DİCLE'DEKİ KUZU

Yaşlı kadın yüksek sesle sürekli olarak Hz. Ömer'e ilenmektedir.

"Ey! Ömer! Neredesin!" şeklinde bağırmaktadır.

Tesadüf o sıra oralardan geçmekte olan Ömer duyar bu haykırışı.

Derhal gider yaşlı kadının yanına.

Sürekli olarak kendisinin ismini zikrederek küfre yakın kelimeler sarf eden kadına sorar:

"Ana! Sen Ömer'i tanır mısın?"

"Tanımam be oğul!"

"Peki tanımadığın birine neden böyle ağır hakaretler edersin?"

"Ederim tabi. Zira kurt benim kuzumu yemiştir…"

"İyi de ana, Ömer ne yapsın? Nasıl yetişsin senin kuzuna?"

"O değil mi devlet yönetiyor, o halde sorumlusu odur…"

O halde Ömer şu kelimeleri sarf eder:

“Kenar-ı Diclede bir kurt kapsa koyunu, Gelir de adl-i ilâhi Ömer’den sorar onu!”

Devleti yönetmeye talip olan kişiler tüm bu sorumlulukları kabul etmiş sayılır.

"Ben bilmem, benim haberim yok" şeklinde sorumluluktan kaçacak cümleler kabul edilmez.

2 aya yakındır Narin kızımızın katilleri bulunamadı ve adalete teslim edilemedi.

Koskocaman Devlet bu!

Elini atsa taşı yerinden oynatır,

Ufak bir nefes verse fırtınalar koparır.

Öyleyse hani Narin'in kul hakkı?

Hani katilleri?

Bu masum, küçücük çocuğun vebali 80 milyonun üzerinedir.

Sadece sarayda oturup: "Dicle'nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır." demekle olmuyor.

Vallahi icraat lazımdır.

MAKAM, MEVKİ VE PARA

22 senedir ülkeyi yönetenler sonunda satılacak fabrika, arsa, arazi kalmayınca ve de garantili hizmetlere para yatmayınca çuvalladılar.

Şimdi bizim iç çamaşırımızdan dahi vergi alma peşine düştüler.

Diyelim aldılar, paraları merkez bankasında topladılar.

Sonra?

22 senedir yapamadıklarını mı yapacaklar?

Dünya ülkeleri ile yüksek rekabete mi gireceğiz?

Aklınız yatıyor mu?

Ekonomi azıcık ayara girsin ilk akıllana gelen seçim olacak.

Yine emekliye, işçiye, memura biraz zam koklatarak seçime girip ömür boyu iktidarda kalmak için çabalayacaklar.

Nereden biliyorum?

22 senedir böyle oluyor.

Peki oyları nasıl alacaklar?

Sistem anlattığım gibi.

Halkı önce çukura düşürüp, sonra kurtarıyormuş gibi yaparak.

Bu aktaracağım hikâye size pek yakın gelmeli.

Gelmiyorsa kendinize dönüp bakın ve seçme kabiliyetinizi sorgulayın.

Yıl 1917 Yer Irak…

İngiliz general, koyunlarını otlatan çobanı uzaktan bir müddet izledikten sonra yanına yaklaşır ve;

"Eğer sürüyü koruyan köpeğini öldürürsen, sana 100 sterlin vereceğim" şeklinde bir teklifte bulunur.

Uzun zamandır "Zor şartlarda yaşayan çoban için" büyük paradır bu miktar...

Ancak köpek de çok kıymetlidir.

Çobanın tek güvendiği, sürüsünü idare eden, her türlü tehlikeye karşı koruyan, hasta olan koyunun başında bile günlerce aç susuz bekleyen, bir varlıktır köpeği..

Ama teklif edilen para, 100 sterlindir.

İyi paradır!

Çoban, "Köpeği yakalayıp generalin önünde keser ve alır parayı."

General bunun üzerine çobana; "Köpeğin derisini yüzersen, 100 sterlin daha veririm" der…

Çoban bu sefer "Hiç düşünmeden, yüzer deriyi ve alır parayı."

General yine durmaz ve tekliflerine devam eder:

"Köpeği parçalara ayırırsan, 100 sterlin daha der.."

