?” diye sorar soruşturur;
Sonunda bulur ve bu şiiri yazan gençle tanışmak ister.
Buluşurlar, o an müzisyen anlar ki vakti zamanında kendisine acıdığı için para vermek isteyen genç tam karşısındadır.
Şiiri pek beğendiğini, duygulandığını söyler.
Akabinde bu delikanlı ile müzisyen arasında sıkı bir dostluk başlar.
Müzisyen son döneminde inzivaya çekilir, kimseyle görüşmez.
Üstü başı kirlidir ama çevresindeki insanların ruhları daha kirlidir.
Küser hayata, küser insanlara…
Çok değil, bir süre sonra da göçer gider bu dünyadan…
Delikanlı sevdiği bu müzisyenin öldüğünü duyunca çok üzülür.
Arkadaşı Fuad Şinasi bir kâğıt verir delikanlıya…
“Nedir bu?” diye sorar delikanlı.
Şinasi “Müzisyenin son şiiri” der.
Okur delikanlı;
“Artık yaşam için
yetişir bunca kırgınlık,
Dinlenmek isterim ki
kader yorgunuyum
Artık vücudu boş,
gönlü boş, düşü boş,
Dünyada şimdi ben de
bir fazla ağırlığım.”
“Ölümün titrettiği elle kalemini kalbine birikmiş zehre batırıp yazdığı veda şiiri” olarak betimler bunu genç adam.
Aklına düşer işte o gün; acıdığı için para vermek istediği müzisyenin o yanıtı; “Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın”
Bu mısra destur olur delikanlı için, hayatını ona göre yaşar.
Utanılacak işler yapmaz.
Büyük görev üstlenir ilerleyen senelerde.
Ama sonu da o müzisyen gibi olur.
Ha, ne mi olur?
Haksızlığa uğrar, yaptığı o büyük işlerden el çektirilir, memleket için açtığı okullar kapatılır.
O da inzivaya çekilir, çünkü çevresi pistir ve malum son…
O da göçer gider bu dünyadan.
“Müzisyen” diye anlatılan kişi “Neyzen Tevfik”tir.
Ona acıdığı için para vermek isteyen delikanlı ise meşhur Şair Can Yücel’in babası; Köy Enstitüleri’nin açılmasını sağlayan, klasikleri dilimize çeviren, en uzun Milli Eğitim Bakanlığı yapmış “Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” Hasan Ali Yücel”dir.
(Tabi ki alıntıdır)
PARALI MI?
Zamanında seyahat yaptığım bir turizm firmasından sürekli olarak “Yeni rotalar, Yeni keşifler” adı altında mesajlar geliyor.
Yurtiçi olanlara yaklaşmak mümkün değilken “Kolaylık sağlıyoruz” diye ekliyor:
“Taksitle ödeyin”
“Seneye ödeyin”
“Şimdi ödeyin zamdan etkilenmeyin”
Dün açtım e-postamı, yeni mesaj yollamışlar.
Diyor ki:
“Vize olmadan özgürce gezebileceğiniz rotalar…”
Hâlbuki şunu dese acayip müşteri toplar:
“Para olmadan özgürce gezebileceğiniz rotalar…”
“Acaba derler mi?” diye bekliyorum ümitle…
POLİTİKACININ YALANI
Politikacıların yalan söyleme alışkanlıkları olduğu dünyaca bilinir.
Sermayeleri yalandır çünkü.
“Elektriği ucuzlatacağız,
Doğalgazı bedava vereceğiz,
Yeni rezervler bulundu,
Petrol ihraç edeceğiz,
Su sorunumuz dünya yok olana kadar çözüldü,
Herkes araba sahibi olacak çünkü yerli ve milli arabamız olacak,
Ay’a gideceğiz,
Silahlarımızla dünyayı titreteceğiz” gibilerini çok duyduk.
Bu arada eskiden olduğu gibi “Ankara’ya deniz getireceğiz” gibi slogan olan yalanların modası kalktı.
Çünkü kimse inanmıyor.
Son yıllarda duyduğumuz en büyük olanı ise şuydu: “Adaleti sağlayacağız…”
Tüm bu yalanlar karşısında kimsenin vicdanı sızlamıyor mu peki?
Bakın nasıl sızlıyormuş
Vicdanında bir sızlama hisseden politikacı, yaşlı bir adama fikir danışmış:
“Ben halka 6 defa yalan söyledim baba”, demiş. “Bana günahımın affı için ne yapmamı tavsiye edersin?”
İhtiyar, soru üzerinde düşünmüş, sonunda şu cevabı vermiş:
“İki koç kurban et, peşinden tövbeyi unutma” demiş.
Politikacının yanındaki arkadaşı da fırsatı kaçırmadan sormuş:
-“Ben, beş kez yalan söyledim, bana ne tavsiye edersin?”
İhtiyarı bir düşünce almış, ama onun da çaresini bulmuş:
-“Bir defa daha yalan söyle. Altı olunca, sen de iki koç kesip tövbe edersin.”
Bu fıkradan sonra bizimkilere baktım da;
“Galiba sürü kurban etmeleri gerekecek…”
ATASÖZÜ
“Karınızın doğum gününü unutmamanızın en iyi yöntemi, bir kez unutmanızdır.”