Yanıma aldığım Hayrullah bildiğiniz gibi, çalışıyordu çocuk. Bir dediğimi iki etmiyor, hatta fazla fazla işler bile yapıyordu.

Evde Eşime ve anneme anlattım durumunu, bir yandan iş verdiğim için sevinirlerken, diğer yandan hem çalışıp, hem de okumasına üzüldüler.

“Ah!” dedi annem, “keşke imkânımız olsa da ona bolca para versek, o da çalışmadan okusa.”

Eşim Gülay, “Vallahi param olsa ‘Zekât’ diye verirdim kendisine…”

Pintiliği ile bize kan kusturan eşim Gülay’ın yüzüne baktım ve onu fazla incitmeden, “Kız sahi mi söylüyorsun? Sen para mı vereceksin?”

Gülay sinirlendi tabi ona annemin yanında laf söylememe; “Nah şuraya yazıyorum, eğer bir yerden para çıksın hepsini vermezsem de namerdim…” diyerek ağlayarak üst kata çıktı.

Bu kadar kızacağını hiç ummamıştım.

Hemen yanına gittim.

Gönlünü almak için; “Hayatım inan seni incitmek için yapmadım, azıcık şaka yapayım dedim. Ne olur kızma bana…”

“Hayır Rüstem sana kızmadım, kendime kızdım aslında. Senin ve annemin gözünde cimri olmak hoşuma gitmiyor. Ama ne yapayım, öyle yetiştim, bu saatten sonra insan kolaylıkla değişmiyor, değişemiyor…”

Allah yukarıda, duymuş Gülay’ın seslenişini, bu duasını.

Aradan 2 ay geçti geçmedi bir gün kayınvalide aramış Gülay’ı.

“Gülaycığım müjde!” diye başlamış söze, “Anneannemin yerleri imara açılmış. Şimdilerde oldukça iyi para ediyormuş. Duyulunca da epey talibi çıkmış. Baban araştırdı, bana yaklaşık 3 milyon kadar düşecekmiş. Eh sana da buradan iyi para düşer…” deyince bizimki bayılmış.

Annemler zor ayıltmış, “Hayrola kızım” filan demiş, komşuları çağırmış, kolonya filan dökmüşler kendine gelmiş.

Ben eve gelince annem müjdeyi verdi, “Müjde Rüstem, senin Hayrullah’ın kısmeti çıktı” dedi.

“Ne kısmeti anne, oğlana kız mı buldun yoksa?” dedim.

“Yok be oğlum, Gülay’a miras kalacak, en az 200 bin lira… Eh o da söz vermişti ya ‘Hayrullah’a vereceğim’ diye…”

O an evde fırtınalar kopacağını anladım.

Annem de az değildi hani.

Kızın damarına bastırdıkça bastırıyordu adeta.

Gülay ise sessiz sedasız annemi dinledi.

Ona bakarak sordum; “Gülay annem ne diyor?”

“Doğru söylüyor Rüstem” dedi, “Söz verdim bir kere, yerine getireceğim…”

İçin için üzüldüğünü biliyordum ama dışarı vurmamaya çalışıyordu.

“Boşver kızım parayı verme. Ben yeterince veriyorum Hayrullah’a. Hiçbir sıkıntısı yok. Hatta memlekete para bile yolluyoruz. Dert etme sen, paranı gönlünce harca…”

“Olmaz Rüstem, Allah’ın adını verdim, ne dediysem o” dedi ve “Bu konuyu lütfen kapatalım, bir daha açmayalım. O para gelirse o çocuğa verilecek o kadar…” dedi hırsla.

Aradan epey zaman geçti.

Hakikaten de miras geldi ve annesi Gülay’ın hesabına tam 170 bin lira yatırdı.

Gülay beni arayarak “Kahveye geliyorum, Hayrullah’ı göreceğim” dedi.

Anladım ki parayı verecek.

Yapacak bir şey yoktu, koymuştu kafasına bir kere.

“Tamam gel, Hayrullah burada” dedim.