İş raydan çıkmıştır artık.

Çoban en sevdiği köpeğini ayırır parçalara ve parasını alır.

İşi biten general oradan ayrılırken, bu sefer teklif çobandan gelir;

"100 sterlin daha verirsen, köpeğin etinden bile yerim…"

General cevap verir;

"Asla olmaz! Benim amacım, değer verdiklerinize karşı yaklaşımınızı öğrenmekti. Sen para için yoldaşın, yardımcın, her şeyin olan köpeği feda ettin… Ben ihtiyacım olan şeyi öğrendim." diyerek yanındakilere dönmüş; "İnsanlar bu karakterde olduğu müddetçe korkmayın, her şeyi yaptırabilirsiniz" demiş.

Bundan sonrası yazıyı sosyal medyada aktaranın yorumu:

Parası olup, değeri olmayan insanlar, değeri olup parası olmayan insanların hayat anlayışını değiştirebilir.

Artık slogan bellidir…

Paranın satın alamayacağı şey yoktur.

Şahsi menfaat için insanların satamayacağı bir değer kalmadı maalesef.

Ama az paraya, ama çok paraya..

Bazen paraya, bazen makam mevkiye…

Kazanmak için satanlar!

Aslında tamamen kaybettiklerini fark etmiyorlar çoğu zaman..

Kimileri de fark ettiği halde satıyor.

Sureti haktan görünüp, sizden köpeğinizi isteyen çok olacak.

Siz ne köpeğinizi satın, ne de başkasının köpeğine göz koyun..

Çünkü değerlerini para için satanlar, sattıkları kişinin köpeği olmaktan,

başka işe yaramazlar…

Paranın açamayacağı kapı yok diyenler,

Aslında! "Para için her şeyi yaparım" diyenlerdir...

GEOMETRİK ADALET

Platon: "Adalet aritmetik değil geometriktir" der.

Pastadan (resimdeki gibi)bu şekilde bir dilim alan kişinin savunması şu şekilde olabilir:  "Ben herkesten fazla bir dilim almadım, herkes kadar payımı aldım"

Savunması doğrudur ama kendisinden sonrakilerinin hakkını ihlal eden bir savunmadır (en azından yarısını/ pastanın bozulmamış diğer yarısı toplumda ki hiç sorundan etkilenmeyen topluluğu gösterir)

Bu özgürlük değildir.

Bencilce özgürlüktür.

Özgürlüğün bir sınırının olmasını anlatan bir fotoğraf.

Başkasının sınırlarına girdiğin an biten özgürlüğünün resmidir.

Olaylara her açıdan bakan yaklaşımı bu görselde ortaya konabilir.

Bu pasta 1 kişiye aitse dilediğin gibi yeme hakkına sahipsin.

Bu pastanın yarısına sahipse, kendine düşen payı istediğin gibi yeme hürriyetine sahipsin.

Bu pasta 8 kişiye aitse, kendi payının sınırları dışına taşamazsın.

"Ben daha fazla yiyemiyorsam, diğerlerinin bir şekilde benden az yemelerini sağlarım" akıl oyunuyla yapılan eylem zekâ değil "Hinliktir."

Bu pastayı bir devlet, pastayı dilimleyeni yönetim olarak düşünürsek:

Eline bıçağı verip, haydi dilimle dediğin kişiye bu şekilde keserken "Heyy n'apıyorsun!" diye karşı çıkmadıysan, lokmanın çalındığını bıçağın ilk hamlesinde fark etmen gerekirdi…

Payı zarar görmeyenler diğer yarı, "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diyen kitle zaten.

Bu resmi gözünüzün önünde canlı tutun.

Kuralına uydurulan her iş uygun, adil, eşitlikçi değildir.

Fotoğraftaki gibi, adalet matematiğine uydurulmuştur ama 3 kişinin hakkı gasp edilmiştir.

BİR GARİP DÜNYA

Öyle kalemi eline alıp her yazı yazana "Yazar" dersek, değerlerimize haksızlık etmiş oluruz.

Ülkemizin yetiştirdiği edebiyatçılarımız, yazarlarımız kolay yetişmiyor.

