Ne domuz etiymiş be!
Koskocaman müesseseyi bir anda yıkacaktı neredeyse.
Neden?
Çünkü domuz haram.
Eee!
Çalmak, çırpmak da haram.
Yalan söylemek, dolandırmak da haram.
Halkın parasını çar-çur etmek de haram.
Ama bunları yapan kimse yıkılmıyor.
Yahu akıl var, mantık var!
12 bin çalışanı olan biri domuz eti mi kullanır?
Salak olması lazım.
Hazır işi bozacak değil ya?
Müslüman mahallesinde salyangoz satacak değil ya?
Sanki domuz eti her daim bulunan bir şey.
Nereden ve nasıl bulacaksın 12 bin çalışan olan bir müesseseye?
Bilmem kaç şubesi olan işletmeye?
Bizim halkın anında infaz etme gibi bir huyu var.
"Bende yok, onda da olmasın" mantığı mı?
"Kıskançlık mı?"
Anlaşılamadı tarih boyunca.
Dünyayı ele geçirmiş Yahudilere bakalım.
Adamlar her yerde, her sanayide, her ticarette hep önde.
Birisi yazmış, yayımlamış.
"Bunlar nasıl beceriyor bu işi?" diye.
Bakın nasıl beceriyorlarmış?
Yahudiler ticareti sermayenin gücüyle yapar, her zaman yedek akçeleri vardır. Bizde ise tüm sermaye ticarethaneye, şirkete ya da lüks araçlara yatırılır.
Yahudiler, kuşaklar boyu aynı işi yapar, ailelerinin bilgi birikimini korur ve aktarır.
Babası eczacı olan bir Yahudi’nin dedesi ve torunları da genelde eczacıdır.
Bizde ise babadan oğula geçen iş nadirdir, evlat babasını beğenmez.
Bu yüzden Türk ailelerinde ticari bilgi birikimi oluşmaz ya da nesiller arasında aktarılmaz.
Yahudiler kazançlarını gösterişsiz yaşar, 10 liralık sermaye ile 1 liralık hayat sürerler.
Bizde ise serveti gösteriş için kazanır, 10 liraları varsa 100 liralık yaşamayı severler.
Gösterişte kullanılmayan serveti “Lüzumsuz” görürler.
Yahudiler, mal satarken kazancı görür görmez malla vedalaşır, duygusal bağ kurmazlar.
Bizde ise mallarına âşık olur, satmamak için direnirler.
Sattıkları mala pişman olur ve yıllar sonra bile konuşurlar.
Asıl önemli olan, elde edilen parayı nasıl değerlendirdiğinizdir.
Yahudiler, çocuklarını başka Yahudi ailelerin iş yerlerinde çalıştırarak farklı ticaret kültürlerini öğrenmelerini sağlar.
Bizde ise çocuklar babalarının iş yerlerinde “Prens” ya da “Prenses” gibi büyür.
Yahudiler, dünyayı gezip yenilikleri takip eder, gelişmemiş ülkelere yeni ürünler getirerek para kazanır.
Bizde ise gezmeye vakit yoktur ve aynı yolda yürümeye devam ederiz.
Yahudiler, iş yaptıkları insanları kalkındırmanın kendi kazançlarını artıracağına inanır.
Biz ise iş yaptıkları insanları rakip görür, onların zarar etmesinden keyif alır.
Yahudilerde dayanışma kültürü vardır. İş yaparken birbirleriyle dayanışma içindedirler.
Birbirlerine el verirler. Ticarette birlik ve beraberlik içinde hareket ederler.
Bizde ise dayanışma yerine savaş vardır. Birbirimizin kuyusunu kazmaya meraklıyızdır.
Hasetle hareket ederiz.
Başarana çamur atarız.
Başaranın tepesi üstü çakılması için elimizden geleni yaparız.
Aynı Köfteciye yaptığımız gibi…
SEN NEYMİŞSİN BE ŞİRİN!
Şirinleri adlı çizgi macerayı bilmeyeniniz yoktur.
Çocukluğumuzda televizyon olmadığından Şirinlere yetişemedik.
Ancak bu çizgi film, Amerika'da bir dönem Komünizm propagandası yapmakla suçlanmış gösterimi yasaklanmıştı.
Nedeni bizce mantıksız gelen, ama Amerikan düşünce tarzına göre propagandaydı.
Şirinlerin, para olmadan komünal bir yaşam sürmeleri, Şirin babanın Karl Marx'a benzemesi ve kızıl şapka giymesi Amerikalıları rahatsız etmiş.
Bilindiği üzere Şirinler köyünde;
Herkes kendi işini yapar,
Herkes aynı kıyafeti giyer.
Çizgi filmdeki Şirinlerin düşmanı Gargamel, papaz cübbesi giyer ve dini sembolize eder.
Gargamel, altın ve para düşkünüdür (kapitalizm) ve Şirinleri yeme (misyonerlik) gibi temsil ettiği karakter bünyesinde pek çok gizli unsur bulundurduğu iddia edilmişti.
Şirinler (Fransızcası: Les Schtroumpfs) olan çizgi filminin yaratıcısı, Belçikalı çizer "Pierre Culliford" un kısa adı "Peyo", bir sosyalisttir.
Aslında iddialar doğruydu.
Çünkü Peyo, yaptığı çizgi filmle bir mesaj vermek ve emperyalist Amerika'ya karşı bu yolla propaganda yapmak istemiş.
Şirinler köyünde hiç ibadethane bulunmaz.
Kural ve kutsal yoktur.
Para kullanılmaz ama herkes kendine gerekli olan şeyleri bedava edinir.