Bankaya gitmiş, parayı almış, geldi kahveye.

Bir köşeye çekti Hayrullah’ı, uzun bir konuşma yaptı ve annesinin ak sütü gibi helal olan bu parayı yemesini söyleyerek 170 bin lirayı verdi kendisine.

Hiç tahmin etmezdim, Gülay gibi cimri birinin o kadar parayı, gözünü kırpmadan birine vermesini hiç ummamıştım.

Tabi Hayrullah parayı almak istemedi, zira ezildi çocuk bu paranın altında, ama Gülay’ın ısrarları karşısında dayanamadı.

Eve geldiğimizde Gülay iyice mahzunlaşmıştı, “İyi yaptım değil mi?” diye sordu bana.

“Elbette” dedim, “Her halde dünyada senden daha mutlu kimse yoktur. İyi ki benim karımsın, seni çok seviyorum” dedim.

Sarıldık, ağlaştık.

Sonra mı?

Neler oldu neler?

Haftaya anlatırım artık…

GÜZEL RASTLANTI

Adamın biri akşam iş çıkışı eve gitmek üzere yola çıktı. 

İşyeri ile dolmuş duraklarının arası çokta uzak sayılmazdı.

Paltosunun cebinden bir sigara çıkardı yaktı, derin bir nefes çekti ve yürümeye başladı ve  akşam trafiğinde her yer karışık, sıkışıktı.

Bir zaman sonra dolmuş duraklarına ulaşabildi.

Köşede seyyar bir balıkçı bağırıyordu.

“Hadi istavrit 5, istavrit 5.”

Adam, “Akşama balık yemek iyi olur. Hem kızı da eşi de balığı çok sever” diye aklından geçirdi, balıkçıya yöneldi.

“Kardeş, ver bakalım dedi 1 kilo istavrit” diye keyifle seslendi.

Balıkçı, her zamanki gibi uyanıklığını yine yapmak istedi; “Beyim 1,5 olmaz mı?” deyince adam gülümsedi, sesini çıkarmayınca balıkçı: “Canın sağolsun beyim!” dedi, balığı bir buçuk doldurdu.

Balıkçı balıkları tartarken tezgâha adamın yanına ürkek adımlarla yaşlı bir teyze yaklaştı. Üzeri başı halini anlatırcasına eski, püsküydü. “Evlat!” dedi “Bana da balık alır mısın?”

Adam hiç düşünmeden; “Tabi teyzeciğim!” dedi balıkçıya seslendi; “Balıklar 3 kilo oldu, bir bana bir de teyzeye tart bakalım.”

Balıkçı balıkları poşetlere koyarken adam teyzeye döndü; “Teyze, balık tamam da bunun yanında ekmek de lazım. Ekmeğin var mı?” diye sordu.

Yaşlı kadın sessiz kaldı önce, bir an takıldı ağzından sözler çıkmadı sanki.  Zorla kısık bir sesle; “Yok evladım!” diye cevapladı adamın sorusunu.

Adam Koştu bir çırpıda o yoğun trafiğin içinden sıyrıldı, markete girdi, 4 tane ekmek alıp geldi.

Balıkları almış olan yaşlı teyzeye ekmekleri verdi ve ona: “Teyzeciğim başka bir ihtiyacın var mı?” diye sordu.

Kadın, elini yırtılmaya yüz tutmuş kim bilir kaç yıllık olan pardösüsünün cebine attı, adamın gözlerine baktı, utandı, ezildi. Elinde olmadan bunu belli ediyordu.

Adam gülümsedi; “O ne teyzeciğim bir bakayım!” dedi.

Kadın cebinden bir ilaç şişesi çıkardı;

“Evladım bir de şu göz damlam var! Almayalı 2 ay oldu. Gözlerim gittikçe kötüleşiyor!” dedi.

Teyzenin elindeki şişeyi kaptı, hiçbir şey söylemeden eczaneye koştu.

Tüm bunlar gerçekleşirken balıkçı şaşkın gözlerle olan biteni izliyordu ve duygulanıyor bir garip oluyordu.