Onların hayatları hep güzel değildi tabi.

Karşıma yazarlarımız, şairlerimizle ilgili bilinmeyen şu metin gelince hikâyelerini aktarmak istedim.

Cahit Sıtkı Tarancı

Küçükken yaramazlık yaptığı için babası tarafından pencereden aşağı sarkıtılmış. O günden sonra ölümden korkmuş ve eserlerinde hep “ölüm” temasını işlemiş.

Nazım Hikmet

Nazım Hikmet’in en değişik özelliği devamlı beyaz pantolon giymesiydi. İlham geldiğinde aklındaki sözleri hemen beyaz pantolonuna not alıyormuş. Tüm dünyanın tanıdığı bir şair olmak, böyle değişik özelliklere sahip olmaya bağlıdır belki de.

Bursa cezaevinde ıslak ıslak çok dayak yediği için onun en büyük korkusu, "Su" olmuş.

Özdemir Asaf

"R" leri söyleyemeyen şair...

Bir gün matbaadan çıkıp Karaköy’e gitmek için bindiği taksinin şoförü sorar:

“Neğeye biğadeğ?” 

Utancından “Kağaköy” diyemez, “Eminönü” der.

İner ve oradan Karaköy’e kadar yürür.

Yahya Kemal

Hiç evi olmamış. Ölene kadar otelde yaşamış. Nazım Hikmet’in annesine aşık olmuş.

Tevfik Fikret

Aynı zamanda iyi bir ressamdır. Evinin planını da kendisi çizmiş ve evine isim veren ilk şairimiz olmuş. En büyük takıntısı: "Sol tarafında kimseyi yürütmemekmiş."

Ahmet Haşim

Hastalık derecesindeki takıntısı: "Toprak yemesiymiş."

Haşim’in şiirlerinde hep gün batımı, gece, ay ışığı, hüzün olmasının sebebi "Çirkin olmasıdır" derler.

Tomris Uyar

Üç büyük şairi (Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever) kendisine tutsak eden kadınmış…

Cemal Süreya

Sevgili Cemal soy ismindeki iki "Y" den birini bir iddia sonucu kaybetmiş.

O sebeple soy ismi tek “Y” ile yazılıyormuş.

Orhan Veli

Ölümü belediyenin açtırdığı bir çukur yüzündenmiş. Çukura düşmesi sonucu başından yara almış ve ölüm sebebi bu olmuş.

Cemil Meriç

En ünlü sözleri kitap okumak üzerine olan Cemil Meriç, gözlerinde oluşan bir rahatsızlık nedeni ile yazıları okumayacak duruma gelmiş. Gözleri göremez duruma geldiğinde ise yakınlarının yardımı ile yazmaya devam etmiş hatta en verimli eserlerini gözlerinin görmediği dönemlerde kaleme almış.

Sabahattin Ali

Sabahattin Ali su gibi Türkçesi ile kitaplarını kaleme almıştı. Kısacık ömründe hayata her daim pozitif düşüncelerle bakan Ali, diksiyon takıntısına sahipmiş. Yanlış telaffuz edilen bir söz duyduğunda hemen bunu düzeltme girişiminde bulunurmuş. Hatta bu durumundan eşi Aliye Hanım oldukça rahatsız olur, bunu da kendisine söylermiş. Sabahattin Ali bu olayı arkadaşlarına "Aliye hanım bana bu yüzden fena içerliyor. Karı koca ağız tadı ile kavga edemiyoruz. Kavganın ortasında tutup diksiyon yanlışlarını düzeltiyorum" diye anlatırmış.

Ahmet Arif

Türkçeyi en iyi kullanan şairlerimizden Ahmed Arif aynı zamanda Zazaca, Arapça ve Kürtçe dillerini de biliyormuş. Ata binmeyi daha küçük yaşlarda öğrenen Arif, şahlanmayan ata binmezmiş. Yaşamının büyük bir bölümünde günde 4 paket sigara içen Ahmed Arif, tam bir sigara tiryakisiymiş.

