Etrafıma bakıyorum da bizim zamanımızdaki gençlik ile şimdiki zaman arasında yaşam tarzı değişti.

Şimdiki çocuklar pek özgür maşallah.

Çoğu belli yaş sınırına gelince “Özgürlük!”, “İnsan hakları!” kapsamında direterek ailelerinden ayrılıp başka bir eve çıkıyorlar.

Kız veya erkek çocuk için pek fark etmiyor.

Durum böyle olunca da karşı cinsle olan münasebetler de farklı oluyor.

Nihayetinde dönüp dolaşacağım konu evlilik ve boşanma olacak tabi.

“Haydi evlenelim bari, bizimkiler çok tepkili” şeklinde başlayan yolculukların sonu genellikle hüsrana dönüşüyor.

Evlenmenin bir dolu sebebi var;

Roman olacak aşk evlilikleri,

Yaşlanınca kendisine partner olacak kişiyi seçme evliliği,

Evlilik öncesi kalınan hamilelik sonucu yapılan mecburi evlilikler,

Geçici hevese dayalı evlilikler,

Sırf evlenmiş olmak için yapılan evlilikler,

Mahalle baskısıyla yapılan evlilikler,

Aile baskısıyla yapılan mecburi evlilikler gibi çeşitleri mevcut.

Ciddi evlilik kurumu böylesine ucuz sebeplerle kurulunca, akdinin sonlanması da çabuk oluyor tabi.

Birbirinden tamamen zıt iki inanın bir araya gelmesi ile kurulacak olan aile birliğini sürdürmek, yaşatmak kolay değil.

Bir takım tavizler, fedakârlıklar gerektiriyor.

TÜİK verilerine göre, Türkiye’de evlilik sayısı her geçen yıl azalmaya başlamış.

2010'da 582,7 bin olan evlilik sayısı, 2023'te 565,4 bine gerilemiş.

Bin kişi başına evlenme oranını ifade eden kaba evlenme hızı ise 2001-2023 yıllarında önemli bir düşüş yaşamış.

Buna karşılık;

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2024 yılında boşanma oranlarında önceki yıllara kıyasla önemli bir artış görülmüş.

2024 yılında Türkiye’de toplam boşanma sayısı 210 binin üzerine çıkmış.

Bu rakam bize, 2023 yılına göre %15 oranında bir artış olduğunu anlatıyor tabi.

Buna sebep olarak geçimsizliğin yanında sosyal ve ekonomik sebepler de sayabiliriz.

2024 yılında boşanma davalarının %57'sinde davayı açan taraf kadın olmuş.

Erkekler tarafından açılan boşanma davaları ise %43 oranındaymış.

Eğitim seviyesine göre ise boşanma istatistikleri şöyleymiş;

Üniversite mezunu çiftlerde bu oran:

%27'nin üzerinde,

Lise mezunu çiftlerde bu oran:

%37 civarında,

İlköğretim mezunu çiftlerde bu oran:

%42'ye yaklaşmaktaymış.

Yaş gruplarına göre ise şöyleymiş;

20-29 yaş arasındaki çiftlerde:

%32.

30-39 yaş arasındaki çiftlerde:

%42.

40-49 yaş arasındaki çiftlerde:

%22.

50 yaş ve üzeri çiftlerde:

%12 olmuş.

Etrafıma baktığımda boşanma sebebi olarak genellikle erkeğin aldatma ile ilgili aşırı eğilimi ön plana çıkıyor.

“Madem sadık kalmayacaksın neden evlendin?” şeklinde bir soruyu hak etmiyor değiller.

Kanuna göre bu suç.

Evlilik akdini ihlal.

Ama günümüzde kanundan korkmak, çekinmek gibi bir kavram kalmadığından herkes istediğini yapabiliyor.

Ülkemizde yabancı evliliklerine bakıldığında ise nerelere geldiğimizi görebiliriz..

13 milyon göçmen, mülteci barındıran ülkemizde Yabancı Gelin sayısının 23 bin 687 olması çok doğal.

%14.6'sı Suriyeli,

%10.1'i Azerbaycanlı ve

%9.8'i Özbek uyruklu gelinlerimiz var.

Sayıları 4 bin 976 olan Yabancı Damatlarda ise dağılım şöyle olmuş:

%25.2'si Alman,

%20.7'si Suriyeli ve

%5.5'i Avusturyalı.

Beni en çok şaşırtan Avusturya oldu.

“Ne alaka?” diyesim geldi.

Uzmanlar boşanmaların, şu konulardan kaynaklandığı yönünde birleşiyorlar;

İşsizlik ve ekonomik stres, kadınların ekonomik bağımsızlığı, değişen aile yapıları.

Evlenmek gibi boşanmak da elbette bir durum.

