Malum bugünlerde kışlık ekimler hızlı bir şekilde devam ediyor. Yağışlar yeterli sayılır. Bugünlerde ekmekte yarar var. Ardından uzun bir kuraklık olacağa benziyor.

Hemen bütün alanlarda olduğu gibi, tohumculuk sektörü de yabancı firmaların eline hızla geçiyor. Oysa kültürün başladığı Anadolu’da genetik potansiyel çok yüksek düzeylerde. Buradan köken alan birçok bitki türüne ait çeşitlerin tohumlarını dışarıdan temin etmek, ülkemizde ıslahın ne kadar geri kaldığını açık bir şekilde göstermektedir.

Tohumculukla ilgili olarak ilk adımlar Eskişehir’de 1925 yılında Tohum Islah İstasyonunun kurulmasıyla atılmıştır. Tohum ıslah istasyonunda ilk çalışmalar ekmeklik buğday ıslahıyla başlamıştır. Eskişehir, Konya, Ankara ve Sivas illeri taranmış, ümit var görünen yerel hatlar toplanmış ve iyileri seçilerek ilk defa bir çeşit tescil edilmiştir. Bu çeşit dağıtıldığı illerde önemli verim artışları sağlamıştır. Bu çeşitler dünya literatürüne de girmiş, hatta yabancı bilim adamları tarafından “Türk Mucizesi” olarak nitelendirilmiştir.

Aynı istasyonda makarnalık buğday ıslahında ise yeterli başarı sağlanamamıştır. Çeşit geliştirilmiş, ancak tohumunu bile çıkaramadığı için üretimden kaldırılmıştır.

İkinci dünya savaşına kadar buğday ıslahı üzerine çok ciddi çalışmalar yapılmış, yeni çeşitler ortaya konmuştur. Islahta en önemli amaç, orta Anadolu’nun sert kışına dayanabilen ve bambul böceği çıkmadan tane doldurabilen çeşitler geliştirmektir ve başarılmıştır. Ancak ikinci dünya savaşının başlaması yeni istasyonlar kurulmasına rağmen, bitki ıslahı çalışmalarını yavaşlatmıştır.

Yurtdışına araştırıcı gönderilmesi, ıslah çalışmalarına farklı boyutlar kazandırmıştır. Pek çok kültür bitkisinin orijin merkezi Anadolu olmasına rağmen, yurtdışından getirilen çeşitler yüksek verim yetenekleri nedeniyle yerli çeşitlerin yerini almaya başlamıştır. Meksika buğdayları olarak da bilinen yeni çeşitler, yurdun hemen her yerinde yetiştirilmeye başlamış, yerli buğday çeşitlerini ortadan kaldırdığı gibi, çavdar, darı, kaplıca gibi türlerin yetiştiriciliğini de sınırlandırmıştır. Özellikle 1970’lerde Rus buğdayı olarak bilinen Bezostaya çeşidinin tesciliyle yerli çeşitlerin hemen tamamına yakını ortadan kalkmaya başlamıştır. Aynı zamanda makineleşmenin artması, makinalı tarıma uygun çeşitleri, diğer bir deyişle yabancı çeşitleri ön plana çıkarmıştır. Bu gelişmeler tohum ıslah enstitülerindeki çalışmaları öz kaynaklardan ziyade yabancı kaynaklara yöneltmiştir.

Türkiye pek çok kültür bitkisinin orijin merkezi, ilk kültüre alındığı coğrafya olmasına rağmen, yabancı çeşitlere karşı yerli çeşitlerini kaybetmesi, aslında çok ciddi bir genetik erozyondur. Bunun önüne geçilmesi için çok geç kalınmıştır. Asırlardır bu iklim ve toprak şartlarına uyum sağlamış yerel çeşitlerin mutlaka koruma altına alınması gerekirdi. Ancak yüksek verim ve kalite felsefesiyle üretim yapmanın getirdiği teknolojik ürün kullanma geleneği ne yazık ki asırlık çınar olarak nitelendirebileceğimiz genetik kaynakları tüketmiştir.

Türkiye’nin genetik kaynaklar yönünden zenginliği bütün bu gelişmelere rağmen hala çok güçlüdür. Genetik kökenlerini Anadolu’dan alan yüzlerce bitki türünde tekrar marka haline gelebilir. Bunun için ulusal ıslah programına ihtiyaç vardır. Türkiye yetişmiş uzmana fazlasıyla sahiptir. Temel eksiklik özgün, Türk tarımı için, kendi içerisinde üreteceği bilgilerle, ileri teknoloji ürünü çeşitler ıslah etmektir. Tohumluk stratejik bir üründür. Tohumculukta dışa bağımlılık savaşta silahsız kalmak kadar risklidir.