Tembel şirin bile hiç bir iş yapmadığı halde bütün şirinlerle aynı standartlarda yaşamaktadır. (Tembellik hakkı)
Şirin çileği tarlaları sadece bir şirine ait değildir. Bütün şirinler bu tarlada hak sahibidir.
Gargamel'in kedisi "Azman" ise (orjinalindeki adı Azrail'dir) ABD'nin peşinden ayrılmayan küçük ülkeleri sembolize eder.
Ayrıca şirinlerin İngilizce yazılımı "SMURF'' tur.
Bu da "Socialist Men Under Red Flag" yani, "Kızıl Bayrak Altında Yaşayan Adamlar" anlamına geliyor...
Sanatın başka yönü de bu işte.
Akıllı olup, istendiğinde propagandayı sanatla bile yapmak…
KIYMETİMİZİ BİLİN!
Yaşı "50/75 arası olanlar" mutlaka okusun diye bir yazı buldum.
Ben de bu gruba girdiğimden ilgimi çekti.
Bizi bize anlatmış özet geçerek.
Anlatılanlar ise doğru mu?
Doğru…
1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya "Merhaba" demiş en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında olan bizlerden bahsetmiş.
Bizim için "18’lik deli taylar gibi ideallerinin peşinden koşan hesapsız bir nesil" diye bir cümle kurmuş.
Daha sonra devam etmiş;
"Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…"
"Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…"
"Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş, bir garip nesil…"
"Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…"
"Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…"
"Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…" diyor.
Doğru mu?
Yüzde 99 doğru.
Ekliyor anlatıma:
"Ama hepsi ders verecek kadar bilgi sahibi..."
"Harp görmüş, darp görmüş…"
"En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…"
"En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…"
"Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil..."
"Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış."
Bunlar bu neslin;
Üretim harikası mı?
Yoksa;
Üretim hatası mı?
diye sormuş yazıyı kaleme alan.
"Ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız, hesapsız bu vatanı sevmiş…" diye gerçeği söyleyerek onore etmiş bizi.
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim.
"Çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…"
"Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…"
"Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmış…"
"Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…"
"Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış."
"Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır" özel bir nesil…
"Görevini, sorumluluğunu bilen…"
"Onuru için bir pireye bir yorgan yakan"
"Öfkeli hırçın bir acayip nesil..."
1950 ile 1970 yılları arasında doğanlara iyi bakın, çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti…
Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, sertti…
Onun için1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin.
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı, sözlü yakın tarih kitabıdır…
Sosyal medyaya düşkün gençlerimiz bu yazıyı okurlarsa tabi…
PLAKALAR
Sosyal medyada görünce resmi hemen geçmişini sorgulamak geldi.
Bu plakalar ne zaman ilk defa kullanılmıştı?
Biz de ne zaman kural olmuştu?
Araştırdım tabi.
Araçlara plaka takılması 128 yıl önce 14 Ağustos 1893 tarihinde Fransa’da başlamış.
Fransa'da, saatte 30 kilometre hız yapan bütün motorlu araçların üzerinde "Araç sahibinin adı, adresi ve ruhsat numarası" yazılı bir plaka olması kuralı uygulanmış.
Fransa’nın ardından kısa süre sonra Belçika, ardından da İngiltere ve nihayet bütün dünya bu uygulamayı benimsemiş.
Türkiye’de ise daha önce motorlu taşıt sayısının az olması sebebiyle yaygın bir plaka düzenlemesi yoktu.
Şehirlerin adının kısaltılmış harfleri ve 3 ya da 4 rakam kullanılıyordu.
Türkiye'de 27 Eylül 1962’de yayınlanan yönetmelik uyarınca araçlara plaka uygulamasına geçildi.
Tüm illere ayrı bir kod verilerek plakalar belirlendi. 06 Ankara’nın, 34 İstanbul’un plaka sembolü oldu.
İlk olarak 67 vilayete göre kodlanan şehirlere, sonradan il olan ilçelerin kodları eklendi.
Günümüzde 81 vilayete göre kodlama halen uygulanıyor.
Bilindiği üzere bazı plakalar değişik renklerde olabiliyor.
Çoğumuz bunları ne manaya geldiğini bilmeyiz.
Ülkemizde standart olarak araç plakaları beyaz zemin üzerine siyah font ile yazılır.
Siyah zemin üzerine beyaz font ile hazırlanan plakalar;
Kamu kurum ve kuruluşları bünyesine aittir.
Bunlar; ambulans, bakanlık araçları, itfaiye gibi araçlarda kullanılıyor.
Ancak meslek odaları ve federasyonları gibi kamuya bağlı kuruluşlarda da siyah plaka kullanılabiliyor.
Mavi zemin üzerine beyaz font yazılı plakalar;
Emniyet Genel Müdürlüğü'ne tahsis edilen araçlarda kullanılıyor.
Yeşil zemin üzerine beyaz font ile yazılan plakaları;
Yabancı ülkelerin Türkiye’de görevlendirdiği diplomatik temsilcileri kullanıyor.
Sarı zemin üzerine siyah font ile hazırlanan plakalar;
Henüz tescil işlemi gerçekleşmeyen araçlarda kullanılır.
Kırmızı zemin üzerine altın sarısı font ile hazırlanan plakalar;
TBMM ve Anayasa Mahkemesi başkanları, vali ve bakanlar, genelkurmay başkanı ile Cumhurbaşkanı aracında kullanılır.
Kırmızı zemin üzerine beyaz font ile yazılan plakalar;
Emniyet müdürü, kaymakam ve rektör gibi kamu kurumlarında görev yapan üst düzeydeki kişiler tarafından kullanılır.
Şahıs ismi, şirket adı yazılı plakalar;
İlçe Emniyet Müdürü tarafından onaylandığında küçük farklar ile düzenlenebiliyor.