ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ve Tilki Hikâyesi vardır.

Çoğunuz bilirsiniz.

Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış.

Filmin adı “Küçük Tavuk”

Bir kümes var.

Kümeste;

Birçok tavuk ile

Genç ve küçük horozlar,

Bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor.

Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor.

Yaşlı ve büyük horoz, “Tilki içeri girmesin” diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor.

Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük vaziyetteler.

Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki, bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor.

Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır alıyor.

Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor.

Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor.

Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyor.

Artık tavuklar, popüler olan genç ve gittikçe irileşen horozun etrafında toplanıyor.

Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor.

Kümeste bir tartışma çıkıyor; “Kapıyı açalım mı açmayalım mı?” diye.

Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri kaçıyorlar.

Bir süre böyle devam ediyor.

Hiçbir şey olmuyor.

Kümesteki tavuklar rahatlıyor.

Korkuları azalıyor.

Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor.

Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar.

Kümesteki her tavuk semiriyor.

Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor.

Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar.

Sonra hepsi mağaraya giriyorlar.

Sonra ne mi oluyor?

Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.

Çizgi film burada bitmiş.

Işıklar yanmış.

Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlayarak şu soruları sormuş:

1-Kümes NERESİ?

2-Yaşlı horozlar KİMLER?

3-Genç horoz KİM ve şu anda NELER YAPIYOR?

4-En önemlisi TİLKİ KİM?

Birçok kaynakta yayımlanan bu hikâye bize çok şey anlatıyor aslında.

Peki biz bunu biliyor muyuz?

Evet.

Ne yapıyoruz?

Şimdi neler yaptığımıza genel bir şekilde bakalım.

ABD’de yapılan seçimde kim kazandı?

Trump.

Bizimkilerde bir sevinç, bir sevinç.

Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu “Sözcü Gazetesine” verdiği röportajda bunu bize nasıl anlatmış…

Meğer kazınayağı öyle bildiğimiz gibi değilmiş.

Pamukoğlu PKK ile ilgili şunları söylüyor:

“Bu mücadele 40 yıldır devam ediyor. Örgütün;

Irak’ın kuzeyinde 8-10 bin,

Suriye’nin doğusunda da 70 bin silahlı gücü var.

Bunu sağır sultan da biliyor ve ABD desteğinde Amerikan subaylarının eğitiminde, tank ve helikopterleri de var.”

Şunu ekliyor sözlerine:

“PKK terör örgütünün siyasi hedeflerinde de değişen bir şey yok…”

Malumu ilan ediyor;

“Kandil’de PKK’yı kuran kadro halen orada duruyor.

İmralı’da başı,

Meclis’te de partileri var.”

PKK lafı can sıkıcı olunca ABD’nin ortaya YPG’yi çıkardığını söyleyen Pamukoğlu, ABD’nin amacını; “Orta Doğu’da bir Kürt devleti kurmak” olduğunu söyleyerek, “Siyasi hedef budur, ABD’nin idealidir ve vazgeçmiyor, ısrar ediyor.” şeklinde açıklamış.

Peki, bunu nasıl yapacak?

Pamukoğlu diyor ki: “Suriye’deki 70 bin kişiyi silahlandırılıp eğittiler… İsrail de bunu destekliyor ve İran ile Arapların arasına bir Kürt devleti sokmak istiyor.”

“Ama Trump seçildi, müsaade eder mi?” diye kendinizi aldatmayın.

Bakın Pamukoğlu bu durum için ne diyor?

“… Trump telaşlı adam Kürt devletine tam yol verir. Zaten seçtiği kadroya bakın, hepsi Türkiye aleyhinde ve bunun tersi zaten düşünülemez. ABD’de derin devlet var o da Pentagon. 5 bini kurmay ve mühendis 55 bin kişi, 50-70 yıllık planlar yapıyor...”

Pamukoğlu meclise çağırma olayına da değiniyor;

“Meclis’te görüşelim falan lafları var, bu işi omzundan atmadır” diyen Pamukoğlu hemen soruyor:

“Ne konuşacaksın?”