Ancak ortada kalan çocuklar açısından bakıldığında, bu evliliklerin arkasından acı hikâyeler yazılmaya devam ediyor…

FIKRA GİBİ KALECİ

Fotoğraftaki kaleci "Daniel Badislav" adında bir Rumen olup 130 kg ağırlığındaymış.

“Bu kiloyla nasıl olmuş da futbolcu olmuş?” diye merak edenleriniz varsa sebebi çok basit:

Bu kalecinin annesi oynadığı takımın finansörlerinden biriymiş.

"Ciorogarla FC" Takımında görev yapan "Daniel Badislav" sayesinde takımı ikinci ligden dördüncü lige düşmüş.

Ama kulüp onu kovamamış.

Aslında futbol hayatına forvet oynayarak başlayan Daniel, diğer oyunculara yetişecek kadar hızlı koşamadığını fark edince kaleci olmayı seçmiş.

Oynadıı "Ciorogarla FC" takımında dört koçun istifa etmesine, bir diğerinin kalp krizinden ölmesine ve bir oyuncunun takımdan kalıcı olarak emekli olmasına neden olmuş.

Hala takımda kalecilik yapan Daniel, rakipleri arasında en yüksek maaşı alan oyuncu olarak gösteriliyor.

Badislav Daniel, hayalinin Rumen devi “Rapid Bucharest”te oynamak olduğunu söyledi.

Bunun gerçekleşmesi için Badislav Daniel’in performansının değil, annesinin bu takıma vereceği finansal desteğin daha önemli olacağı kanısındayım.

EN İYİ LİMON SIKAN ADAM

Bu aralar sosyal medyada en çok paylaşılan fıkra bu, bilmeyenlere de ben aktarayım istedim.

Lokantanın birinde o yörenin en tanınmış pehlivanı çorba içiyormuş.

Derken zayıf cüsseli, kel bir müşteri daha girmiş içeriye.

O da çorba istemiş.

Hem de en ucuz mercimek çorbası istemiş.

Garson çorbayı getirmiş, müşteri limon istemiş.

Garson;

 "Beyefendi son limonu şu karşıdaki beye verdim maalesef limonumuz kalmadı" demiş.

O sıska görünümlü müşteri de;

 "Olsun o beyefendinin sıktığı limonu getir" demiş.

Garson da;

"Aman beyefendi o buraların en namlı en güçlü pehlivanı onun sıktığı limonda su mu kalır" diye ısrar etmiş.

 Kel müşteri;

 "Olsun kardeşim sen getir" diye sertleşmiş.

Pehlivan da olanları göz ucuyla seyretmekteymiş.

Garson gitmiş pehlivanın masasındaki sıkılmış limonu getirip ve masasına bırakmış.

Pehlivan sıkılmış limonun suyunun çıkmayacağını bildiği için bıyık altından gülüyormuş.

Yeni gelen o sıska görünümlü müşteri suyu sıkılmış limonu almış ve öyle bir sıkmış ki çorbaya inen suyun şıkırtısı öbür masalardan duyulmuş.

Hem Pehlivan hem de diğer müşteriler şaşkınlık içinde kalmışlar.

Özellikle gururu da kırılan Pehlivan sıska müşterinin yanına gitmiş ve:

"Bu yörede gücü ile nam salmış en ünlü pehlivan benim. Sen kimsin ki bu limondan hala su çıkartabildin? Bu ne kuvvet böyle! Bana adını bahşeder misin yiğidim" diye sormuş?

“Tabii!” demiş cılız adam, “Ben Mehmet Şimşek...”

GÜNDEM NE?

Ülkenin gündemini değiştirmek için olmadık konulara parmak basıp gündem yaratan iktidarımız, yine bu işi başarmak üzere.

Açılım, çözüm süreci diyerek konuyu Anayasaya bağlayan muhalefet el birliği ile ekonomik sıkıntıları unutturuyor, gündemden düşürüyor.

E sonra da anketlerde 3. Parti konumuna düşen CHP ağlıyor.

Cumhur İttifakının küçük ortağı da “Öcalan” adını ortaya sürerek ekmeğe, yağ, bal sürüyor.

ASAL Araştırma şirketinin yaptığı araştırmada vatandaşa sorulmuş:

“Türkiye'nin en önemli sorunu nedir?”

Açık bir farkla şu sonuç çıkmış:

“Ekonomi…”

Dağılım şöyle:

Ekonomi: %56.8

Adaletsizlik: %8.2

Mülteciler: %5.0

İşsizlik: %4.5

Eğitim: %4.2

Şiddet olayları: %3.5

Ahlaki değer kaybı: %2.0

Güvenlik/Asayiş: %1.8

Kentsel dönüşüm/Deprem: %0.9

Terör: %0.8

Sağlık: %0.5

Her şey sorun: %5.7

Diğer: %3.1

Sorun yok: %0.6

Fikrim yok/Cevap yok: %2.4

Bizim siyasetçinin gündemi ne?

