22 Yıllık AKP iktidarını bırakın yıkmayı, sallayamayan bir muhalefet yapmıştı CHP.
Ancak son yerel seçimlerde aldığı sonuçlarla AKP’yi sarstı ve kendine getirdi gibi.
Bu başarı sarhoşluğu ile birlik içinde olan CHP; yine eski sistemine dönerek iç kavgalarına, çekişmelerine, bölünmelerine dönmeye çalışıyor.
CHP’nin huyu bu.
Kırk yıllık CHP’yi tanımaz mıyız?
Eskiden bu parti için kullanılan bir tabir vardı:
“Amip gibi bölünmek…”
Ne zaman başarı elde etseler, ne zaman iktidar olsalar illa bir bölünme yaşarlar.
Her kafadan bir ses çıkar, dağılıp dururlar.
Sonra içlerinden akıllı biri çıkar dağılanları toplamaya çalışır.
Tabi bu süre oldukça uzun sürdüğünden diğer taraftakiler “Atlarını alıp Üsküdar’a geçerler.”
Genel seçim kaybeden Kılıçdaroğlu’nu alaşağı edenler, Özgür Özel’i getirdiler.
Saçlar şekillendi, gözlükler atıldı ve yeni bir lider yaratıldı.
O heyecanla, o hevesle yerel seçime gidildi ve “Bu CHP başaracak galiba” şeklinde seçmende bir etki bırakıldı.
Oylar alındı ve 47 yıl sonra CHP, yerelde iktidar oldu.
Ama kaşıntı başladı.
Her zamanki gibi.
Daha seçimin üzerinden 1 yıl geçmeden “Seçimli kurultay” sloganları atıldı.
Lan! bi durun!
Bizim burada şöyle derler:
“Adamın şeyi daha denize gitmedi.”
Partide Klasikçiler, Özgür’cüler, Kılıçdaroğlu’cular, İmamoğlu’cular, Mansur’cular dolu.
Kimin nereye savrulduğu belli değil.
İki partili konuşurken birbirinden çekiniyor.
“Acaba bu hangi kanattan?” diye.
Özet olarak Genel Merkez siyaseti ile İl Başkanlarının siyasetinde “Senkron kayması” yaşanıyordu.
İl başkanları bu duruma el koymak istercesine bir açıklama yaptı.
Bu açıklamada şöyle dendi:
“Odaklanılması gereken gündem;
‘Açlık sınırının altında kalan ücretler, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, sığınmacılar, kadın ve bebek cinayetleri’ olmalıdır…”
“Erken seçimin daha yüksek sesle dile getirmek…”
Vekillere ise:
“Kişisel ikbal peşinde koşmayın. CHP iktidarı için çalışın” çağrıları yapıldı.
81 İl Başkanının ortak açıklaması, genel merkezin siyasetine ayar vermişti adeta.
“Hooop! Kardeşim! Biz neyle uğraşıyoruz, siz ne yapıyorsunuz?” der gibiydiler.
Şimdilik son noktayı il başkanları koyunca ortalık bi duruldu.
Sakinledi.
Ama bunun böyle gideceğinden emin olmayın, yakında yine alevlenirse de sakın şaşırmayın…
AİLE HEKİMLERİ
Bu ülkede herkes dertli.
Ama aile hekimleri başka bir dertli.
Öyle ki bu dertlerini sokaklara taşıdılar.
Hani Orhan Gencebay’ın bir şarkısında dediği gibi;
“Dertliyim derdim dünyadan büyük”
Aile Hekimleri de resmen arabesk bir durumdalar.
Karmakarışık yani.
Bu iktidar tarafından getirilen Aile Hekimliği bir ok vatandaşın derdine çare olmuştu.
Belki de sağlık sisteminde AKP’nin yaptığı en iyi işlerdendi.
Sonra ne oldu?
Doğumdan hemen sonra sokağa atılan bebekler gibi oldular.
Sahip çıkan olmadı,
Sürekli olarak dışlandılar, üvey evlat gibi.
Bu da yetmiyormuş gibi, çıkartılan yönetmelikle “Ölüm fermanları imzalandı…”
Peki dertleri neydi?
1 Kasım'da yürürlüğe giren yönetmeliğin, iş yükünü artırdığı ve çalışma koşullarını zorlaştırdığını öne sürüyorlar.
Bu yönetmelikte ne var?
Yeni yönetmelik kapsamında aile hekimlerine;
Hastalara yönelik hizmet performansına göre puanlama yapılak.
