Cins dergisinin bu ayki sayısında “Dünya Türk Olsun” isimli bir makale yayınlandı. Bu makalede ilginç ve eğlenceli değerlendirmeler var. Ancak -ne yazık ki- konu yanlış zaviyeden ele alınmış. Yazının Atatürk ile ilgili bölümünde ise Güneş Dil Teorisi üzerinden Milliyetçilik fikrine üstü örtülü eleştirel bakış temellendiriliyor. Yazıyı dikkatli bir şekilde okuduğunuzda eleştirilerden sadece Atatürk değil “Milliyetçi-Mukaddesatçı” kesimin de nasibini almış olduğunu görüyorsunuz.
Yazıyı uzun uzun tahlil etmeyeceğim ama bu zihin yapısının Türkiye'de “Milliyetçilik” “Devlet” ve “Vatan” anlayışına bakışının sorunlu olduğunu düşünüyorum. Daha iyi anlaşılması için yazının sonundan bir pasaj vereyim: “Bugün eğer birileri hasbelkader üzerinde doğduğumuz toprağı, hasbelkader içinde yaratıldığımız kavmi ve zamanı yüceltiyorsa bu genellikle yanlış bir fikre saplandığı için değil bu iş ona çıkar kazandırdığı içindir.”(Savaş Ş. Barkçin, Cins Dergisi, Sayı 86, S.14-15) Yazının bu bölümünde sözü edilen milletten Türk Milleti, vatandan Türk Vatanı ve İçinde bulunduğu zamandan Türk Yüzyılı veya Cumhuriyetin 100. yıldönümünü anladım belki yanlış anlamışımdır. Doğru anladığım varsayımı ile yanlışları düzeltelim. Ben yazar gibi menfaat ithamında bulunmadan yazıyı yorumlayacağım. En azından konuyu tartışmaya sebebiyet verdiği için yazara da teşekkür etmek gerek.
Öncelikle yazarın atladığı iki kavramsal yanlışı düzeltelim. Birincisi Türk Milletine mensup olmak için – yazarın deyimiyle- “hasbelkader Türk” olarak doğmanız şart değildir. Türk milletine mensubiyet şuuruna sahipseniz Türk Milletine mensup olursunuz. İkinci olarak da; yazık ki Türk Milleti'nin önemli bir bölümü 5-6 kuşak öncesine kadar “Hasbelkader doğduğu vatanı kaybederek” Anadolu'ya göç etmiştir. Yani bir İngiliz'in veya Amerikalı'nın aksine Türk Milleti vatan kaybetmenin ne olduğunu yakın hatıraları ile bilir. Vatana duyulan derin muhabbet ve vatan vurgusu, sadece “hasbelkader bir toprak parçasında doğmaktan” veya menfaatten değil vatan kaybetmenin acılarının ne olduğunun bilinmesinden gelir.
Millet ve vatan kavramlarının istismarından menfi genellemeler yapmak, konuya yabancılaşmanın diğer örneğidir. Öncelikle kavramı ve fikri doğru verirseniz istismara kapı açmazsınız. Bir fikri sloganlara hapsederseniz orada istismarın olması kadar doğal bir şey olamaz. Türk olmayı Müslüman olmaya aykırı zanneden bir toplumda Türk vurgusu yapmak kadar doğal bir şey yoktur. Rahmetli Galip Erdem'in de bahsettiği üzere biz de İngiltere kadar güçlü olursak milletin ne önemi var diyebiliriz. Çöken bir imparatorluktan güç bela kurtarabildiğimiz yurdumuzu, bir daha kaybetmemek için topluma şuur verme çabasından rahatsız olmamak gerekir. Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirlerinin devletin gücü zirvedeyken çok olumlu sonuçlar verdiği bir vakıadır. Ancak güçten düştükçe durum değişmiş asli unsur olan Türk Milleti 200 yıl boyunca sürekli olarak soykırımlara maruz kalmıştır. Bu tarihi trajedileri bir daha yaşamamak için gereken tedbirleri almak zaruridir.
Yazar devlet kavramını “piyasa gibi bir kurum” olarak niteliyor. Öncelikle ifade edelim ki; Türk Milleti için devlet, sadece klasik fonksiyonları ifa eden lüzumlu bir araç değildir. Orhun Yazıtlarında dahi devletin ekonomik ve sosyal fonksiyonuna dair bölümler vardır. Hakanın görevleri arasında “aç halkı tok etmek, çıplak halkı giyimli etmek” alenen yazmaktadır. Yine devleti yönetenlerin topluma rehber olma onları uyarma zorunluluğu vardır. Yani devlet piyasa gibi bir kurum değildir. Kimse piyasa gibi bir kurum için hayatını riske atmaz. Türklerdeki devlet anlayışını -geçişkenlikleri reddetmemekle beraber- diğer Müslüman toplumlardaki devlet anlayışlarıyla aynileştirmek mümkün değildir. Her milletin kendine has devlet anlayışı vardır.
Yazarın Milliyetçilik fikrini doğru bilmediği kanaatindeyim. Ama konuları tartışmasını önemli buluyorum. Ne yazık ki; Milliyetçiler tarihsel sorumluluklarını yerine getirmemekte -az sayıdaki Türk Milliyetçisi istisna- fikri öğrenip anlatmakta zaaf göstermektedirler. Biz kendi cehaletimizi yenmezsek Millet selamete kavuşamaz...