Hüseyin Rahmi Gürpınar

Unutulmaz filmlerden olan Gulyabani filminin esinlenildiği aynı ismi taşıyan kitabın yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar temizlik hastasıymış. Öyle ki, bu özelliğinden dolayı hiç evlenmemiş ve devamlı eldivenleri ile gezmiş. Kendini sosyal ortamlardan soyutlayan büyük yazar, evde örgü örmekten çok hoşlanır. Yurtdışından yeni örgü modelleri getirtirmiş. Aynı zamanda örmediği ve yazmadığı zamanlarda mutfağına kapanır ve ev reçelleri yaparmış.

Yaşar Kemal

Yaşamı boyunca Türk edebiyatına sayısız eser bırakan usta kalem Yaşar Kemal çocukluğunda pek bir talihsiz olaylar yaşamış. Babası Van’dan göç ettiği sırada yanına aldığı Yusuf isimli bir çocuğu kendi çocukları ile birlikte büyütmüş.

Yusuf’un camide namaz kılarken babasının kalbinden bıçaklayarak öldürülmesine tanık olan büyük yazar, 12 yaşına kadar kekeleyerek konuşmuş.

Sağ gözündeki durum ise daha küçük yaşlarda eniştesinin kurban kesmesini izlerken bıçağın bir anda fırlayarak Yaşar Kemal’in gözüne gelmesi ile kör olmasına neden olmuş.

Ümit Yaşar Oğuzcan

Söylenenler göre Ümit Yaşar yirmi üç kez, kendi sözlerine göre de üç kez intihara kalkışmış.

1973 yılında Ümit Yaşar Oğuzcan’ın on yedi yaşındaki oğlu Vedat Oğuzcan, Galata Kulesi’nden aşağı atlayarak intihar etmiş. Rivayet odur ki, cansız bedeni yerde yatarken avucundaki kâğıtta bir not yazılıdır:

“Baba intihar öyle edilmez, böyle edilir!”

KİM ASİL?

Son günlerde gelen vergi haberleri üzerine bu yazı bal-kaymak olacak gibiydi.

O sebeple sizlere aktarmak istedim.

Belki bazı yerlerde şu resme rastlamışsınızdır.

"At üstünde çıplak, utangaç bir kadın..."

Bu güzel kadının adı Lady Godiva'ymış

 Hikâyesi ise şöyle:

"Lady Godiva, hem sadakatin, hem başkaldırının, hem tutkunun, hem de şefkatin göstergesiymiş…"

Halk, 11. yüzyıl'da İngiltere Coventry'de uygulanan ağır vergilerden isyan halindedir.

Vergileri arttıran Lord Leofric'in eşi Lady Godiva, halktan yana tutum alır.

Eşini vergileri indirmesi yönünde ikna etmeye çalışır.

Lady'nin ısrarından rahatsız olan Lord Leofric, eşine asla kabul edemeyeceğini düşündüğü bir teklif yapar.

Lady Godiva'nın at sırtında, sadece saçlarına sarınarak, Coventry sokaklarını boydan boya çıplak geçmesi koşuluyla vergi yükünü azaltma teklifinde bulunur.

Lady Godiva'nın buna cesaret edemeyeceğine inanan Lord, eşinin baskılarını bu şekilde kıracağını düşünür.

O an geldiğinde, Lady Godiva atının üzerinde vakur ve kendinden emin olarak sokaklardan geçmeye başlar.

Ancak bu durumu öğrenen halk, dükkanlarını kapatır evlerine girer.

Lady'nin onuruna kimse sokağa adımını atmaz, hiçbir pencerenin perdesi aralanmaz.

Lady'nin bu cesur davranışı karşısında, ona duydukları derin saygıyı gözlerini kapatarak gösterirler.

Lord Leofric eşine verdiği sözü tutar, vergileri, indirir.

Bu olaydan sonra Lady Godiva'nın cesareti, kararlılığı, saflığı, tutkusu ve güzelliği pek çok sanatçıya ilham kaynağı olur.

Şimdi şuna karar vermeli?

Kim daha asil?

Halkı için bunu yapan Lady mi?

Vergileri indiren Lord mu?

Yoksa bu davranışın karşısında asil davranan Halk mı?