Konuya açıklık getiriyor:

“Terörist başı konuştu, ‘Silah bırakın’ dedi, bırakırlar mı? “

“TUSAŞ baskını bunu reddediyor. ‘Silah bırakın’ dese bile örgüt bunu kabul etmeyebilir. Buradaki oyun özerklik meselesi ve federasyon gibi bir yapılanma. Bu da ABD’nin planı...”

ABD’nin her zaman bir “B” planı olduğunu unutmamak gerekir.

Pamukoğlu bunu teyit ediyor:

“Ayrıca ABD onun yerine birini de buldu. Suriye’deki ‘Mazlum Kobani...’

Ama bunu Kandil’deki kadroya kabul ettirmeleri lazım. Mesela Cemil Bayık falan. Onlarla anlaşması zor. Ama Mazlum Kobani’yi kendileri yetiştirdi.”

“Terör bitecekmiş… Bitmez.” şeklinde fikrini ortaya koyan Pamukoğlu meclise çağırma olayına son noktayı koyuyor; “Federasyon ve özerklik gibi bir model ortaya koymadan İmralı’daki PKK başı kendini garanti ve güvenliğe almadan Kandil’deki kadronun güvenliği ve siyasi geleceği dikkate alınmadan hiçbir şey olmaz. Silah da bırakmazlar.”

“Bu terör nasıl biter? Kumaşa damlayan zeytinyağının dalga dalga yayılması gibi Kürt devleti nasıl engellenir, onu da söyleyeyim.” diyerek açıklamış:

“Malatya’da ordu tutmanın anlamı yok. Diyarbakır’a 6. orduyu kuracaksın.”

Sonrasında tek tek anlatıyor terörün nasıl biteceğini:

“20 bin kişilik ‘Kasırga tümeni’ ve 5 alayı olacak.

Onları altı ay dağlarda eğiteceksin, sonra test edeceksin.

“Kasırga tümeni” ve onun birlikleri gayri nizami harbe göre yani kendileri de birer gerilla gibi çarpışacaklar.

Tank top falan olmayacak, bunlar dağınık 15-20 kişi olacak.

Allah’ın çulsuzu bunu yapıyor. 

Senin bunca harp okulun var.

Tempona bağlı, bu işi bitirirsin.”

Önceki yıllarda da gündeme getirdiğini anlatan Pamukoğlu, ancak bu planın uygulanmadığını şöyle belirtiyor;

“Kasırga Tümeni’ni yıllar önce de söyledim yapılmadı, artık geçmiş ola.

Şimdi 6. orduya ihtiyacımız var.”

Zamanın birinde Tümgeneral Osman Pamukoğlu bir operasyon öncesi dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Harekât yapacağın bölgedeki grubun PKK’lı olduğundan emin misin?” şeklindeki sorusuna;

“Sayın Cumhurbaşkanım horozun fotoğrafını çektikten sonra altına horoz diye yazmaya gerek yoktur” cevabını vermiş.

Şimdi gelelim yazının başındaki “Horoz ve Tilki’ye.”

Açık açık “Horoz şudur”, “Tilki budur” diye yazmaya gerek var mı?

Siz zekisiniz, anlamışsınızdır…

Bu arada “Trump bizim dostumuzdur” şeklindeki açıklamalara pek aldırış etmeyin.

“ABD’den dost, PKK’dan post olmaz…”

BİZ DÜNYAYIZ

“38 trilyon hücreye yayılmış,

84 mineral,

23 element ve

8 galon sudan oluşuyorsunuz.” demiş Aubrey Marcus.

Doğru elbette.

İlim bunu söylüyor.

İspatlı yani.

Hiç kimse yoktan var edilmedi öyleyse.

Vardı, oldu…

Azıcık geyik yapayım;

Dünyada milyarlarca insan geldi geçti.

Vardan yok olmayacağına göre, bu İnsanların kalıntıları şu anda;

Toprak’ta, Kaya’da, Tuz’da, Bitki’de, Meyve’de ve Su’da…

Öyle değil mi?