Bu sistem, hekimler üzerinde aşırı baskı oluşturacak,
Bu suretle sağlık hizmetinin kalitesini düşecek,
Bazı hizmetleri gerçekleştirmeyen ya da eksik yapan hekimlere çeşitli cezalar verilecek,
Bu ceza sistemi keyfi cezalandırmalara yol açabilecek.
Bu ve bunun gibi birçok konuda dertliler.
Ülkemizdeki sağlık sorunları sanki yokmuş gibi bir de Aile Hekimleri ile ilgili sorunlar eklendi.
Vatandaş bu konuda henüz pek farkında değil ama ilaç veya muayene için ASM’lere gittiklerinde yüz yüze gelecekler ve işin vahametini anlayacaklar.
Bu sorunları daha detaylı olarak sizlere röportaj şeklinde aktaracağım…
ŞAŞIRMAK
Şaşırmak kelimesi kesinlikle bu AKP hükümeti için üretildiğine inanmaya başladım.
Şu 22 yılda şaşırmadığımız şey kalmadı.
Neler yaşadık, neler?
Hani alt alta toplasak yaşadıklarımızı, koskocaman bir liste olur.
En son şaşırdığım ise Afganlı bir doktorun hikâyesi.
Turhan Çömez anlatıyor:
“Ankara’da bir hastanenin aciline gittim bu gece. Muayene eden doktorla sohbet ettik.”
“Afganistanlıyım. Abim Afgan Ordusu’nda generaldi, Amerikalılarla çalıştı. Şimdi emekli, Kanada’ya yerleşti. Türkiye bizim için özel bir sınav açtı Kabil’de, kendi dilimizde, Peştuca. GATA’da okudum, askeri doktor oldum. Rütbem üsteğmen. Türk vatandaşlığı da verildi!”
Buyrun işte.
Şimdi siz sorun bakalım!
Neler oluyor?
Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) giriş soruları Peştuca’ya (Afgan dili) çevirip Kabil’e göndermişler.
Sınavı orda yapılmış.
Gelen Afganlar GATA’da eğitim alıp doktor üsteğmen olmuş!
Bunlara vatandaşlık da verilmiş!
Neden yaptınız?
Mütekabiliyet var.
Peki Afganistan’daki Askeri Tıp Fakültesi’nde okumak için, Ankara’da Türkçe sınava giren, sonra Kabil’e gidip eğitim alan, orada askeri doktor olup rütbe takan ve Afgan vatandaşı olan var mı?
Doktor anlatıyor:
“Almanya’ya gitmek için müracaat ettim. Şartları şuydu: ‘Almanca bilmeniz temel şart. Almanca Dil Seviyesi son yıllarda B2 seviyesine yükseltilmiştir. Hatta Psikoloji ve Psikiyatri gibi bölümlerde C1 seviyesi Almanca'ya sahip olmanız gerekmektedir.”
“Yahu” diyor adam, “Almanlar bile C1 seviyesinde konuşmuyorlar.”
Ülkemizdeki sağlıkta yaşanan doktorluk şu hale geldi;
Doktora gittiniz.
Aaa! Adam Suriyeli.
Hemen bir tercüman çağırılıp muayene oluyorsunuz.
Doktor-Hasta gizliliği hak getire.
Diyelim siz Afgan doktorsunuz.
Muayene için Suriyeli geldi.
O halde 2 tercüman gerekiyor.
Ne ülke ama?
22 yılda getirilen son durum.
Film olsa tanıtımı şöyle olurdu:
AKP Sunar…!
“22 Yılda Ne yaptık!”
“Bütün Cumhuriyet kazanımları olan fabrikaları, işletmeleri, arsaları, köprüleri, limanları, havaalanlarını, sattık!
“Yoksulluk bitecek” dedik, vatandaşın anasını ağlattık!
“Yolsuzluğu bitireceğiz” dedik, üzerine master yaptık!
“Yasaklar için 500 yıllık devlete ayıp olur” dedik, hapishanelerde yer bırakmadık!
Eğitimi cemaate bağladık,
Sağlığı tarikatlara aktardık,
Tarımı dipten çürüttük,
Ormanların kökünü kestik,
Denizleri bitirdik,
Çevreyi kirlettik,
Dışişlerini dış minnaklara bağladık,
İçişlerini göçmenlere devrettik,
Enflasyona tavan yaptırdık,
Maliyeye ithal bakan getirdik…
Tamam da paralarımız nerede?
Uçtu, bitti, yok oldu gitti…”
Peki sen ne diyorsun?