Balıkçı, tezgâhında her zaman ilişik duran tabureyi aldı, teyzeye verdi; “Otur teyze o aslan parçası gelene kadar!” dedi.

Teyze teşekkür ederek tabureye oturdu, önüne baktı.

Adam eczaneye girdi; “Bu ilaçtan var mı?” diye sordu.

Eczacı ilacı raflarda ararken adam dönüp teyzenin orada olup olmadığını kontrol etti. Balıkçının teyzeye tabure verip oturttuğunu görünce içinden; “Ah be!”, dedi, “Ah yurdum insanı.”

İlacı aldı balıkçıya doğru gitti, ilacı teyzenin eline tutuşturdu; “Başka eksiğin var mı?” Diye sordu tekrar.

Sonra elini cebine attı, ne kadar parası varsa teyzenin avucuna sıkıştırdı, yaşlı kadının elinden öptü, evine uğurladı.

Kadın yolda giderken adama dua ediyordu; “Allah Razı olsun evladım!” diye hem tekrar ediyor, hem de mutlu bir yüz ifadesiyle ağlıyordu.

Adam tam dolmuşa yönelecekken durdu ve balıkçıyla göz göze geldiler.

Bu olaylar olurken balıkların parasını vermeyi unutmuştu.

Dahası tüm parasını yaşlı kadına vermişti.

Balıkçı adama baktı gülümsedi; “Hadi hadi, abi uğurlar olsun!” dedi.

Konuşmaya gerek yoktu, durum meydandaydı, konuşmadan anlaştılar.

Adam, iyi akşamlar diledi dolmuşa yöneldi. Bir kaç adım daha attı yine durdu.

Cebinde ne dolmuşa binecek ne eve ekmek alacak parası vardı.

Düşündü, şükretti haline, zaten şunun şurası evi de en fazla uzak değildi, sadece bir yarım saat yürüyecekti.

Hafiften bir yağmur çiselemeye başlamıştı. Sakin adımları hızlandı, hızlandı, hızlandı. Köşedeki telefon kulübesinin önünde durdu. Cüzdanından pek fazla kontörü kalmadığı için telefon kartını çıkardı, çevirdi tuşları…

Telefona kızı çıktı: “Babacığım neredesin?” diyordu, meraklı meraklı.

Adam; “Yavrum geliyorum annene söyle balık aldım, bu akşam balık yiyeceğiz.” dedi

Adam tekrar eve yöneldi yağmurda artmıştı. Sıkı sıkı tuttu balık poşetini, bir eliyle rüzgârda uçuşan paltosunun yakasını kavradı yürüdü, yürüdü…

Durdu.

Aklında hep o yaşlı kadın vardı.

Kafasını göğe kaldırdı “Allah’ım” dedi, “Sana şükürler olsun. Ne olur bana bu güzel rastlantıları hep nasip et!” diye dua etti.

Mahzunlaştı, yanağından akan yaşlar caddelerde akıp giden yağmura karıştı..

İçimizde böylesi merhametli kişiler kaldı mı acaba?

Aslında var belki ama, yoksulluğu bile öylesine dejenere ettiler ki, insan isteyene de veremiyor, inanmıyor doğrusu.

Gerçek olmadığını düşünmeye başladık ta ondan.

Geçen askıda ekmek alan biri için şunu demişlerdi bana: “Bu adamın 3 katlı evi var, gelip buradan bedava ekmek koşturuyor…”

Dilenen bir genç kadın için; “Aslında hiç ihtiyacı yok ama dileniyor işte. Gözü duymuyor…” demişlerdi.

Ben bu tip yardımları genellikle çok yaşlılara yapıyorum.

Öğrencilere yağıyorum.

Belki söylenmez ama sizlere de örnek olurum belki diye yazdım.

Ben dağıttıkça, Allah daha çok bereketini veriyor.

Siz de deneyin, hiç kuşkusuz o mutluluğu tadacaksınız…

MONA LİSA GÜLÜYOR MUYDU?