Eh biz de bunları yediğimize göre, bu insanlardan kalan bir DNA veya her hangi bir özellik bize geçmiyor mu acaba?

Mesela, küçücük bir hücre bir insanın tüm özelliklerini taşıdığına göre,

Biz de bu hücreleri vücudumuza bir şekilde aldığımıza göre…

Ömer Hayyam yazmış rubaisinde;

“Bir testici gördüm, çamur içindeydi,

Ayağı çarkında, elinde bir testi;

Testinin başında bir yoksulun ayağı,

Kulpunda bir padişahın kellesi…”

Bir testi aldım çarşıdan ucuza,

Gizli gizli neler anlattı bana;

‘Bir Şah’tım’, dedi; ‘altın kupam vardı’,

‘Şimdi neyim? Testi oldum şaraba’

İnsan bastığı toprağı hor görmemeli.

Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili?

Duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?

Ya bir Şah kafasıdır, ya bir vezir eli!

Hani bazen rüyalar görüyoruz.

İçimizden, “Ben bu olayı yaşadım” diyoruz,

Hani “Ben eskiden yaşamıştım. Ben kraldım, ben şövalyeydim, ben saraydaydım” filan diyoruz ya.

Aubrey Marcus devam ediyor söylemine;

“Çift sarmalın içine gizlenmiş ve bir spermin taşınabilecek kadar küçük bir takım talimatlara göre tükettiğiniz Dünyanın yedek parçaları tarafından yoktan var edilmişsiniz.”

Yoktan var edilmeyi, yeniden canlanma olarak değiştirebiliriz.

Zira o da aynı şeyi söylüyor ve diyor ki:

“Sizler geri dönüşümlü kelebekler, bitkiler, kayalar, akıntılar, odun, kurt kürkü ve köpek balığı dişleri, en küçük yerlerine kadar parçalanmış ve gezegenimizin en karmaşık canlısı haline getirilmişsiniz.”

Dedikten sonra bitiriyor cümlesini:

Dünya’da yaşamıyorsun.

Sen Dünya’sın…”

İşte aynı şeyleri diyoruz.

Dünyadaki her şey sende var.

Doğurduğumuz zaman “Dünyayı” doğuruyoruz” demektir.

Sonrakiler de bizleri taşıyacak vücutlarında.

O biz ise, biz de oyuz…

Biz dünyayız…

Yine noktayı Ömer Hayyam Koysun bari:

Hepimiz bir kukla sahnesindeyiz,

Kuklacı felek usta, kuklalar da biz,

Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer,

Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz…

Sandıktan çıkar, çıkar,

Oynat gari…

HAYDİ ABBAS!

“Haydi Abbas!” Diye başlamış şiirine Cahit Sıtkı Tarancı.

Diyor ki: “Vakit tamam…”

Biz de diyoruz, “Vakit tamam” diye.

Baksanıza,

Yoksulluk,

Yolsuzluk,

Yasaklar diz boyu.

Hani 3Y ile gelenler nerede?

Tarancı devam ediyor:

“Akşam diyordun, işte oldu akşam.”

“Bir daha aday olmayacağım” diyordun ama gidişata bakılınca olacaksın gibi.

Bütün hazırlıklar buna göre.

Yalan mı?

Cahit Tarancı demiş ki:

“Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;

Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.”

22 senedir bizi idare ediyorsunuz.

Yaşımın üçte birini siz yediniz.

22 yaşındaki genç başka birini görmedi.

Yeter artık.

Çözüme ulaşan hiçbir şey yok.

İç politika,

Dış politika,

Sağlık sistemi,

Eğitim sistemi,

Üretim yok,

Tarım bitti,

Ormanlar bitti,

Sanayici aç,

Milli varlıklar satıldı,

Havaalanımız yok,

Köprümüz yok,

Otoyollar ellerde,

Garantili işletmeler canımıza okuyor,

Borçlar diz boyu,

Millet aç,

Enflasyon tavanda,

Geçim tabanda…

“Alın getirin şu muhalefetten birini meclisten de, görelim hele.

Zira biz de yaşamak istiyoruz yeni baştan…