Efendim Afganlıyı doktor yapmışlar da,
Üsteğmen olmuş ta…
Adam 40 bin kişinin katili Öcalan’ı meclise çağırdı da şaşırmadık, şimdi kalkıp tüm bunlara mı şaşıracağız?
Atasözü meşhurdur:
“Kırk yıllık kani, oldu mu yani?”
BİZ BÖYLEYİZ!
Kavgaların en çok “Ne bakıyon len!’ diye çıktığı bir ülkede, otobüslere karşılıklı koltuk yapmak çok mantıklı mı gerçekten?
Dişini fırçalayan erkeği bulmuş da, macunu ortadan sıkmayanını istiyor.
Bak bak lükse bak…!
Arabada kemer takmak zorunluyken, otobüslerde milletin ayakta gitmesini bir anlatın lütfen!
Sadece bize özgü ikna şekli:
“Ölümü gör…”
Asansör çağırma tuşuna defalarca kuvvetlice basarak daha hızlı geleceğini zanneden tek milletiz…
Elini öptürmek istemeyip de, elini iyice aşağı indirip bizi yerlerde süründüren orta yaşlı akrabalarımız var.
Pizzayı yuvarlak yapıp, üçgen kesip, kare kutuya koyanla, evleri kare ve dikdörtgen yapıp, adını daire koyan kişi kesinlikle aynı kişi…
“Gözleri aşka gülen taze söğüt dalısın” diye bir şarkımız var.
Bu duyabileceğiniz “En kibar, en naif” şekilde “Odunsun” demektir.
Her defasında, “Ne yapıyorsun?” diye sorduğumda, her defasında, “Napiim, sen n’apıyorsun?” diyen arkadaş var.
Yıllardır ne yaptığını bilmiyorum.
“27653941 keredir diyorum size, şu sayıları okumuş gibi yapıp geçmeyin” diye…
Bizler “Arkası gelmez dertlerimin” şarkısını söylerken göbek atan bir toplumuz. Bu sebeple kimse bana normal olduğumuzu söylemesin. Yemem…
İnsanımız gariptir.
Camı siler “Ayna gibi oldu” der,
Aynayı siler “Cam gibi oldu” der…
En iyi tedaviye yollama şekillerimizden biri de şudur:
“Git bir elini yüzünü” yıka…
Pazarda çocuğunu kaybedince feryat figan ağlayan, ama çocuğunu bulunca da eşek sudan gelinceye kadar öldüresiye döven anneye ne denir?
Türk annesi…
Biz böyleyiz işte.
N’aparsın?
İŞİNİZE YARAYACAKSA?
Bizim Beşiktaş, geçen sene Türkiye Kupasını aldığı için bu sene Avrupa’daki UEFA kupasına katılmaya hak kazandı.
Rakip olarak ise İsrail ekibi Hapoel Tel Aviv futbol takımı çıktı.
Son bir yıldır, İsrail’in 40 bin Filistinliyi öldürmesiyle tırmanan kriz sebebiyle bu takım ‘Güvenlik’ gerekçesiyle maçlarını Türkiye’de oynamak istemediklerini UEFA’ya bildirmiş.
UEFA da, “Kusura bakmayın kardeşim mecbur gidip İstanbul’da oynayacaksınız. Ülkeniz Filistinlileri öldürürken düşünseydi” dememiş, “Tabi yahu, ne demek!” diyerek bu isteklerini hilafsız kabul etmişti.
Ve sonuç olarak bu maçın tarafsız bir sahada oynanmasına karar vermişti.
Nihayet maçın oynanacağı ülkeyi de açıklamış ve şu kararı vermiş;
“Macaristan’ın Debrecen kentinde seyircisiz oynanacak…”
Şimdi duruma bakalım;
Adamlar (uzaktan-yakından) Avrupa’da olmamalarına rağmen bir şekilde Avrupa kupalarında müsabaka yapma hakkını elde etmişler.
Ülkeleri dengesizi haksız bir savaş başlatmış, binlerce masumu halen de öldürüyor.
Ülke futbol takımı hala maçlarını oynamakta ısrar ediyor ve dayatıyor; “Şurada oynanamam, burada oynamam…” diye.
Haydi “Güvenlik gerekçesiyle korkuyorlar ve oynamıyorlar” diyelim.
Ama bir de “Seyircisiz” olmalı diyor.
Beşiktaş’ın en büyük kozu olan seyirciyi de devre dışı bırakıyorlar.
Buradan UEFA yetkililerine bir tavsiyem var.
Bu İsrail takımı maça 2-0 önde başlasın,
Hatta Beşiktaş bir gol atarsa maç bitsin…
Ne dersiniz?
İşinize yarar mı?