Buyurun asrın problemine.

Acaba; Gülüyor muydu, yoksa gülüyor gibi mi çizilmişti, yoksa bu gülüş yüzündeki bir nefret miydi?

Hollandalı araştırmacılar, yüzyıllardır Mona Lisa'yı izleyenlerin ilgisini çeken gizemli yarım gülümsemenin yorumlanmasının aslında o kadar da zor olmadığını söylediler.

Amsterdam Üniversitesi'ndeki bilim insanlarına göre, “Kadın mutlu olduğu için gülümsüyordu; tam olarak yüzde 83 oranında mutluydu.

Teknoloji o kadar ilerledi ki, kadının gülüşünün yüzde olarak oranını bile bulmuşlar.

Araştırmacılar, ciddi bir deneyden ziyade eğlenceli bir teknoloji gösterisi olarak gördükleri çalışmada, Leonardo da Vinci'nin şaheserinin bir reprodüksiyonunu taradılar ve bunu Illinois Üniversitesi ile iş birliği içinde geliştirilen son teknoloji "Duygu tanıma" yazılımına tabi tuttular.

Sonuç, şöyle çıkmıştı.

Mona Lisa;

%83 mutlu,

%9 iğrenmiş,

%6 korkmuş ve

%2 öfkeli olduğunu gösterdi.

%1'den azı ise nötrdü ve hiç şaşırmamıştı.

Leonardo, bu tablo üzerinde çalışmaya 1503 yılında başladı ve tablo şu anda Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergileniyor.

“La Gioconda” olarak da bilinen eserdaki Mona Lisa’nın, “Francesco del Giocondo'nun karısını” olduğuna inanılıyormuş.

Eserin adı, kocasının ismiyle bir oyundur ve İtalyancada “Neşeli kadın” anlamına geliyormuş.

Kabul edilebilir bir şekilde bilimsel olmayan deneyde yer alan Amsterdam Üniversitesi'nden bir profesör olan Harro Stokman, araştırmacıların sonuçların bilimsel olmayacağını bildiklerini söyledi.

Çünkü bu yazılım, ince duyguları kaydetmek için tasarlanmamıştı.

Bu nedenle, birçok kişinin Mona Lisa'nın gözlerinde okuduğu cinsel ima veya küçümseme ipuçlarını tespit edemedi.

Baş araştırmacı Nicu Sebe, Akdeniz kökenli 10 kadının yüzünü kullandı ve bunu resimdeki yüzle karşılaştırdı.

6 duyguya göre puanladı.

Bunlar:

Mutluluk,

Şaşkınlık,

Öfke,

İğrenme,

Korku ve

Üzüntüydü…

Peki neden gülüyordu?

Ünlü sanatçı Leonardo da Vinci, bu tabloyu 16. yüzyılın başlarında yaptı.

Herkesin ilgisini çekti.

Cincinnati Üniversiteli bir araştırma ekibi, asimetri nedeniyle “Gülümsemesinin gerçek olmadığını” söyledi.

Avrupa'da 17. yüzyıla gelindiğinde aristokratlar dişlerin alt sınıflar, sarhoşlar ve tiyatro sanatçıları için ayrılmış müstehcen bir ifade olduğuna karar vermişlerdi.

Mona Lisa’nın dar dudaklı ifadesini korumak usta için muhtemelen oldukça zordu. Anlamının sfumato kaynaklı (resim veya çizimde, renkler ve tonlar arasında yumuşak, fark edilmeyen geçişler üreten ince gölgelendirme belirsizliği) portredeki ağız hakkındaki büyük tartışma başlamıştı.

Lisa'nın yumuşak heykelsel yüzü, Leonardo'nun sfumatoyu ustaca kullandığını gösteriyordu.

Mona Lisa tablosunu, yeni evleri ve ikinci oğlu Andrea'nın doğumunu kutlamak üzere sipariş ettiği düşünülüyor.

Böyle olunca da gülümsemesi gayet normaldi…