Anayasanın ilk dört maddesi,

Çözüm süreci,

CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı,

Yumuşama,

Kredi kartı limiti,

Filan.

Yeni gündem Kemal Kılıçdaroğlu’nun mahkemeye polis kuvvetiyle getirilmesi.

Bu da en az 1 hafta sürer.

Son günlerin meşhur atasözü şudur:

“Mehmet oğlum sen işleri ayarla, ben gündemi meşgul ederim….

CHP “Muhalefet ediyorum” diye övünmesin.

Onu ben bile şu köşeden daha iyi yapıyorum.

İş gündemi oluşturmak.

CHP ne yapıyor?

AKP’nin peşine düşmüş gidiyor.

AKP’lilerle konuşuyorum;

“22 yıl iyi dayandınız... Helal olsun.”

dedim, cevapları şöyle oldu “Allah razı olsun CHP’den…”

İktidar çözüm dedi, Özgür Özel önce Selahattin Demirtaş’a, sonra da Diyarbakır’a gidecekmiş.

E bizim geçim sıkıntısı ne olacak?

Ekonomi işi?

Ben size bir şey diyeyim; “Bu aslında arz-talep işi. Halk istemiyorsa CHP ne yapsın?”

Biraz da böyle bakmak lazım.

Başka ülkede olsa millet sokaklara dökülür bu ekonomi karşısında.

Bizdekiler yaymış kendini öyle bakıyor “Birleri çıksın da bizi kurtarsın” diye.

Neyse madem gündem Öcalan’a kaydı, ben de katılayım yorumumla.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin “Teröristbaşı buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin” dedi mi?

Dedi.

Bu konuşmanın içinde neler var neler?

İlk çözen de İYİ Parti Genel Başkanı Musavat Dervişoğlu oldu ve dedi ki:

“Terör örgütünü devlet tasfiye eder.

Terörün bittiğini de devlet ilan eder!

Teröristbaşından hüküm bekleyene devlet değil, gaflet ve dalalet denir!”

İşte bu.

Devlet ciddiyetle yönetilir.

Devlet kimseden medet ummaz.

Gereğini her türlü imkânlarını kullanarak yapar…

O sebeple lütfen siyasi de olsanız seçtiğiniz kelimelere lütfen dikkat ediniz.

Karşınızda Devlet var, çadırcılar değil.

Bu mevzu kapanır inşallah ve biz asıl gündemimiz olan ekonomiye tekrar döneriz.

AYARIMIZ KAÇMIŞ

“Ayarım kaçtı…” şeklinde bir laf kullanırız değil mi?

Halsiz olduğumuzda, işler ters gittiğinde kullanırız bu deyimi.

Aslında böyle bir şey varmış biliyor musunuz?

Prof. Dr. Taner Demirer açıklamış ve demiş ki: “Kalıcı yaz saati Türkiye'deki kanserlerin artmasındaki en önemli nedendir…”

Buyurun buradan yakın.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Taner Demirer, kalıcı yaz saati uygulamasına ilişkin olarak şunları demiş: "Biyolojik ritmin bozulması nedeniyle Türkiye'de kanserlerde önemli ölçüde artış oldu. Kalıcı yaz saati Türkiye'deki kanserlerin artmasındaki en önemli nedendir."

Kalıcı yaz saatinin gerçekten bizim ayarımızı bozduğunu biliyorduk ama bu derece ciddi boyutlarda olduğunu bilmiyorduk.

"Kalıcı yaz saatini uygulandığınızda hücredeki DNA tamir mekanizmasını bozuyorsunuz" ifadelerini kullanana Hoca,

"Vaka sayısı 160 binden 250 bine çıktı" diyerek konuya dikkat çekmiş;

“Bakın şimdi çok önemli bir şey söyleyeceğim bir bilim insanı olarak. Biyolojik ritim son derece önemlidir. 3 ABD'li bilim insanı 2017 yılında gece-gündüz ritminin insan düzeyinde hücre etkisini moleküler düzeyde araştırdıkları çalışmalarıyla Nobel Ödülü aldılar. Biyolojik saati bozduğunuzda yani kalıcı yaz saatini uygulandığınızda hücredeki DNA tamir mekanizmasını bozuyorsunuz. DNA tamir mekanizması çok önemlidir. DNA kendini tamir edemezse hücre kendini kanser hücresine çeviriyor. Biyolojik ritmin bozulması nedeniyle Türkiye'de kanserlerde önemli ölçüde artış oldu. Kalıcı yaz saati Türkiye'deki kanserlerin artmasındaki en önemli nedendir. 5-6 yıl önce 160 bindi vakamız şimdi yılda 250 bin vakamız var." diyerek yaz saati uygulamasının nelere mal olacağını açıkça ortaya koymuş.

Bu açıklama sonrası iktidarımız inşallah oynadığı ayarlarımızı tekrar yerine getirir de sağlığımıza kavuşuruz.

Yoksa büyük vebal altında olacaklar…